17 Nisan 2012 Salı

Beşiktaş: 0 - 2 :Galatasaray





14 Nisan 2012'ye dönmek lazım aslında, maçın ertelendiği tarihe...

Hem yayıncı kuruluşun gönlünü hoş tutmak, hem de şike davasının baş aktörü Fenerbahçe'nin ceza alacağını hesaba katıp, onun lig yarışından uzak kalmasını engellemek amacıyla ortaya çıkan play-off'un ilk maçı, yoğun yağmur nedeniyle o gün oynanamadı. Maç tatil edildikten yarım saat sonra deli gibi yağan yağmurun bir anda durması, ilahi güçlerin de bu saçma sapan organizasyona bir isyanı mıydı acaba?

Bence evet deyip, maçın oynandığı tarih olan 16 Nisan'a dönüş yapalım.

Maçtan bir gün önce Fenerbahçe'nin kazanması moral olarak Galatasaray takımını tabiki olumsuz yönde etkilemiştir, neticede lig bitiminde 9 olan puan farkı, Galatasaray'ın bir maç eksiği ile 2'ye düşmüştü o galibiyetten sonra.

Hem kazanmak zorunda olmanın verdiği baskı hem de Beşiktaş'ın son bir güç ile bu maça asılma isteği, Beşiktaş'ı baskın Galatasaray'ı ise daha pasif gösterdi maçın başında. Fakat bunun maç boyunca sürmeyeceği açıktı. Çünkü bir tarafta gerçek manada ''takım'' olmayı başarabilmiş bir Galatasaray, diğer tarafta ise istikrarsızlık abidesi Beşiktaş vardı.

Galatasaray üzerindeki stresi çabuk atlattı ve o dakikadan sonra oyuna ağırlığını koydu.

Aynı durum aslında Kadıköy'deki Fenerbahçe maçında da olmuştu. Fenerbahçe, taraftarın verdiği gaz ile maça başlamış, pozisyon bulmadan iki gol bulmuştu fakat akabinde Galatasaray yine o baskıdan sıyrılıp kendine gelmiş ve oyunun geri kalan bölümünü domine etmişti.

Galatasaray'ın en büyük problemi hücumda. Var olan eksiklikler belli, defalarca yazmaya gerek yok, oyunun her yönünde iyi olan takım hücum varyasyonları olarak sıkıntı çekiyor fakat hem takım olma olgusu hem de oyunun merkezden kurulmasıyla Galatasaray bu eksikliğini bir şekilde kapatıyor. Beşiktaş maçı öncesi de temel endişe Galatasaray'ın gol bulup bulamayacağı şeklinde kafamda beliriyordu. Çünkü takım savunmasını çok iyi yapan bir Galatasaray var ortada. Ve bu takım savunması her hafta daha da iyiye gidiyor.

Normalde maçlarla ilgili yazı yazmadan önce herhangi bir spor yazarını dinlemek tarzım değildir fakat dün şöyle bir kanallara göz gezdirdiğimde Fatih Terim'in Manuel Fernandes'i ne kadar iyi analiz ettiğini ve takımının onu ne kadar iyi durdurduğunu söyleyen herhangi bir yorumcu göremedim. Ta ki bu sabah Mehmet Demirkol'u dinleyene kadar. Bir tek o söyledi bunu, bir kez daha saygı duydum kendisine.

Melo - Riera krizinin çok iyi yönetildiğini ve bu durumdan Galatasaray'ın güçlenerek çıkacağı düşüncesine sahip olduğumu bir önceki yazıda yazmıştım. Melo'nun zaten 11'de başlayacağını uçan kuş biliyordu da, Riera'yı yazan çok insan yoktu. Genelde Aydın ve Sabri üzerine şekillenmişti kadrolar. Aydın alternatifi benim de aklımdan geçiyordu çünkü Fatih Terim'in ''onu kazanmak için uğraşacağız'' sözlerinden sonra müthiş bir çıkış yakalamıştı kendisi. Ancak Riera, yaşanılan krizin mağduruydu birnevi ve ona şans bu yüzden gelecekti. Savunmaya yardım etmesinin dışında hücumda da faydalı işler yaptı İspanyol. Melo'nun golünde ortayı yaparkenki soğukkanlılığı bence takdire şayan zira ilk pozisyonda ortayı yapsaydı, o top Beşiktaşlı oyuncuya çarpıp ya taça ya da kornere çıkacaktı. Kısa bir süre de olsa beklemesi ve düşünmesi golün mimarı olmasını sağladı.

Maçın asıl kahramanlarından biri de Engin'di. Takım olarak Galatasaray çok iyi mücadele edip, basketbol tabiriyle ''son topa kadar'' savaştığı için bir oyuncuyu diğerinden ayırmak yanlış olur lakin özel olarak üzerinde durarak hakkını da vermemiz gereken oyuncular var.

İlk çıktığı maçlarda 75 dakikayı zor gören, ''psikopat'' Engin Baytar'ın gidip yerine iki 90 dakika çıkaracak kadar hazır, ''durulan'' Engin Baytar'ın gelmesi muazzam bir olay. ''Yeni Engin'' Galatasaray değil de, takım olma kimliğinden uzak Trabzonspor yahut Beşiktaş gibi bir takımda oynasaydı; takımın bayrak adamı konumuna gelebilirdi. Galatasaray bir takım olduğu için, makinanın işleyen bir parçası konumunda şu an sadece.

Aydın Yılmaz'a gelelim, Galatasaray'ın bir türlü patlama yapamayan genç yeteneği...
Fatih Terim'in bile ''idmanların durdurulamaz'' oyuncusu diyerek sitemde bulunduğu ''genç'' yıldız. Gerçi Emre Çolak ve Semih ile karşılaştırıdığımızda Aydın'a genç demek çok doğru olmaz ama son haftalardaki çıkışından ötürü bu mübalağayı çok görmeyelim ona.

Mersin maçıyla beraber takıma sonradan dahil olup, direkt katkı yapmaya başladı Aydın. Mersin maçında sonradan girdi, penaltı yaptırdı ve takım 3 puana uzandı. Kadıköy'de oyuna sonradan girdi; Galatasaray halihazırda ablukaya aldığı rakip kalede daha da yaratıcı olmaya başladı. Sivasspor maçının ilk yarısında muazzam bir ilk yarı oynadı(kupa maçı) ilk yarının sonunda sakatlanarak çıkmak durumunda kaldı. Manisaspor maçında girip penaltı yaptırdı ve dünkü maçta golünü attı.

Mevcut Galatasaray kadrosunun alternatifsiz ve yaratıcı oyuncuya aç bir kadro olduğunu düşündüğümüzde, altyapıdan gelen Aydın'ın verdiği katkı çok çok önemli. Hem yerli oyuncu olması hem altyapıdan gelmesi hem nispeten genç olması hem de yaratıcı olması en büyük avantajı.

Fenerbahçe'ye yakınlığı ile bilinen Türk medyası, Fenerbahçe'nin Trabzonspor'u yenmesi ile beraber onları şampiyon gibi lanse edip, inanılmaz derecede havaya soktu. Bunu yaparken Galatasaray'ın varlığını kısa bir süreliğine olsa da unuttular ve Galatasaray'ın puan kaybı yapacağına, tuttukları takımın şampiyon olma ihtimalinden daha fazla inandılar. Haliyle sonuç hüsran oldu. Aynı Sivas'ta oynanan Sivasspor - Galatasaray maçından sonra yaşadıkları hüsran gibi...

Türlü oyunlar ile ayarlandığını düşündüğüm fikstür, Galatasaray'ın Beşiktaş'ı İnönü'de yenmesiyle darmadağın oldu ve fikstür avantajı tekrar Galatasaray'ın eline geçti.

Hem bu oynadıkları oyunu bozmak hem de play-off denen zımbırtıya son noktayı koymak için tek bir maç kaldı Galatasaray'ın önünde. Önümüzdeki hafta Arena'da alınacak galibiyet ile Galatasaray fişi çekip, sene başından beri söylediği şampiyonluk şarkısını daha bir gür sesle seslendirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder