Bir teknik direktörde
bulunması gereken, onda olması beklenen özellikler nelerdir? Kabaca ilk akla
gelen; doğru 11 çıkarması ve iyi kondisyon yüklemesidir. Biraz daha teknik
detaylarla ilgiliyseniz oyunu doğru okuma ve oyuncularla iletişiminin iyi
olması gerektiğini de söyleyebilirsiniz. Ancak bahsettiğimiz güçlü bir teknik
direktörse eğer; olmazsa olmaz özelliklerden birisi cesarettir. Riekerink ise
kırılma anlarının hiçbirinde bu cesareti gösteremedi...
Evet; bu yazı
Riekerink'in vedasıyla başlayıp, takımın genel durumu ve İgor Tudor'un
katabilecekleri ile devam edecek. Riekerink'in gönderilmesiyle sonuçlanan
sürece ufak bir göz attığımızda teknik direktör tanımlamasıyla başlamak gayet
doğru olacaktı.
Yaşayarak öğrenmek
diye bir şey vardır. İnsanlar bazı şeyleri tecrübe etmeden, o durumu asla kabul
etmezler. Bu durum bizim insanımızda biraz daha yaygın. Her ne olacaksa onu
mutlaka yaşamalı, deneyimlemelidir. Bu tecrübe biçimi futbolda da farksız
aslında. Duygu çalkantıları bu oyunda insanları girdabın içerisine çok daha
fazla alıyor.
Aslında Riekerink'te
de benzer bir duygu buhranı yaşandı. Önce olmayan bir inanç sosyal medyanın tetiklemesiyle
aşılanmaya başladı, ardından bu, yerini koşulsuz inanca bıraktı. En sonunda
alınan yenilgiler ya da oynanan ilk kötü oyunda bunun suni bir inanç olduğu
ortaya çıktı.
İnsanlar çabuk
unutmayı seviyor ya da böyle olmasını tercih ediyor. Belli kısa dönemleri
kenarda bırakırsak, inanç zorla aşılanmaz; kendiliğinden oluşur ve akabinde
insanlar o sinerjiye sadece katkıda bulunur. Çünkü gerçek inanç ve sinerji ilk
tökezlenilen yerde hemen son bulmaz, bilakis güçlenerek devam eder. Riekerink
dönemi Galatasaray'ı da bu suni inancın içerisinde gizli aslında. Güçlü ve
gerçek bir enerjiye dönebilirdi, hiçbir zaman dönmedi. Bir süre sonra da
dönmeyeceği anlaşıldı ve şu an karşımızda bulunan durum kaçınılmaz oldu.
Cesaretten bahsettim
biraz yukarıda. Evet; Riekerink o cesareti hiçbir zaman gösteremedi ve yine
evet, bu durum onun "altyapı antrenörü" imajına sıkışmasına sebep oldu.
Hollandalı'nın Galatasaray geleceğini direkt olarak belirleyecek noktalardan
birisi kriz anlarındaki yönetim şekli olacaktı. Riekerink işte burada sınıfta
kaldı. Gelin bunu biraz irdeleyelim.
İlk kriz anı
deplasmandaki Beşiktaş maçında yaşandı. 2-0'dan maçı adeta kendi elleriyle
vermek, Hollandalı hocanın eleştirilere üst perdeden merhaba demesiydi bir
nevi. Bu esnada eldeki oyuncuların hepsinden faydalanılmadığı da dile gelmeye
başladı. Belli bir süre kadro istikrarı sağlansa da bu kez de hücumda tek bir
isme bağımlı olma meselesi gün yüzüne çıktı. En sonunda ise yönetimin
kadroya müdahale ettiği haberleri ortaya çıktı ve yolun sonuna gelindi. İşin
üzücü kısmı; bu kadar önemli bir meselesinin sadece skorlara bağlı olmasıydı.
Ligin ilk yarısı sona erdiğinde her şey ortadayken bu operasyonu
gerçekleştirmeyip, iki hafta sonra ilk yenilgide gerçekleştirmek yukarıda
bahsettiğim ''tecrübe etme'' hadisesiyle direkt olarak ilintili. Burada da
devreye yöneticilerin futbolu ve yönettikleri takımı bilmesi, tüm olaylarla
ilgili öngörü sahibi olması devreye giriyor o da şimdilik buranın konusu değil.
Peki İgor Tudar ne
yapar?
Kısa vadede yapması
gereken ve gelecekte yapabileceği şeyler olmak üzere önünde iki yol var.
Klişe olacak fakat
Tudor'un arzu ettiği gerçek takımı muhtemelen yeni sezonda göreceğiz. Sebebi
ise açık; önünde geçireceği koca bir hazırlık kampı ve transfer dönemi olacak.
Burada takımı kendi aklındaki dayanıklılığı oluşturacak fiziksel yeterliliğe
kavuşturup, belki de birden fazla taktiksel esnekliğe adapte edecek. İşin bu
kısmını sezon sonunda yeniden analiz etmek için buraya ufak bir not bırakıp,
ilk ve günümüze etki edecek maddeye dönelim. Tudor kısa vadede neleri
değiştirebilir? Sanırım Galatasaray'da geçirdiği kısa süre bize cevabı
kendiliğinden veriyor; daha mücadeleci bir takım. Özellikle orta sahada dinamik
olmayan isimlere sahip Galatasaray'ın bunu nasıl başarabileceği en önemli soru
olarak önümüzde duruyor. Açıkçası bu konuda net bir yorum getirmek biraz zor.
Yine elimizdeki ufak bilgi kırıntılarından tahminde bulunabiliriz. Resmi
sitedeki idman raporlarını takip edenler şöyle bir bilgiyle karşılaştılar hafta
boyunca: ''Takımımız idmanın ilk bölümünde interval koşular gerçekleştirdi''
Merakımı cezbetti,
araştırdım. Özetle; vücudu daha yüksek tempolara alıştırmak için tercih edilen
bir antrenman türü. Vücuda ilk başlarda son derece zorlu gelecek bu antrenman,
zaman içerisinde bünyenin de alışmasıyla kısa ve uzun vadelerde güçlü koşulara
olanak tanıyormuş. Tudor'un yalnızca iki idmanla çıktığı Rize maçında takımın
koşu mesafesini ve mücadele gücünü üst seviyelere çekmesinin bu anlamda tesadüf
olmadığını söyleyebiliriz.
Sene başından beri
Galatasaray'daki en büyük eksik, bu biraz da Riekerink'in baskın karakter
olmamasıyla da alakalı, idmanlarda fizik kondisyona önem verilmemesiydi.
Haftada yalnızca tek maç yapan bir takım için bu kabul edilemez bir durum.
Galatasaray'ın ligi en son bütünüyle domine ettiği yıl olan 2011-12'de
Galatasaray, haftanın bir ya da iki günü mutlaka kondisyon idmanı yapıyordu.
Bundan sebep; oyun olarak rakiplerini ezemediği maçlarda dahi fizik üstünlüğü
ile onlara üstünlük kurabiliyordu. Galatasaray o sene de Avrupa'da maç
yapmıyordu ve bu durumu fırsata çevirmeyi başarmıştı. Bu sezon ise şu ana kadar
bunu başaramadı. Bu yüzden en büyük farklılığı burada görebiliriz.
Tudor'un kazanmak
zorunda olan ve puan olarak kredisi az bir takıma gelmesi hem avantaj hem de
dezavantaj. Rüzgarı arkasına alarak önümüzdeki seneye çok güçlü girme ihtimali
de mevcut, skorlardan dolayı oluşabilecek soru işaretleriyle yeni sezona
başlama ihtimali de...
NOT: interval koşularla ilgili detaylı bilgiyi bu siteden bulabilirsiniz: https://kosukadini.com/2014/07/23/interval-antrenmani-nedir-nasil-yapilmalidir/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder