27 Eylül 2013 Cuma

Şimdi sen gidiyorsun ya...




Nereden ne şekilde başlamalıyım gerçekten bilemiyorum. Esasında şu yazıyı yazacak gücü dahi kendimde bulamıyorum. Bugün üçüncü gün. Fatih Terim'in bizden koparılmasının üzerinden tam üç gün geçti. Hala daha bazı şeyleri kavramakta güçlük çekiyorum. Nasıl olur? Böyle bir şeye nasıl cürret ederler? 40 yıllık Galatasaray Kulübü Divan Üyesini, yaşayan en büyük Galatasaraylıyı ve en önemlisi Galatasaray'a hayatını adamış bu ismi nasıl bu kadar çabuk silebilirler?

Her şey bu kadar basit olmamalı, olamaz da zaten. Üçüncü döneminde Fatih Terim, Galatasaray'ın başına gelsin diye, kendi çapımda, elimden gelen her şeyi yaptım. 19 Mayıs'ta imzayı attığı açıklandığında Dünya'nın en mutlu insanı bendim, bizdik. Çünkü Galatasaraylı Fatih yuvasına dönmüştü. Hem de bir daha hiç ayrılmamak üzere...

İki güzel sene... Kendimi tanımaya başladığım yıllarda geçirdiğim en güzel iki sene ve baş mimarı yine Fatih Terim. Nasıl ki çocukluk kahramanım oldu, gençliğime de damga vuracaktı. Bunu hissediyordum. Zora düştüğüm zaman onu düşünür, mutlu ve umutlu olurdum. ''Biz Fatih Terim'e sahibiz be'' diye kendi kendimi teselli eder hayatıma devam ederdim.

Ben kafamı yastığa koyduğumda Galatasaray'ı düşünmeyi bırakalı iki sene oldu. Çünkü biliyordum ki bunu yapmama gerek yok. Hocam zaten fazlasını yapıyor. Ailesini ihmal ediyor ama Galatasaray'ına zaman harcıyor. Uykusuz kalıyor ama Galatasaray'ına zaman harcıyor. Kendinden alıp Galatasaray'a veriyor.

Galatasaray her zaman kazanır, her zaman şampiyon olur ama hiçbir şampiyonluk Fatih Terim ile alınan kadar anlamlı ve özel olmaz. Çünkü o, benim için Galatasaray tarihinin en büyük efsanesi. Ve en önemlisi ben onu babam gibi seviyorum.

Artık heyecanımı ve inancımı kaybettim. Odaklanamıyorum. Futbolu ne konuşmak ne de izlemek istiyorum. Bazen kendimi de sorguluyorum. Galiba sevmek suç bu dünyada. Vallahi bak. SEVMEK SUÇ. Çünkü kimi sevsek gidiyor. Ayırıyorlar bir şekilde. E o zaman niye seviyoruz ki abi? Ayrılıklar sevdaya dahilmiş de oymuş da buymuş da. Çok saçma.

Galatasaray Futbol Takımı'nın ne olduğunu anlamak isteyenlerin Fatih Terim'e bakması yeterliydi oysa. Galatasaray zaten güçlü ama Fatih Terim ile çok daha güçlü.

Mehmet Demirkol ''Türk Futbolu'nun kaderini değiştiren isim Selçuk İnan'' derken şiddetle muhalefet etmem de bu yüzdendi. Çünkü Türk Futbolu'nda birisi kader değiştirmişse bu isim Fatih Terim'den başkası olamazdı. Olmayacak da zaten.

Benim hayallerim vardı. Benim inancım vardı. Benim düşündükçe mutlu olduğum şeyler vardı. Şimdi hepsi gitti. Hayallerimi, inançlarımı en önemlisi çocukluğumu çaldılar be!

Babam da çok üzgün hocam. O da birilerine çok kızgın. O da bu durumu hayal bile edemezdi. Çünkü o da seni benim gibi seviyor. İnanır mısın, bu zamana kadar sadece bir kişi ile fotoğraf çektirmiş o da sensin. Öyle özelsin işte onun için. Hatta yıllar sonra tribüne dönme sebebi de sendin. Şimdi boşluktayız. Hem o, hem de ben. Ne yapsak bilmiyoruz. Galatasaray'a tutunalım, tutunacağız da muhtemelen ancak hayal kırıklığı çok başka şey hocam. Sana yapılanları hazmedemiyoruz. Onlar bize de yapıldı. Kabulllenemiyoruz.

Bir de senin yerine kimin geçmesini istediğimi soruyorlar. Bana bunu soruyorlar hocam. Ben buna cevap versem ne olur biliyor musun, sana ihanetlerin en büyüğünü yaparım. Çünkü benim için en iyisi sensin ve hep öyle kalacaksın. Yerine kim gelirse gelsin gözlerim o kulübede daima seni arayacak. Ben seni özleyeceğim. Yeniden gelene kadar...

Kardeşim adına çok sevinçliydim. Senin başarılarınla, senin yazacağın Galatasaray destanlarıyla büyüyecekti. Ama şimdi... Senin yerine gelecek abidik gubidik adamların yöneteceği Galatasaray'ı izleyecek. Ve anlamayacak hiçbir şeyi...

Ama onun da hayatında yer ettin be hocam. Kadıköy'deki şampiyonluk çok özeldi mesela. Ya da Schalke'yi orada yenmek. Bu çocukların da bu zaferlere ihtiyacı vardı. Bunlar için de kocaman bir eyvallah. Ama benim senden neyi istediğimi çok iyi biliyorsun. Ah be hocam, en büyük kupa işte. Ellerinde kalksa fena mı olurdu? Uyurken en çok hayal ettiğim şey buydu işte. Ben yine hayal edeceğim ama. Belki bir gün yine yollar kesişir he? Ne dersin?

Bir de sana bu kadar gönül vermemi anlamayanlar var. Varsın anlamasınlar. Zaten bizi kim anlıyor ki? Seni kaç kişi anlayabildi ki? Herkes anlayabilseydi asıl sıkıntı o zaman başlardı.

2004'te sana Olimpiyat'ta veda etmiştim. Hatırladın değil mi? Taa bizim tribünün önüne kadar gelip ''hakknızı helal edin'' demiştin. Ağlamıştık. Geçen gün yine aynısını demişsin, yine ağlattın. Cumartesi Arena'ya geliyormuşsun. Belki de son kez...

Ben yine orada olacağım. Sana olan sevgimi haykırmak, sana son kez ''İmparator'' diye bağırabilmek için.

Basket maçları da öksüz kalacak. Sen salona girdiğinde heyecanlanır, maça daha da motive olurdum. Sana ilk kez o kadar yakın olmuştum çünkü.

Bir de telefonda benden bahsetmişti sana Simge Fıstıkoğlu. Hatırladın di mi? O gün sana dediğim şeyi de anımsamışsındır; ''senle ilgili kitap yazacağım ama tek şartım var o da Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kaldırman'' diye. O gün kahkaha atmıştın. Ben beklentiyi nasıl böyle yükseltmişim diye. Seni sen yapan buydu işte. Seni bunun için sevdik.
Ama artık kavgamız daha da büyük Hocam. Sana yapılanları ömrü hayatım boyunca unutmayacağım. Ve her ne olursa olsun, sen her zaman benim en büyük Galatasaray efsanem olarak kalacaksın.

Elbet bir gün yine buluşuruz. O zamana kadar kendine iyi bak. Biliyorum, çok daha iyisini yazmam lazımdı sana. Ama olmuyor be hocam, valla olmuyor. Boğazım düğümleniyor, gözlerim yaşlanıyor ellerim klavyedeki tuşlara zor basıyor. İdare et be, belki bir gün bir yerde karşılaşırız. O zaman sana olan sevgimi çok daha net ifade edebilirim, kim bilir.

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Senin de dediğin gibi; Allah yardımcımız olsun.

Hoşçakal...

23 Eylül 2013 Pazartesi

Geri dönüş

Filmi biraz geriye sarıp 17 Eylül akşamına dönmek lazım. Nasıl ifade etsek, ne söylesek bilemiyorum. Salı gününden pazar gününe geçen süre beş günden çok daha fazlasıydı. Böyle bir durumda hiçbir şey söyleyemezsiniz. Sadece en yakın maç gününü beklersiniz. Öyle bir ruh haline bürünürsünüz ki; tarifi yoktur. İster Galatasaray taraftarı olarak böyle ağır skorlar almaya alışkın değiliz deyin, ister büyük beklentilerimiz vardı... Ortak nokta şu; çaresizlik hissini o gün tüm Galatasaraylılar yaşadı.

Galatasaray'a saldırmak, Galatasaray'ı aşağa çekmek için en ufak fırsatı bekleyenler için bu skor bulunmaz bir nimetti. Hem içten hem dıştan vurmaya başlayanlar oldu. Oysa olması gereken çok basitti; sessiz kalıp takıma destek olmak. Genelde kolay olanlar yapılmaz zaten, yapılsa ortada sorun olmayacaktır çünkü. Durduk yere kaos yaratmak, bundan beslenmek isteniyor herhalde. Ancak olan yine taraftara oluyor, en çok zararı onlar görüyor.

Normal şartlarda zaten zor geçmesi olası olan Beşiktaş maçı, hem yaratılan atmosfer hem de içine düşülen psikolojik durum nedeniyle bambaşka bir hal aldı. Pazar günü Galatasaray, 76 bin kişi önünde şampiyonluk maçına çıkacakmış gibi bir hava yaratıldı.

Yabancı liglerdeki maçlarda, zaman zaman, mağlup konumda olan takımın durumunu anlatmak için ''x şimdi dağa tırmanmak zorunda'' denir. Almeida'nın golünden sonra Galatasaray için geçerli olan şey tam olarak buydu.

Galatasaray her ne kadar istediği futbolu oynayamıyormuş gibi gözükse de üç yıllık bir takım ve Beşiktaş'a göre oldukça tecrübeli. Genç ve yeni bir takım olan Beşiktaş'ın böyle bir atmosferden olumsuz etkileneceği çok açıktı. Galatasaray'ın Fatih Terim ile beraber inanılmaz derecede düzelen derbi karnesi de malum. Bu durum Galatasaraylı oyuncuların kendilerinden emin ve sağlam oynamasına yol açtı. Ancak devreye 1-0 mağlup durumda girmek Fatih Terim'in önünde sadece 45 dakikalık bir zaman dilimi bırakmıştı.

Fatih Terim'in üzerinde yeteri kadar baskı var zaten. İster kendi yarattı deyin, ister başka bir şey. 6-1 kaybedilen, hem de iç sahada kaybedilen, Real Madrid maçından sonra ligde de dokuz puan geriye düşmek taşları ciddi manada yerinden oynatırdı. Belki ligin şu haftalarında dokuz puan geriye düşmek Galatasaray'ın şampiyonluk umutlarını bitirmezdi ama psikolojik olarak çok sıkıntılı durumlara sokardı. İşler daha da zorlaşırdı. Tabi rüzgarlı, fırtınalı havalarda gemiyi karaya yanaştırmada adeta bir usta olan Fatih Terim'in kenarda olması Galatasaray'ın en büyük şansıydı.

Önünde kalan 45 dakika için takımını çok iyi hazırladı Fatih Terim. Galatasaray'ın en büyük sorunu gol atamıyor oluşuydu. Garip belki ancak Drogba, Burak ve Sneijder'li ileri hücum hattı gol atamıyor. Böyle bir sıkıntı var. Engin - Bruma değişikliği bu açıdan Galatasaray'ın çehresini değiştirdi. Bu üçlüye geriden bir ismin destek vermesi ve destek verirken de dikine oynayıp, adam eksileterek bunu yapması çok ciddi avantaj oluşturdu Galatasaray için.

Bruma, henüz ham. Yani işlenmeye hazır ancak işlenmemiş. Bu hali bile göz kamaştırmaya yetiyor. Önceki maçlardan tek farkı savunmaya daha fazla yardıma gelmesiydi. Bu görevi de başarıyla yerine getirdi. Buna karşın Galatasaray'ın ikinci yarıda yaptığı en önemli hamle; alanları çok iyi kapatması oldu. Çünkü mevcut sistemde Selçuk sağ iç oynamak zorunda kalıyordu ve en ufak konsantrasyon bozukluğu, iyi alan kapatamama rakibe orta sahada etkili olup, hücumda tehlike yaratma fırsatı veriyordu. İkinci yarı bu dengeyi kusursuz şekilde sağladı Galatasaray. Bu da, maçı getiren etkendi zaten.

Galatasaray dün üç puandan çok çok fazlasını aldı Olimpiyat Stadı'nda. Galatasaray için ''yeniden hayata döndü'' desek sanırım yanlış olmaz. Geçen sene de üç maçlık mini bir kriz yaşamıştı Fatih Terim'in öğrencileri. Bu kez yaşanan kriz ise çok derin ve ağır oldu. Atlatmak ise geçen seneki kadar kolay değildi...

9 Eylül 2013 Pazartesi

Ünal Aysal - Fatih Terim - TFF üçgeni



İnsanlara fazlaca paranoyak bir yaklaşım olarak gelebilir ama Fatih Terim üzerinden Galatasaray'ın durdurulmak istendiğini düşünüyorum ben. Yabancı sınırı da buna yönelik bir hamleydi, Hoca'nın Milli Takım'dan davet alması da.

''Fatih Terim giderse Galatasaray çöker mi, ne alakası var?'' diyenlerin ise olayı çok basite indirgediği kanaatindeyim. Fatih Terim her şeyden evvel bir Galatasaray efsanesidir. Hem de Metin Oktay kadar efsane bir isimdir. Hatta ve hatta yaşayan en büyük efsanedir. Kısacası Galatasaray için teknik direktörden daha fazlasıdır. Bana göre dünya üzerinde Galatasaray ile bu denli uyum yakalayabilecek belki de tek hocadır. Bunu da artık taraflı tarafsız herkes anladı.

Talihsiz bir ikinci dönem geçirdi, bu durumu kabul etmek istemeyenler o dönemi öne sürerek argüman oluşturdular kendilerine. Üçüncü dönem başlarken de hep o ikinci dönem gündeme getirilip bir algı yaratılmaya çalışıldı. Ancak Hoca, kazandığı başarılar ile yine kendini kanıtladı. Artık sorgusuz sualsiz hemen herkes Fatih Terim'in Galatasaray için dünyadaki en iyi hoca olduğunu biliyor. Ve mevcut Galatasaray'ı durdurmanın yolunun da Galatasaray - Fatih Terim bağını koparmaktan geçtiğini düşünüyorlar.

Lig artık tek taraflı bir hal almaya başladı. Galatasaray dominasyonu ile geçecek bir lig istemiyorlar. Bu kimsenin işine gelmiyor çünkü. Bunun için de Başbakan önderliğinde bir organizasyon başlatıldı. Muhtemelen Hoca'ya da birçok yerden yoğun baskı var.

İsteyen göstermelik desin, isteyen başka bir yorum yapsın ancak yönetim kurulunun almış olduğu ''iki yıl sözleşmeyi uzatıyoruz'' kararı, mühim bir karardır. Fatih Terim imzayı attığı an hem spekülasyonların önüne geçecek hem de oyunu kısa vadede durdurmuş olacak

Ben Hoca'nın teklifi reddedeceğini düşünmüyorum. İmzayı atacaktır. Ancak sene sonunda TFF, Fatih Terim'i bırakmayacaktır. Esasında TFF görünümlü Başbakan desek daha doğru. Bu kez ''her iki takımı da çalıştır'' baskısı gelecektir. İki takım olayına da Ünal Aysal peşinen karşı olduğunu söyledi. Bu kez Fatih Terim - Ünal Aysal ikilisi bir kez daha karşı karşıya gelmiş olacak çünkü Fatih Terim, kendince Milli Dava olarak gördüğü, Milli Takım antrenörlüğünü mutlaka yürütmek isteyecektir. Ünal Aysal'ın deyimiyle ''nur topu gibi'' bir kaosumuz daha olacak.

Bu durumun orta yolu yok gibi gözüküyor. Ya Fatih Terim bu oyunu görüp, ''Milli Dava''sından vazgeçecek; ya da Ünal Aysal ''Hoca sadece Galatasaray'ı çalıştıracak'' düşüncesinden...

Burada hangisinin doğru ya da yanlış olduğundan ziyade içinde bulunduğumuz durumu analiz etmeye çalıştım. Yoksa bütün Galatasaraylılar şöyle bir durumda Ünal Aysal'ın düşüncesini destekleyecektir hiç kuşkusuz.