3 Şubat 2015 Salı

Bursa maçının ardından: Uyarı

Terim'in takımdan ayrılışıyla beraber futbola dair birçok şeyden soğumuş, uzaktan bir izleyici olmaya karar vermiştim. Hele ki; maçlar üzerine yine eskisi gibi kafa patlatmak, analizler yapmak hiç içimden gelmiyordu. Böyle anlarda çok saçma sapan insanların otorite kabul edilip, yorumlarının prim yaptığına şahit oluyorum. Bu durum; vermiş olduğum karardan beni sıyırıp, yazmaya sevk ediyor. Zira tam da bu anda, afedersiniz, angutların kendini bir şey sandığı yerde, ''bizim onlardan aşağı kalır yanımız yok'' diye düşünüyor insan. Sonra yeniden yazmaya başlıyorsun. İçindeki o heyecan, şevk, istek kaçınca haliyle istikrar yakalayamıyorsun. Bir keresinde Mehmet Demirkol üniversitenin birinde konuşmacı olarak davet almışken şöyle bir laf etmişti; ''İleride gazeteci olmak isteyen ya da kendi halinde yazı yazan gençlere tek söyleyebileceğim şey şu; sakın yazmayı bırakmayın. Ne olursa olsun yazın''. Yazmadığım zamanlara şöyle bir dönüp bakıyorum da; hakikaten yerinde ve bir o kadar da doğru bir laf. İnsan tecrübe edince anlıyor bazı şeyleri. Bir işi yapma noktasında gayet hevesli  ve istekli olan bir kişinin hevesinin kırılması o kişiye verilebilecek en büyük zararlardan biridir. Bu hem özel hayat hem de iş hayatı için geçerli. Ayrım yapmaya lüzum yok. Yeri geliyor kendi kendimizin de hevesini kırıyoruz, bu da inkar edilmemesi gereken bir gerçek. Ancak işin içinde dış güçler olunca; müdahale edemiyorsun ve sadece üzüldüğünle kalıyorsun.

Bütün bunları neden yazdım? Hangi konu hakkında yazarsam yazayım; mutlaka sağlam bir giriş yapmayı kendime bir zaruret olarak görürüm. Bu sefer de girişi böyle yapmak istedim.

Maça geçelim; Galatasaray adına her açıdan yanlışlarla dolu bir maçtı. Çıkan kadrodan, oyun içi hamlelere kadar... Aslında insanları umutsuzluğa sürükleyen asıl sıkıntı da burada başlıyor. Teknik direktörler birer liderdir. Ve liderin ne kadar güçlüyse, yarışta o kadar avantajlısındır. Ben hep buna inandım. Galatasaray'da bu açıdan önemli ve ciddi hatalar var. Bunların en önemlisi de medyaya karşı gereğinden fazla şeffaf olmak. Üzerinde spekülasyon olabilecek konulara açıklık getirmek gereklidir, zira getirmezseniz bu sizin başınızı ağrıtır. Ancak aynı medyaya gidip de oyuncularınızla aranızda geçen diyalogları en ince ayrıntısına kadar anlatmak, sürekli televizyon kanallarına çıkmak ve hem kendiniz hem de rakiplerle ilgili ortada bir yarış varken bu kadar açık konuşmak uzun vadede yarar değil, zarar getirir. Bu açıdan; iki sene önce Terim sonrası dönem için kafamda düşündüğüm Hamza Hamzaoğlu'nun  bu konuda sınıfta kalıyor oluşunu görmek beni oldukça üzüyor ve tedirgin ediyor. Oyunculara karşı babacan bir tavır takınmakla, otoriter olmak arasında çok ince bir çizgi var. Takım ruhu yaratmak ve bütünlüğü sağlamak istiyorsanız bu ince çizgiyi çok iyi ayarlamanız gerekir. Hamza Hamzaoğlu geldiği günden bu yana kendine ''babacan olma'' yolunu seçti ancak gerektiği anların hiçbirinde otoriter yönünü devreye sokmadı. Karakter olarak belki buna çok uygun değil ancak G.Saray'ı yönetmek istiyorsanız ve en önemlisi başarılı olmak istiyorsanız buna mecbursunuz. Hamzaoğlu'nun takıma gelir gelmez taktiksel anlamda yapmış olduğu çok fazla doğru var. Çift forvete dönüp, Umut Bulut gerçeğini yadsımayarak G.Saray dinamiklerini harekete geçirmesi ve Burak Yılmaz'ı ikinci santrafor gibi kullanıp önce onu ofsayt belasından kurtarıp, sonra da golcü kimliğine kavuşturması takdire şayandı. Hakeza Beşiktaş maçı öncesi rakibi çok iyi analiz edip sistemi 4-3-1-2'ye döndürmesi ve böylece rakibe kanatlardan geçiş izni vermemesi de iyi bir analizcinin yapacağı hamlelerdi. Ancak problem bundan sonra başladı. Ne zaman ki Beşiktaş galibiyeti geldi ve takım devre arasında girdi; sorunlar baş göstermeye başladı.

Burada yine babacanlıkla otoriter olma kısmına geri döneceğim. Prandelli'nin sene başında oyunculara vermiş olduğu gereğinden fazla devre arası iznini oyuncuların huzuru bozulmasın diye iptal etmedi Hamzaoğlu. Böylece G.Saray hazırlıklara en geç başlayan takım oldu. Buna ek olarak rezil bir sahada, ikinci sınıf takımlarla hazırlık maçları yapıldı, oyuncular kaybedildi. Sonrasında da televizyonlara G.Saray'ın iç yapısıyla ilgili aynı şeyler farklı kanallarda yüzlerce kez tekrar edildi. Birnevi lig sonunda takım şampiyon olmuşçasına yorumlar yapıldı. Bunlar iyi niyetli şekilde yapılmasına rağmen olmaması gereken şeylerdi.

Taktiksel anlamdaki yanlışlar üzerinden Bursa maçına geçelim. Öncelikle çıkan kadronun sıkıntılı olduğunu söylemekte fayda var. Benim en çok savunduğum ve desteklediğim felsefelerden biri şudur; hakedene formayı vereceksin ve formda olan oyuncuyu kesmeyeceksin. Geçen haftanın en formda ismi Bruma'yken, hatta Bruma çok iyi bir iç saha hücum gücüyken; Afrika Kupası'ndan yeni dönmüş ve takıma çok da artı katmayacak Chedjou için Portekizliyi kesmek hem Bruma'nın özgüvenini düşürdü hem de G.Saray'ın hücum gücünü ciddi anlamda etkiledi. Zira Bursaspor'un oyun yapısı gereği açık bir futbol oynayacağı ve savunma arkasında ciddi açıklar verdiği bilinen bir gerçek. Tam da durum buyken; çıkan kadro Bursaspor'un ekmeğine yağ sürdü. Galatasaray'ın yapması gerekeni Bursaspor yaptı ve ağır G.Saray savunmasının arkasına uzun toplarla ve seri paslaşmalarla çok çabuk sarkarak inanılmaz fırsatlar kaçırdı. Buna rağmen golü erken bulan taraf Sarı-Kırmızılılar oldu. Ancak Bursaspor'un maçlarını izleyen biri olarak bu durum beni zerre kadar şaşırtmadı. Az önce de söylediğim gibi; Bursa, savunmada ciddi sıkıntıları olan bir takım. G.Saray hücum anlamında birazcık kıpırdasa verdiği gol fırsatı kadar golü rakip kaleye atabilirdi. Ancak çıkan kadro buna çok da fazla müsade etmediği için oyuna maç boyunca ağırlık koyamayan bir G.Saray gördük.

Bir diğer sıkıntı da Sabri sakatlandıktan sonra yaşandı. Tarık istediği kadar yetersiz olsun; Sabri çıktıktan sonra o bölgede oynayabilecek yegane adamdı ve oyuna o girmeliydi. Geçen hafta skor 2-0 G.Saray lehineyken oyuna alınmayan ve 81. dakikada oyuna dahil olan Sinan Gümüş, Bursa maçının 30. dakikasında kurtarıcı diye oyun girdi... Yanlışlar bununla da bitmiyor; Sabri yerine oyuna Tarık girmeyince bu kez takımda beş ayrı oyuncunun mevkisi değişmek zorunda kaldı. Meydana gelen bu kaymaların çoğunluğu savunmada yaşanınca; Galatasaray pozisyon vermeye devam etti. Dikkat edin; Galatasaray'ın hücumda birazcık kıpırdanmaya başladığı anlar Bruma'nın oyuna girdiği dakika ile paralel. Ki Hamza Hamzaoğlu ekran turu yaptığı canlı yayınlarda Bursa'nın 60'tan sonra oyundan düştüğü tespitinde bulunmuştu. Hal böyleyken fizik olarak çok diri olan Sinan Gümüş, aynı Rize maçında olduğu gibi, oyunun son bölümünde sahaya girip rakip bekleri zorlayabilirdi. Bruma da maçın başında oyuna getireceği enerji ile taraftarı daha ilk dakikadan oyunun içine çekip Galatasaray'ın işini kolaylaştırabilirdi.

Kendi sahanda oynadığın bir maçta rakip tarafından oyun olarak domine edilmek ve karşılığını neredeyse verememek çok acı. Esasında pazar akşamı karşı karşıya kaldığımız durum anlatmaya çalıştığım birçok problemin sahadaki tezahürüydü.  Hiçbir şey için geç değil ancak verilen uyarıyı da iyi algılamak ve ciddi şekilde buna eğilmek bir elzem.

1 yorum:

  1. Kardeşim benim senin yazılarını takip ediyorum yine harika yazmışsın ileride çok büyük gazeteci olacaksın mükemmelsin Oğuzcan kardeşimmmmmm

    YanıtlaSil