26 Şubat 2017 Pazar

Cesaret



Bir teknik direktörde bulunması gereken, onda olması beklenen özellikler nelerdir? Kabaca ilk akla gelen; doğru 11 çıkarması ve iyi kondisyon yüklemesidir. Biraz daha teknik detaylarla ilgiliyseniz oyunu doğru okuma ve oyuncularla iletişiminin iyi olması gerektiğini de söyleyebilirsiniz. Ancak bahsettiğimiz güçlü bir teknik direktörse eğer; olmazsa olmaz özelliklerden birisi cesarettir. Riekerink ise kırılma anlarının hiçbirinde bu cesareti gösteremedi...

Evet; bu yazı Riekerink'in vedasıyla başlayıp, takımın genel durumu ve İgor Tudor'un katabilecekleri ile devam edecek. Riekerink'in gönderilmesiyle sonuçlanan sürece ufak bir göz attığımızda teknik direktör tanımlamasıyla başlamak gayet doğru olacaktı.

Yaşayarak öğrenmek diye bir şey vardır. İnsanlar bazı şeyleri tecrübe etmeden, o durumu asla kabul etmezler. Bu durum bizim insanımızda biraz daha yaygın. Her ne olacaksa onu mutlaka yaşamalı, deneyimlemelidir. Bu tecrübe biçimi futbolda da farksız aslında. Duygu çalkantıları bu oyunda insanları girdabın içerisine çok daha fazla alıyor.

Aslında Riekerink'te de benzer bir duygu buhranı yaşandı. Önce olmayan bir inanç sosyal medyanın tetiklemesiyle aşılanmaya başladı, ardından bu, yerini koşulsuz inanca bıraktı. En sonunda alınan yenilgiler ya da oynanan ilk kötü oyunda bunun suni bir inanç olduğu ortaya çıktı. 

İnsanlar çabuk unutmayı seviyor ya da böyle olmasını tercih ediyor. Belli kısa dönemleri kenarda bırakırsak, inanç zorla aşılanmaz; kendiliğinden oluşur ve akabinde insanlar o sinerjiye sadece katkıda bulunur. Çünkü gerçek inanç ve sinerji ilk tökezlenilen yerde hemen son bulmaz, bilakis güçlenerek devam eder. Riekerink dönemi Galatasaray'ı da bu suni inancın içerisinde gizli aslında. Güçlü ve gerçek bir enerjiye dönebilirdi, hiçbir zaman dönmedi. Bir süre sonra da dönmeyeceği anlaşıldı ve şu an karşımızda bulunan durum kaçınılmaz oldu. 

Cesaretten bahsettim biraz yukarıda. Evet; Riekerink o cesareti hiçbir zaman gösteremedi ve yine evet, bu durum onun "altyapı antrenörü" imajına sıkışmasına sebep oldu. Hollandalı'nın Galatasaray geleceğini direkt olarak belirleyecek noktalardan birisi kriz anlarındaki yönetim şekli olacaktı. Riekerink işte burada sınıfta kaldı. Gelin bunu biraz irdeleyelim.

İlk kriz anı deplasmandaki Beşiktaş maçında yaşandı. 2-0'dan maçı adeta kendi elleriyle vermek, Hollandalı hocanın eleştirilere üst perdeden merhaba demesiydi bir nevi. Bu esnada eldeki oyuncuların hepsinden faydalanılmadığı da dile gelmeye başladı. Belli bir süre kadro istikrarı sağlansa da bu kez de hücumda tek bir isme bağımlı olma meselesi gün yüzüne çıktı. En sonunda ise yönetimin kadroya müdahale ettiği haberleri ortaya çıktı ve yolun sonuna gelindi. İşin üzücü kısmı; bu kadar önemli bir meselesinin sadece skorlara bağlı olmasıydı. Ligin ilk yarısı sona erdiğinde her şey ortadayken bu operasyonu gerçekleştirmeyip, iki hafta sonra ilk yenilgide gerçekleştirmek yukarıda bahsettiğim ''tecrübe etme'' hadisesiyle direkt olarak ilintili. Burada da devreye yöneticilerin futbolu ve yönettikleri takımı bilmesi, tüm olaylarla ilgili öngörü sahibi olması devreye giriyor o da şimdilik buranın konusu değil.

Peki İgor Tudar ne yapar?

Kısa vadede yapması gereken ve gelecekte yapabileceği şeyler olmak üzere önünde iki yol var.

Klişe olacak fakat Tudor'un arzu ettiği gerçek takımı muhtemelen yeni sezonda göreceğiz. Sebebi ise açık; önünde geçireceği koca bir hazırlık kampı ve transfer dönemi olacak. Burada takımı kendi aklındaki dayanıklılığı oluşturacak fiziksel yeterliliğe kavuşturup, belki de birden fazla taktiksel esnekliğe adapte edecek. İşin bu kısmını sezon sonunda yeniden analiz etmek için buraya ufak bir not bırakıp, ilk ve günümüze etki edecek maddeye dönelim. Tudor kısa vadede neleri değiştirebilir? Sanırım Galatasaray'da geçirdiği kısa süre bize cevabı kendiliğinden veriyor; daha mücadeleci bir takım. Özellikle orta sahada dinamik olmayan isimlere sahip Galatasaray'ın bunu nasıl başarabileceği en önemli soru olarak önümüzde duruyor. Açıkçası bu konuda net bir yorum getirmek biraz zor. Yine elimizdeki ufak bilgi kırıntılarından tahminde bulunabiliriz. Resmi sitedeki idman raporlarını takip edenler şöyle bir bilgiyle karşılaştılar hafta boyunca: ''Takımımız idmanın ilk bölümünde interval koşular gerçekleştirdi''

Merakımı cezbetti, araştırdım. Özetle; vücudu daha yüksek tempolara alıştırmak için tercih edilen bir antrenman türü. Vücuda ilk başlarda son derece zorlu gelecek bu antrenman, zaman içerisinde bünyenin de alışmasıyla kısa ve uzun vadelerde güçlü koşulara olanak tanıyormuş. Tudor'un yalnızca iki idmanla çıktığı Rize maçında takımın koşu mesafesini ve mücadele gücünü üst seviyelere çekmesinin bu anlamda tesadüf olmadığını söyleyebiliriz.

Sene başından beri Galatasaray'daki en büyük eksik, bu biraz da Riekerink'in baskın karakter olmamasıyla da alakalı, idmanlarda fizik kondisyona önem verilmemesiydi. Haftada yalnızca tek maç yapan bir takım için bu kabul edilemez bir durum. Galatasaray'ın ligi en son bütünüyle domine ettiği yıl olan 2011-12'de Galatasaray, haftanın bir ya da iki günü mutlaka kondisyon idmanı yapıyordu. Bundan sebep; oyun olarak rakiplerini ezemediği maçlarda dahi fizik üstünlüğü ile onlara üstünlük kurabiliyordu. Galatasaray o sene de Avrupa'da maç yapmıyordu ve bu durumu fırsata çevirmeyi başarmıştı. Bu sezon ise şu ana kadar bunu başaramadı. Bu yüzden en büyük farklılığı burada görebiliriz.

Tudor'un kazanmak zorunda olan ve puan olarak kredisi az bir takıma gelmesi hem avantaj hem de dezavantaj. Rüzgarı arkasına alarak önümüzdeki seneye çok güçlü girme ihtimali de mevcut, skorlardan dolayı oluşabilecek soru işaretleriyle yeni sezona başlama ihtimali de...

NOT: interval koşularla ilgili detaylı bilgiyi bu siteden bulabilirsiniz: https://kosukadini.com/2014/07/23/interval-antrenmani-nedir-nasil-yapilmalidir/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder