28 Şubat 2014 Cuma

Galatasaray: 1-1 :Chelsea



Jose Mourinho, Fatih Terim'den sonra en çok sevdiğim ve saygı duyduğum teknik direktördür. Hırslı olmaları, sürekli kazanmayı kendilerine felsefe edinmeleri, oyuna müdahale konusunda cesur olmaları vs şeklinde listeyi uzatabileceğimiz ortak noktaları olduğunu düşünüyorum. Porto çıkışlı olsa da, Mourinho'yu her zaman Chelsea ile özdeşleştirdim.  Onun yeniden Chelsea'ye gelişi ile birlikte Premier Lig'e ayrı bir gözle bakmaya çalıştım. Chelsea'nin Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray ile eşleşmesi ise bu açıdan hoş bir tesadüf oldu. Halihazırda takip ettiğim Chelsea maçlarını daha dikkatli şekilde izlemeye başladım.

Mourinho, Chelsea'deki yeni döneminde hem günümüz şartlarında yarıştığı kulvarlarda yarışın içinde kalabilecek, hem de uzun vadede daha da güçlenerek ve gelişerek katkı vermesini istediği - yaygın tabirle- geleceğin takımını kurdu. Mevcut kadroda Terry gibi, Lampard gibi yaşlı diyebileceğimiz oyuncular olmakla birlikte; Willian gibi, Oscar gibi, Salah gibi oldukça genç ve yetenekli oyuncular da mevcut. Bu harmanlanmış takımın halihazırda hem lig hem de Şampiyonlar Ligi'nde iddiasını sürdürebiliyor oluşu Mourinho'nun oturtmaya çalıştığı takım savunmasıyla doğrudan ilintili.

Chelsea'nin uygulamış olduğu başarılı takım savunmasına daha sonra tekrar döneriz. Chelsea'yi tanımaya biraz daha devam edelim. Chelsea'nin dikkat çekici bir diğer özelliği de çok başarılı şekilde hızlı hücuma kalkan bir takım olmaları. Buradan savunma tandanslı bir takım oldukları izlenimi çıkmasın zira karşılarındaki rakip kaynaklı geriye yaslanmak zorunda kaldıklarında hızlı hücumlarla çok takımın canını acıtabiliyorlar. Burada en sıkıntılı nokta Chelsea'nin  -''katil forvet'' diye de adlandırılabilecek- bitiriciliği üst seviyede bir golcüden yoksun olması. Bunun eksikliğini çokça hissettiler. Görünen o ki bu sene hissetmeye de devam edecekler. Mourinho'nun en çok şikayetçi olduğu konulardan birisi de bu ve Portekizli teknik adam bu rahatsızlığını da çoğu zaman gizlemiyor. Mourinho'nun iyi bir akıl hocası olduğunu biliyoruz. Bu şekilde dert yanarken diğer yandan da forvet oyuncularını cesaretlendirecek ve onların güvenini tazeleyecek açıklamalar yapıyor. Ancak Galatasaray maçından sonra da ''rakipler üç pozisyona girip hepsini gol yapıyor, biz ise beş pozisyona girip sadece birini gol yapabiliyoruz'' diye vermiş olduğu bir demeci de mevcut.

Chelsea'nin takım savunması demiştik, ona geri dönelim. Chelsea'de tüm oyuncular topun karşısına çok iyi geçiyor (topun arkasına geçme lafını ben pek benimseyemedim. topun karşısına demek bana daha mantıklı geliyor). Bu sayede rakibe boş alan bırakmıyorlar ve kaptıkları toplarla da çok hızlı şekilde hücuma çıkıp rakip kalede tehlike yaratıyorlar. Bunu yaparken ana mentalitelerinin savunma olmaması onları klasik bir kontra atak takımı olmaktan alıkoyuyor. Chelsea'nin takım savunması her geçen gün oturduğu için yeni oyuncuların bir araya gelmesi ile ortaya çıkan problemler çok büyük sorun olmadan halledilebiliyor. Bu vesile ile Chelsea çok fazla maç kaybetmiyor ve aynı zamanda takım birbirine alışma evresini büyük zorluklar yaşamadan atlatıyor. Bu yüzden, Mourinho'nun, kısmen, yeni kurulduğunu söyleyebileceğimiz bu ekipte takım savunmasını oturtmuş olması onları iki kulvarda da iddialı halde tutuyor.

Chelsea'nin özellikleri bu kadar belliyken Galatasaray ne yaptı? Aslında cevabı şu şekilde verebiliriz; en yapmaması gereken neyse onu yaptı. Yani, rakibine gereğinden fazla boş alan verdi. Hücuma çıkarken yapılan basit top kayıpları bunda belirleyici etken oldu. Galatasaray, bu sebepten rakibe pozisyon vermekle kalmadı, kendisi de hücumda etkili olacak atakları geliştiremedi. Mancini geldiğinden beri Galatasaray'ın ne oynayacağını kestirmek önceden pek mümkün olmuyor. Öyle ki, kadroyu bilmek bile bazı şeyler için yetersiz kalıyor çoğu zaman. Mutlaka maçın başlamasını ve takımın sahaya yayılışını bekleyip, görmek gerekiyor.

Şunu net şekilde söyleyebiliriz; Galatasaray maça çok yanlış bir kadro ile başladı. Semih gibi takımda akıllara şüphe getirmeden oynatılabilecek tek stoperi kesmek, Hajrovic gibi Türkiye Ligi'nde hamle oyuncusu olarak gördüğünüz bir ismi direkt 11'e koymak fazlasıyla riskti. Zaten alınan bu risk de tutmadı ve ilk yarı Galatasaray adına oldukça sıkıntılı geçti. Mancini, takımı ana hatlarıyla belirlemişti esasında. Kilit oyuncu genelde Ceyhun oluyordu çünkü savunma arasına girip oyun kurmada yardımcı olan, top rakipteyken de orada bir süpürücü, sibop görevi görmesi istenen isim oydu. Orada Emre Çolak ve Yekta da denenmiş ancak yetersiz bulunmuştu. Mancini, Chelsea'ye karşı Ceyhun'u kesmekle kalmadı; yerine alternatifi olarak görülen iki ismi de koymadı. Hal böyle olunca Galatasaray sahada sağlam bir şekilde duramadı. Mancini'nin hatasını kısa sürede görüp, telafi etmeye çalışması ise önemliydi. Bu zamana kadar devam eden kısa Galatasaray kariyerinin bize gösterdiği şeylerden biri oyuna müdahale konusunda oldukça geç kalmasıydı. Bu hamleyle birlikte, oyuna müdahale edebilme noktasında zaman saplantısı olmadığını bizlere gösterdi.

Semih'in oyuna girişi, Hakan Balta'nın sakatlığı ile mi alakalıydı, bilemiyorum. Ancak çok doğru bir değişiklik olduğunu söylemekte fayda var. Esasında Mancini ekstra bir şey yapmadı. Yalnızca yapması gerekenleri yaptı ve bu durum sonuca pozitif yönde yansıdı. Her zaman için zor olan, kolayı yapmaktır. Aynı Semih'in yapması gereken bir davranışı yapmış olmasından ötürü tebrik yağmuruna tutulması gibi. Zira doğruyu, yapması gerekeni yapan olmadığından;  basit şeyleri yapanlar insanların gözüne farklı gelir.

Bu hamlelerden sonra Chelsea'nin Galatasaray yarı sahasındaki etkinliği azaldı, Galatasaray'ın Chelsea sahasındaki baskısı arttı. Aynı Beşiktaş'ın yaptığı gibi Chelsea de Sneijder'in çok fazla topla oynamasını istemedi ve bunu engelledi. Galatasaray'ın hücumlarını güzelleştiren, akılcı hale getiren şey; her hücumda Sneijder'in en az bir kez topla buluşmasından geçiyor. Maç içerisinde, birçok kez, topla buluşabilmek için Galatasaray yarı sahasına kadar yaklaştığını gördük Sneijder'in. Markajdan çıkıp alanını boşalttı ve Telles'in oraya koşu yapmasını sağlayarak hem kendine pas opsiyonu yarattı hem de rakip savunmanın dengesini bozmayı amaçladı. Bunu genelde rakip yarı sahada yapıyordu bu kez başarabilmek için kendi yarı sahasına gelmek zorunda kaldı, hepsi bu. Duran top veya değil, golde Sneijder'in parmağının olması tesadüf olarak addedilmemeli. Bu takım için en önemli parçalardan biri ve mutlaka toplu oyunda yer almalı.

Alex Telles'in dikine oynaması, top tekniği, isteği ve azmi Galatasaray için çok değerli. Telles'in transferinden evvel Galatasaray'da ''bir şeyler yapsa da maç dönse'' denilen adam sayısı yalnızca ikiydi. Telles'in gelişi ile beraber bu sayı arttı. Bu algıyı yaratan Telles'in, esasında bir bek oyuncusu olması bile onun ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu gösteriyor. Bunu söylerken Telles'in zaaflarının da farkında olmak lazım tabii. Hava toplarında ve işin savunma kısmında sırıttığı bir gerçek. Buna ek olarak fiziksel yönden de gelişmeye ihtiyacı var. Bire bir pozisyonlarda İvanovic'e karşı üstünlük kuramamasındaki temel nedenlerden biri fiziksel olarak güçsüz olmasıydı. Ancak, henüz çok genç olduğunu ve gelişime fazlasıyla açık bir futbolcu olduğunu unutmamakta fayda var.

Galatasaray'ın Londra'da yapması gerekenler az çok belli. Birincisi mutlaka doğru kadro ile sahada yer almak, ikincisi sahada sinmemek. Açıkçası ikinci ihtimalin gerçekleşeceğini pek sanmıyorum. Tabii ki doğru bir ilk 11 ile sahaya çıkmak kaydıyla. Gerisi birazcık şansa, biraz da oyun için dengelere bağlı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder