karar verecekti. vereceği kararın sonuçları hakkında hiçbir
fikri yoktu. kaybetmek istemiyordu ancak kazanmak için de gücü yoktu. kalırsa
acı çekmeye devam edecekti. tüm olacakları bilerek bu işe girmemiş miydi zaten?
düşünceler insan zihninin asla karşı koyamadığı güçlü soyut
nesnelerdir. onlarla iyi geçiniyorsanız size muazzam fikirler üretebilirler,
eğer sizin düşmanınız olmuşlarsa; geçmiş olsun. sağlam bir savaşa çoktan
girdiniz!
işte o da; düşünceleriyle sağlam bir savaşın içerisindeydi.
birden gelmişlerdi, ağır hasar veriyorlardı. henüz karşılık verememiş, savunma
pozisyonundaydı. bir çıkış arıyordu ancak ne o çıkışı bulabileceğinden ne de
öyle bir çıkış olduğundan emin değildi. aynı zamanda mükemmeliyetçi yapısına
uygun olarak kimsenin üzülmeyeceği bir alternatif üretmeliydi. sahilde kum
taneleri içerisinde arayışta gibiydi. çoğu zaman aklına gelen en kolay
alternatif çekip gitmekti. her şeyi olduğu gibi bırakıp gitmek. bu fikre çoğu
kez kapılmış, hepsinde ikna olmuş ancak gitmeyi becerememişti. belki de gidecek
yeri olmadığındandır, kim bilir.
bir fikri ötelemek, ondan kaçmak mıdır yoksa zaman kazanıp
hareket alanı beklemek mi? yahut şöyle sormak lazım; bir fikirden kaçılabilir
mi?
bir fikir önemini yitirir mi? zaman ve şartlar o fikri yok
eder mi?
neden her şey olması gerektiği gibi gitmez ve neden
kaderimizi hep başkalarının eline bırakmak zorunda kalırız. oysa birey, kendi
olduğu için değerli ya da nitelikli değil midir? neden hep başka şeyleri de
yanına iliştirme ihtiyacı duyar ki insan?
hiç anlamamıştı. tüm bu sorular zihnini gerçekten fazlasıyla
kurcalıyor ve artık ona rahat vermiyordu. yorgun düşmüştü. hem de hiç olmadığı
kadar. en rahat edeceği yer, ona zorluklar getirmiş; bu zorluklarla mücadele
etmekten başka bir şansı ona bırakmamıştı. o bunu açıklamış olsa da...
hayır diyebilmek büyük rahatlık getirir insana. ancak bu her
zaman ferah yollar açmaz. hayır demenin sizin için yaratacağı avantajlı
durumlar, hayır demek istemediğiniz kişilerle kesişebilir. peki böyle bir
durumda ne yaparsınız?
bu durum onu büyük bir çıkmaza sokmuştu. çıkmazı kendinin
yaratıp yaratmadığından emin değildi ama bir krizin içerisinde olduğu açıktı.
bunu tek başına çözmeye çalışıyordu. zihnindeki yorgunluk, bünyesine sirayet
etmiş artık bitik, zayıf bir insana dönüşmüştü. bu, olmak istediği en son şeydi
ancak bağıra bağıra gelen bu duruma önlem alamamıştı. hatalı olduğunu
biliyordu. günü mü kurtarmıştı o dönem geri çekilmeyerek, bilmiyordu. ancak
kendisiyle karşısındaki arasında tercih yapmış, karşısındakini seçmişti. o,
bunu bilmiyordu. tahmin ediyorsa da önemsemiyordu. oysa anlayış ve zarafet
konularında zirvedeydi, rakiplerine fark atmıştı. onu bu kadar özel kılan
şeylerin başında da bu geliyordu. hem duygusal, hem zarif, hem nazik hem de
neşeliydi. ha; bir de güzeldi.
o gece uzun olacaktı, bunu hissediyordu. korktuğu şey ayak
seslerini yavaştan hissetirmeye başlamıştı. kitabını aldı, etrafındakilere
farkettirmeden köşesine çekildi. düşmanın gelmesini bekliyordu ve hazırdı.
zihnen güçlü durmaya çalışıyordu, her denemesi düşmana yarasa da... gecenin geç
saatlerinde kafasını yastığa koyduğunda yarın olacaklardan az çok emindi.
düşman, önce zihnine, sonra da bedenine sızacaktı.
sabah olduğunda beklediğinden daha güçlüydü. düşman,
bedenine sızmaya tenezzül etse de kendini korumayı başardığı için eskisi kadar
güçsüz değildi. yine de erken konuşmamak gerekiyordu. güne temiz bir başlangıç
yapan zihin, beklenenden hızlı biçimde virüsle dolmuştu. bu, beklenmedik bir
durumdu. beden git gide güçsüzleşiyordu. yapabileceği şeyler vardı, yapmaya
cesareti yoktu. usulca bekledi, bekledi, bekledi...
aradan günler geçmişti. dirençsiz kalan vücudu kısmen ele
geçirilmişti. sağlıklı düşünemiyor, düzgün beslenemiyor, duygusal olarak acı
çekiyordu. yapılması gereken şey belliydi. öncesinde ufak bir gezintiye çıkması
gerekiyordu. çıktı ve dolaştı. kendine en iyi gelen yere gitti. zihninin biraz
olsun rahatlatmak istiyordu.
yürümeye devam etti. uçsuz bucaksız bir yol olsa, sıkılmadan
yürüyebilirdi. vakit tamam dediğinde ayrıldı, şimdi karar vaktiydi.