30 Mayıs 2012 Çarşamba

İmparator: Fatih Terim





Galatasaray armasının üzerinde yer alan üç yıldızın görünümünde değişiklik yapmaya karar versek ve iki yıldız koyup yanlarına da bir Fatih Terim imzası eklesek sanırım yanlış olmaz. Zira, Galatasaray armasının üzerinde yer alan her bir yıldız beş şampiyonluğu temsilen orada yer alıyor. Bu sene itibariyle Fatih Terim'in de Galatasaray başında yaşadığı şampiyonluk sayısı beş oldu.

Şakayı bir yana bırakırsak, dip yapılan bir sezonun ardından Galatasaray'ı yeniden ayağa kaldıracak tek bir teknik direktör vardı dünya üzerinde; Fatih Terim.

Benim canlı şahit olduğum en büyük Galatasaray efsanesi Fatih Terim'dir. Ali Sami Yen'i görme şerefine nail olamadım, Metin Oktay ise doğduğum yıl hayata gözlerini yumdu. Bizler Fatih Terim ve ekibinin yaşattığı mutluluklar ile büyüdük. Fatih Terim babamız, Hagi amcamız, Hakan Şükür, Hasan Şaş ve diğerleri abimiz oldu. Sokakta Hagi'nin, Hakan Şükür'ün ismini bağırdık. Fatih Terim'i televizyonda gördüğümüzde dahi mutluluktan yerimizde duramazdık.

Hayatımızın en mutlu günü olan 17 Mayıs'ın mimarlarındandı Fatih Terim. Çocukluğumuza dair Galatasaray ile alakalı en mutlu anılar ne ise, onların başında hep o vardı.

Fatih Terim bize bu büyük başarıları yaşatmasa, onu bu kadar çok sevebilir miydik? Yine severdik herhalde ancak efsane statüsüne koyamazdık. Zaten efsane olabilmek için büyük işler başarmak gerekmiyor mu? Hiçbir şey yapmayan insanlar hayatın hangi döneminde efsane oldu ki?

Galatasaray'a birçok teknik direktör geldi geçti. Sevdiklerimiz çok oldu içlerinde, inandıklarımız, güvendiklerimiz. Kimisi mutlu etti bizi, kimisi ise hayal kırıklığına uğrattı. Ama Fatih Terim'in yeri her zaman bambaşka oldu. Güven duygusu bambaşka bir duygu. Bir insana güven duymak, onun kanatlarının altında huzuru bulmak, seni her daim koruyacağını bilmek... Bunlar tarifsiz duygular ve çoğunlukla ailenizden birinin size hissettirdiği eşsiz hislerdir. İşte bana Fatih Terim dendiği zaman bunları hissediyorum. Onun Galatasaray'ın başında olması bana her zaman güven veriyor. Akşam başımı yastığa koyduğum zaman, Galatasaray'ın sahipsiz olmadığını ve Galatasaray'ı en az benim kadar düşünen birinin Florya'da var olduğunu biliyorum ve huzurla uyuyorum. Dünya üzerinde Fatih Terim'e sevgimin ve saygımın büyüklüğünü anlatacak kelimeler malesef ki yok. Varolanlar arasından seçebildiklerim ise sınırlı: ''babam gibi''

Artık büyüdük ve çocuk değiliz. Hep düşünürdüm, ''dünya gözüyle bir kez daha Fatih Terim'i Galatasaray'ın teknik direktörü olarak görebilecek miyim?'' diye. Çünkü çok erken ayrıldı Galatasaray'ın başından, sanki biz bir rüyadaydık ve o rüyanın en güzel yerinde uyandırıldık. Rüyanın sonunu göremeden bizleri bırakıp gitti. Belki de Fatih Terim'e ilk ve tek kez o zaman, o çocuk halimle kızmışımdır. Çünkü işini yarım bıraktı. Alınacak bir kupa daha vardı.

Ve geçen yaz... Yeni yönetim, yeni yapılanma derken son bir şans doğdu benim için. Yarım kalan rüyamın devam edebilmesi, Ünal Aysal ve yönetiminin vereceği karara bağlıydı. Açıkçası Ünal Aysal'ın başkanlık süreci boyunca konuştuğum her Galatasaraylıya, Fatih Terim'in yeniden teknik direktör olarak gelmesi gerektiğini söylüyordum. Belki de insanlar benim bu ısrarcı tutumumdan sıkılmıştı, bilemiyorum.

Ortada bazı iddialar vardı ancak resmi olarak açıklanmadan inanmıyordum. Malum, geçen sene önce kabul etti dendi daha sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Hatta Haluk Yürekli'nin canlı yayında rejiden ''hoca olmuyor'' dediği bile söylendi. Fatih Terim resmi olarak açıklanmadan bir gün önce, Erhan Önal bir tanıdığımıza ''hoca gelmeyecek, başka biri gelecek bizler de altyapıda görev alacağız'' demişti. Bu haber benim varolan ümitlerimi tükenme noktasına getirmişti.

19 Mayıs akşamı...

19 Mayıs akşamı okulda festival vardı. Daha önceden bilet almıştım fakat o akşam Ünal Aysal'ın televizyona çıkacağını öğrendim. Arkadaşlara ayıp olmasın diye planı ertelemedim ve konsere gittim. Esasında gözüm de hep telefonda, gelecek bir mutlu haberde. Ama ne olduysa, kendimi kaptırmışım herhalde, telefona bakmayı uzunca bir süre unuttum. Aklıma geldiğinde ise telefonda cevapsız aramalar ve gelen mesajlar vardı. Cevapsız aramalardan ilki olan Babam'ı aradım ve mutlu haberi aldım. Benim için sezonun en büyük transferi Fatih Terim'di zaten. Belki de transfer duyumunu bu denli az kovaladığım nadir sezon geçen sezondu. Benim en büyük yıldızım takımın başına geçmişti çünkü...

Ancak sadece benim güvenmem yetmiyordu. Sevgi ve saygı çok fazlaydı fakat Galatasaray'ın içinde bulunduğu durum da ortadaydı. Eski güveni herkesin gözünde yakalamak kolay olmayacaktı. Çünkü hepimizin ortak paydası, göz bebeğimiz Galatasaray yaralıydı, tedaviye ihtiyaç duyuyordu. Dünyanın en iyi profesörü de gelse, hastada iyileşme belirtileri görene dek, ümitvar olunamazdı.

Biz belki dünyanın en iyi doktorunu getirmedik ama, ailemizin çok sevdiğimiz doktorunu çağırdık.

Ve Allah'a şükürler olsun ki Fatih Terim, bu üzgün, dibi görmüş camiayı yeniden ayağa kaldırdı. Bu sene takım şampiyon olmasaydı dahi, Galatasaray ayağa kalkmış olacaktı. Yıllar sonra gerçek manada bir takıma sahip olmanın keyfine vardık taraftar olarak. Futbolcular da, Florya'da oluşan takımdaşlık duygusuyla, kendileri için olduğu kadar arkadaşları için de mücadele etme duygusunu tattılar. Dünya'da takım olmak kadar keyifli bir ikinci şey nedir ki acaba? Bugün Melo gitmemek için türlü söylemlerde bulunuyor, Eboue Galatasaray için ailem diyorsa, yakalanan takımdaşlık olgusundan bunları söylüyor.

Bu sene ''Fatih Terim galibiyeti'' diye adlandırabileceğimiz birden çok galibiyeti var Galatasaray'ın. Benim ilk aklıma gelen Kayserispor maçıdır mesela. Bir hafta önce Gaziantep maçında ağır yara almış takım, senelerdir kazanamadığı Kayseri deplasmanından çok net bir galibiyet alıp gelmişti.

Dediğim gibi böyle birçok galibiyet var ama en önemlisi, hiç şüphesiz ki, Kadıköy'de alınan şampiyonluk. Play off'ta kötü giden bir Galatasaray, türlü ayak oyunları ile son maçta Kadıköy'e bırakılan bir şampiyonluk maçı...

Hocanın gece, bizce ani hoca içinse önceden düşünülmüş bir karar ile, takımı Florya yerine Balmumcu'da kampa alması muazzam bir hamleydi. Belki de Galatasaray o akşam şampiyonluk kupasının bir ucundan tutmuştu. İkinci kritik hamlesi ise, bu sene oynadığı dört maçta da harika bir şekilde analiz edip, kitlediği Fenerbahçe'yi; yine şahane bir şekilde analiz edip rakibine neredeyse pozisyon vermeden şampiyonluğu Kadıköy'de alıp geri dönmesi.

Sıfırdan takım kurulan bir sezonda, en çok golü sizin atıp en az golü sizin yemeniz, Kadıköy'de çıktığınız şampiyonluk maçında rakibe neredeyse pozisyon dahi vermeden kupayı alıp gelmeniz, ligde hiç derbi kaybetmemeniz bunlar kolay şeyler değil gerçekten.

Düşünüyorum da, beni kolay kolay kimse Olimpiyat Stadı'na götüremez demiştim yıllar önce. (2008 Olimpiyat Stadı, Kasımpaşa - Galatasaray maçı sonrası). Fikstür çekildikten sonra ilk maçın Olimpiyat'ta İBB ile olduğunu öğrenmemle beraber, babamı arayıp maç için bilet almasını söyledim. Fatih Hoca'nın yeri böyle de ayrıdır benim gönlümde.

Yeniden hoşgeldin hocam, hep beraber nice şampiyonluklara.







23 Mayıs 2012 Çarşamba

Galatasaray Erkek Basketbol Takımı




Galatasaray'ı yıllardır, basketbol ve futbol ağırlıklı olmak üzere, takip ederim. Çocukken babam ile çoğunlukla Şampiyonlar Ligi olmak üzere birçok maçına gittim Galatasaray'ın futbol branşında. Fakat basketbolda Galatasaray'ı salondan takip etmek bir türlü kısmet olmamıştı. Ama babamla ne zaman basketbol maçı izlesek, ''oğlum basketbolu yerinde izlesen daha çok seversin'' derdi.

Yanılmıyorsam 2009-2010 sezonuydu. O sene ÖSS'ye hazırlandığım için televizyondan takip ediyordum sadece maçları. Ne Ali Sami Yen'e ne de Abdi İpekçi'ye gitme fırsatı bulamamıştım.

Güneşli bir hafta sonuydu. Galatasaray ligin son maçında Bornova ile oynuyordu. Küçük de olsa takımın küme düşme ihtimali vardı. Malum o sene Cemal Nalga olayı yaşanmış, Galatasaray neredeyse küme düşecekti. Sağolsun ''kara gün dostu'' Cem Akdağ ve öğrencileri insanüstü bir gayret ile takımı ligde tutmuş, neredeyse play off'a bile sokacaklardı. Hem sınav stresini iki saatliğine de olsa üzerimden atmak hem de takıma teşekkür etmek için koyulduk babam ve kardeşimle yola ve Abdi İpekçi'ye gittik. İlk gittiğim basketbol maçı o maçtı. Herhalde hayatım boyunca unutmam.

Sonraki sene yeniden yapılanma, Oktay Mahmuti'nin coach olarak gelmesi ve bu sene Euroleague'de yapılanlar...

Babam söylediğinde haklıydı, basketbol yerinde izleyince çok daha keyifliydi. Bu sene ailecek basketbol kombinesi aldık ve maçların büyük çoğunluğunda salonda olduk. İtiraf etmem gerekirse ben de her Galatasaraylı gibi bu sene şampiyonluğa kesin gözüyle bakıyordum. Çünkü takıma inancım tamdı.

Normal sezonu lider bitiren ve saha avantajını eline alan Galatasaray Medical Park, beklenmedik bir şekilde yarı finalde lige veda etti. Tabi burada başta Ergin Ataman olmak üzere tüm ''Beşiktaşlı basketbolcuları'' yürekten tebrik ediyorum. Seriyi hakettiler ve kazandılar.

Üzüldüğüm nokta bu denli güzelliklerin yaşandığı bir sezonun lig şampiyonluğuyla süslenememiş olması ve daha da önemlisi; şampiyon olunması halinde cebe konulacak olan üç yıllık Euroleague'e katılma hakkının elimizden gitmesi.

Hem, şampiyon olup yılların getirdiği hasreti dindirme fırsatını teptik; hem de bu sene büyük renk kattığımız Euroleague'de kalıcı olma fırsatını kaçırdık.

Kızgınlık yok aksine moral bozukluğu çok fazla. Futbolda şampiyonluğu kaybetmiş kadar üzüldüm neredeyse.

Ama ben, başta Oktay Mahmuti olmak üzere bu sene Galatasaray forması için ter döken herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Ellerinden geleni yaptılar. Galatasaray camiasını basketbolun şampiyonlar ligi'nde çok çok iyi temsil ettiler ve ''we are the best Galatasaray'' tezahüratını Avrupalıların aklına kazıdılar.

Önümüzdeki sezon çok daha iyi bir kadroyla, aynı inançla ve aynı mücadele ile; ''son topa kadar'' savaşacaklarından zerre kuşkum yok.

Seneye daha güzel ve önemli zaferlerde, Abdi İpekçi'de buluşmak üzere!

15 Mayıs 2012 Salı

Şampiyon Galatasaray





Geçen hafta çok sevdiğim bir arkadaşımın abisi Galatasaray - Beşiktaş maçını izlemek için onlara davet etti. Haliyle şampiyonluk ihtimali hepimizi heyecanlandırmış durumda, maç öncesi yorumlar bu minvalde şekilleniyor.

Ben söze girdim, dedim ki; '' adalet varsa bu sene Galatasaray şampiyon olur''. Arkadaşımın abisi de cevap olarak; ''Dünya'nın adaleti yok ama Allah'ın adaleti var. Merak etme'' dedi.

O gün beklentiler boşa çıkınca şampiyonluk son haftaya kaldı. Haliyle biraz üzüldük, zira o gün şampiyonluğu kutlamayı planlamıştık. Ama söylenen bu laf benim çok hoşuma gitmişti ve cebime bu lafı koyarak eve dönmüştüm.

Nitekim aradan bir hafta geçti ve Galatasaray, hakettiği şampiyonluğu ''Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda'' ilan etti ve kupayı orada aldı.

14 Mayıs 2006 akşamından sonra, ikinci kez, 12 Mayıs 2012 tarihinde bir kez daha İlahi Adalet'e inandım.

Şike soruşturmasının sonra kurgulanan oyun belliydi. Gerek eski TFF olsun, gerek yeni TFF olsun gerekse de yayıncı kuruluş olsun, hepsinin amacı Fenerbahçe'yi şampiyon yapmaktı. O kadar düz mantık bakıyorlar ki olaylara, Fenerbahçe (ligde olmayı dahi haketmediği bu sene) şampiyon olsaydı ''bakın gördünüz mü geçen sene şike yok'' diyeceklerdi.

Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nda oynanan İstanbul Büyükşehir Belediye - Galatasaray maçına giderken, yolda sezonun mottosunu belirlemiştim. ''Türk Futbolu'ndaki tiyatroya inat saldır Galatasaray''

Galatasaray sadece şampiyon olmadı 12 Mayıs akşamı. Şampiyonluktan çok daha fazlasını aldı yıllardır türlü ayak oyunlarının oynandığı o stadyumdan.

Hem TFF'yi yendi, hem Digitürk'ü yendi hem de şikeyi meşru görmek isteyenleri yerle bir etti.

Boğazlarına kadar pisliğe batanlar kendi çöplüklerinde boğuladursunlar, Galatasaray; Fatih Terim önderliğinde yeniden Avrupa'yı fethetmek için hazırlanıyor.

Bu vesile ile tüm Galatasaraylıların şampiyonluğunu kutlarım. Yeni bir Galatasaray çağı başlıyor, keyifle izlemelerini tavsiye ederim.