28 Ekim 2012 Pazar

Galatasaray: 3-0 :Kayserispor


Galatasaray'ın hafta arasında çok ağır bir zeminde Şampiyonlar Ligi maçı oynamış olması, Kayserispor maçını görünenden biraz daha zor bir maç haline getirmişti. Zemin nasıl olacaktı, oyuncuların zihinsel ve bedensel yorgunlukları sahaya nasıl yansıyacaktı? Aklımızda bir sürü soru işareti ile izlemeye koyulduğumuz maç, sorunsuz bitti.

Galatasaray'ın sezon başından beri yaşadığı problem, takım savunmasındaki sıkıntıyı bir kenara koyarsak, aslında belliydi. Belki rakip kaleye golleri üçer üçer atıyorduk lakin bir şeyler eksik gibiydi. Bunun da temel sebebi merkez orta sahada yaşadığımız sıkıntıydı. Selçuk'un sorumluluk almayıp skora direkt katkı yapmadan geçirdiği haftalara Melo'nun formsuzluğu eklenince bir müddet sıkıntı yaşadık. Dün itibariyle Yekta'nın rotasyona dahil olması ve muazzam bir performans sergilemesi, üzerimizdeki ölü toprağı atmamızda önemli rol oynadı.

Peki Yekta ne yaptı da herkesin takdirini topladı?

Öncelikle şunu söylemek lazım, Yekta haftalardır Selçuk'un yapmadığını yaptı yani sorumluluk aldı. Sadece yan pas, geri pas yaparak basit oynamayı değil, dikine ara pasları atarak adam kaçırmayı, enine uzun paslar atarak da atağın yönünü değiştirmeyi başardı. Bu da Galatasaray'ın hücuma kalkarkan inanılmaz derecede rahatlamasını sağladı. Oysa, geçen sene bunları takımda yapan isim Selçuk'tu. Bu sene Selçuk'u eleştirmemizdeki temel neden de işte bu bahsettiğimiz şeyleri yapmayıp daha basit oynamayı tercih etmesiydi. Yekta'nın bu pozitif futboluna Selçuk'un skora direkt etki eden pas ve serbest vuruşları da eklenince oyun erken koptu.

Şu şekilde de özetleyebiliriz aslında oyunu: Yekta'nın takıma getirmiş olduğu dinamizm, hem takımı rahatlattı hem de Selçuk'u kendine getirdi.

Galatasaray'da merkez orta saha düzelince çarkın diğer dişlileri de standartın üstünde verim vermeye başladı. Haftalardır dökülen Eboue bile, geçen sezon bolca gördüğümüz fakat bu sene fazlasıyla özlem duyduğumuz şekilde, hücuma katıldı, pozisyonların içerisinde aktif rol oynadı. Tüm bunlara ek olarak, Hakan Balta'nın yerine forma şansı bulan Riera'nın hücuma getirmiş olduğu akıcılık, geçen sezondan fakrlı olarak bir kişi daha fazla hücumda var olmamızı sağladı. Hakan Balta belli bir standartı olan bir oyuncuydu fakat hücuma yeteri kadar destek veremiyordu. Her ne kadar işin savunma kısmında hala büyük eksikleri olsa da, Riera'nın sol bek oynarken hücumda bindirmelere katılıp, ataklarda rol oynaması Galatasaray adına büyük bir artıydı.

Sırf bonservis fiyatına ödenen paradan ötürü haftalardır üzerine gidilen Amrabat'ın iki maçtır ortaya koyduğu performans memnuniyet verici. Her geçen hafta takıma ve takımın oyun şablonuna biraz daha alışıyor ve Galatasaray'ın hücumda fazlasıyla ihtiyaç duyduğu ''yaratıcı oyuncu eksikliği''ni gidermek için çok çabalıyor. Bu çıkışına rağmen Amrabat'ın sezon başı hazırlık kampını kaçırdığını ve taktiksel anlamda hala çok büyük eksiklikleri olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Cris'in çok başarılı oynamasına rağmen işin savunma kısmında sıkıntılar bitmiş değil. Özellikle, yapılan basit hatalar Galatasaray'ın canını dün gece de yakabilirdi. Tek tesellimiz, Cris'in etkili oyunu ve savunmadaki liderliği ele alır görüntüsüydü.

Haftalardır sırtımızda bir kambur olarak duran ''galibiyet alamama'' stresini üzerimizden atmak önemliydi. Bundan sonra kritik bir viraja gireceğiz. Üç maç üst üste deplasmanda olacağız (İbb, Cluj, Mersin). Bu virajı eğer hasarsız geçebilirsek hem lig hem de Avrupa'da önemli bir avantaj yakalamış oluruz.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray: 1-1 :Cluj


Eskiler hep anlatırdı 92 yılında oynanan Galatasaray - Bremen maçını... Biraz ilerideki İnönü'de hava günlük güneşlikken Ali Sami Yen'in karlarla kaplı oluşunu nasıl izah edebileceğimiz bize soruluyordu. Dünkü maçta yaşanan hava olayının sadece Türk Telekom Arena'ya özgü oluşunu izah edemediğimiz gibi, onu da edemezdik. Artık bizim de ileriki nesillere anlatabileceğimiz bir Bremen maçımız var. Aradaki tek fark rakibin ismi. Bu seferkinin adı; CFR Cluj...

Maçtan saatler önce yağmaya başlayan ve hiç ara vermeden devam eden yağmur, saha zeminini berbat etmeye yetip de artmıştı bile. Özellikle Clujlu oyuncuların ısındığı bölüm çamur deryasına dönmüştü. Maç öncesi bu manzaraya gözleri takılan her kim olursa olsun, tehlikenin kısmen de olsa farkına varmıştı.

Farklı bir inanmışlık vardı tribünde. Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk üç puanın geleceğine dair ciddi bir inanç söz konusuydu. Oyuncuların sahada gösterdiği reaksiyonda bununla doğru orantılıydı. Ama Galatasaray sadece rakiple mücadele etmiyordu. Bu durum da, bizim teknik - taktik analiz yapabilmemizi imkansız hale getiriyordu. O stattan üç puan ile ayrılacaksak bu zamana kadar denemediğimiz bir şeyleri denememiz lazımdı. Maç 0-0 iken bile böyle bir ortamda golü nasıl atacağımızı düşünürken bu esnada Cluj'un nadir kaleye gelişlerinden birinde golü bulması tüm moralimizi yerle bir etti. Bundan sonrası artık Galatasaray için çok daha zordu.

Maç boyunca aklımda hep Mehmet Demirkol'un söylediği o söz vardı: ''Galatasaraylılar unutmasın, tarih Milan maçının son dört dakikasında değişti.'' Bu bilinçle, umutsuzluğa pek de fazla kapılmadan, hava şartlarına isyan ederek, takımı desteklemeye devam ettim/k.

Tabi maçın kaderini büyük ölçüde etkileyen olay, rakibin bir kişi eksilmesi ve akabinde kaçan penaltıydı. Biraz dikkatli bakarsanız Melo'nun geçen sezon attığı penaltı gollerine, yere yakın şekilde topa vurarak penaltıyı kullandığını görürsünüz. Topu çok yukarılardan köşeye göndermeyi denediği belki de tek maç bu sene başında hazırlık maçında karşılaştığımız Eyüp maçıydı. Orda da penaltıyı kaçırmıştı zaten.

İkinci yarı diğer kaleye hücum edecek olmak Galatasaray adına bir avantajdı zira diğer kalenin önü, ilk yarıda atak yaptığımız kalenin önüne göre çok daha iyi durumdaydı.

İkinci yarıda bambaşka bir Galatasaray vardı sahada. Stoperler bile oyunun çok büyük bir bölümünü rakip yarı sahada geçirdi. İkinci yarının başlarında şuursuzca içeri topu doldurarak gol aradık. Ataklarımızın biraz daha biliçli olmaya başladığı an ise Amrabat'ın kanat değiştirdiği dakikaya denk geliyordu. Sağda Amrabat, solda Emre (iki ters ayaklı oyuncu) zeminin kısmen kuru olan bölgelerini kullanarak rakibi ciddi anlamda bunalttı. Onca çabanın karşılığı olarak Burak'ın golü geldi zaten. Her ne kadar teselliden öteye gitmese de...

Sabri'nin oyuna girişi Galatasaray'a dinamizm kazandırdı. Haftalardır dökülen Eboue'nin kenara alınması doğruydu. Eboue'nin tek başına oyundan çaldığı süreler 5 dakikayı bulur muhtemelen. Pek verimli olmayan fakat oldukça uzun süren taçları Galatasaray için değil, rakipler için avantaj.

Netice itibariyle, Galatasaray dün belki ikinci yarıda sergilemiş olduğu mücadele ve kazanma azmi ile Cluj'u alt etti ancak hava şartlarını geçemedi. Mustafa Denizli zamanında demiş ya hani ilk Bremen maçı sonrası; '' gökten ateş de yağsa biz bu Bremen'i 1-0 yeneriz'' diye, Galatasaray da normal şartlarda oynansa defalarca yeneceği Cluj'u, ateş değil yağmur damlalarının çok seri şekilde düşmesi sebebiyle yenemedi. Elimizde hala umutlu olmak için pek çok sebep var. Daha önce imkansızı başarmış, yaşamış insanların da umutsuz olmaya hakkı yok zaten.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Gençlerbirliği: 3-3 :Galatasaray


Bir problemi çözebilmek için önce sorunu teşhiş etmeniz gerekir. Peki, Galatasaray'daki problem nerede ve üst üste gelen puan kayıplarının sebebi ne? Bugün kendimce bu sorulara cevap arayacağım.

Galatasaray'ın hem hücumda hem de savunmada belli başlı problemleri var, bu bir gerçek. Ancak, savunmada yaşadığı sorunlar, hücumda yaşadığı sorunlardan çok çok daha fazla ve can sıkıcı.

Galatasaray'ın bu sene yaşamış olduğu en büyük problem şu: Takım halinde savunma yapamama.

Tek başına bu sorunun varlığı bile geçen seneki Galatasaray ile bu seneki Galatasaray arasındaki farkı anlamamız için yeterli.

Galatasaray, bu sezon gerçekten çok kaliteli bir kadroya sahip. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tam manasıyla bir takım kimliğine bürünmüş değiller. Dağınık bir futbol var sahada ve bu da skora ciddi şekilde yansıyor.

Galatasaray sezon başından beri hemen her maçta rakiplerine ciddi pozisyonlar verdi ve basit goller yedi. Bunların bazıları bahsettiğimiz takım savunmasıyla alakalıydı, bazıları ise bireysel hata kaynaklıydı. Galatasaray'ın takım savunmasının oturmamasında belli başlı bazı sebepler var.

Birincisi, stoper mevkisinde Hoca'nın sürekli rotasyona gitmesi.

Anlaşılan o ki, Ujfalusi'nin sakatlığı Hoca'nın bütün planlarını alt üst etmiş. Savunmada liderliği kime vereceğine bir türlü karar veremiyor ve sürekli bir arayış içerisinde. Tecrübesi nedeniyle, Ujfalusi dönene kadar, saha içi liderliği yapması için Cris'i aldı fakat ondan da istenilen verim alınamayınca yeniden Semih - Dany ikilisine döndü. Ancak bu ikili sürekli yan yana oynamadıkları için saha içinde zaman zaman koordinasyon sıkıntısı çekiyorlar ve rakibe göbekten kolay pozisyon veriyorlar. Özellikle yenilen basit çalımlar, savunmanın kolay delinmesine sebep oluyor.

İkincisi, geçen seneki omurganın zarara uğraması.

Bunu şu şekilde ifade edebiliriz. Geçen sezon Galatasaray'ın omurgasını oluşturan isimleri şöyle bir sıralayalım; Muslera - Ujfalusi - Melo - Elmander. Bu sezon Ujfalusi sakatlandı ve uzun süredir yok. Melo, formsuz. Elmander rotasyona uğradı. Haliyle, yeni bir omurga oluştu ve biz şu an bu omurganın kusursuz çalışmasını bekliyoruz. Her ne kadar yapılan transferlerden sonra Elmander'i biraz ikinci plana atmış olsak da şu gerçeği sanırım hepimiz gördük: Elmander, bu takımın en değerli oyuncularının başında geliyor. O, bir forvetten ziyade orta sahanın göbeğini üçleyen de bir oyuncuydu. Çift forvet oynadığımız için, Elmander'in orta sahaya yardıma gelmesi üçlü orta saha gibi oynamamızı sağlıyordu. Bu durum da, orta saha oyuncularımızın rahat hareket etmesine olanak tanıyordu. Bu sezon ise Elmander'in sıkça rotasyona girmesi bu durumu sekteye uğrattı.

Genelden biraz daha özele inerek bugünkü maça geleyim. Çıkan kadro, Selçuk - Emre ve Umut - Burak değişiklikleri dışında, ideale yakın bir kadroydu. Burak'ın geçen sezon göstermiş olduğu olağanüstü performans kadro kurarken hepimizin kafasının karışmasına sebep oluyor. Burak çok önemli bir golcü fakat takım oturana kadar kendisinden biraz feragat etmemiz gerekebilir. Nasıl? Şöyle, Elmander ve Umut birlikte oynadıkları vakit rakip savunmaları ciddi anlamda yıpratıyorlar. Burak gibi fizikli, aralara kaçan, fırsatçı bir oyuncunun sonradan oyuna dahil olması rakipler adına ne kadar büyük bir tehlikeyse Galatasaray adına da o kadar büyük bir şans. Bir süre Burak'ı böyle kullanmayı deneyebiliriz.

Bunun yanı sıra, Amrabat bonservis ücretinin altında ezilme tehlikesi ile karşı karşıya. Galatasaray, ilk yarı boyunca bırakın top oynamayı, mücadele dahi etmedi. Gençlerbirliği sadece mücadele ederek Galatasaray'ın karşısında durmayı başardı. İkinci yarı ise en az rakibi kadar mücadele etmesi gerektiği gerçeğini aklına getiren Galatasaray, farkını ortaya koydu. Hem ilk yarıda hem de ikinci yarıda maçı tek başına değiştirebilecek belki de tek adam vardı: Amrabat. Kötü de oynasa, Amrabat rakipler için potansiyel bir tehlike. Nitekim, Galatasaray'ın bulduğu ilk golde ortayı kesen isim de kendisiydi. Skorun kısa süre içerisinde Galatasaray lehine dönmesinde önemli bir pay sahibiydi. Çünkü oyuna dinamizm getirdi ve Galatasaray'ın temposunu yükseltti. Galatasaray'ın takım savunması oturmadığı için, 2-1'den sonra orta sahaya ekstra bir oyuncu almak pek fazla bir şey değiştirmeyecekti. Çünkü orta sahada rakipten bir kalabalık olmak oyunun kontrolünü ele alacağınız anlamına gelmez. Gerçekten savunma yönü kuvvetli bir takımsanız bu size artı sağlar.

Dağınık oynayarak bir şeyler yapmaya çalıştı Galatasaray bugüne kadar. Bu dağınıklık, Türkiye Ligi'nin kalitesizliğinden ötürü ülke sınırları içerisinde çok fazla kendini belli etmedi. Ne zamanki Avrupa Arenası'na çıkıldı, o zaman Galatasaray'ın defosu da belirdi. Fazla değil biraz akıllı hücum eden Braga, Galatasaray'ı yenmeyi başardı. Teknik heyet sıkıntının farkında, bu güzel ancak hem taraftarın, hem teknik heyetin hem de futbolcuların mental anlamda daha fazla yıpranmaması için bir galibiyet şart. Önümüzde bir Cluj sınavı var. Galatasaray'ın Avrupa'daki kaderini belirleyecek maç. Eğer, ihtiyaç duyulan galibiyet bu maçta alınabilirse psikolojik üstünlük yeniden Galatasaray'a geçer. Bu durum da sorunların daha çabuk aşılmasını sağlar.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Galatasaray: 1-1 :Eskişehir


Galatasaray'ın son iki maçında oynadığı rakipler, Orduspor ve Braga, birbirinin kopyası oyun anlayışlarına sahip ekiplerdi. Takım boyları çok kısa olan, rakibine boş alan bırakmayı sevmeyen ve kontra atak ile hücuma çıkmayı düşünce haline getirmiş...

Eskişehirspor ise bu ekiplerden çok daha farklıydı. Galatasaray'ın bugünkü puan kaybını son iki maçtaki rakip takım anlayışına bağlamak kesinlikle doğru değil.

Daha önce de söylediğim gibi, özellikle stoper mevkisinde rotasyona gitmeyi çok sağlıklı bulmuyorum. Sürekli değişen tandem oyuncuları savunma istikrarının sağlanmamasına neden olurken, takımın kolay gol yemesine sebebiyet veriyor. İşin en kötü tarafı ise Fatih Terim bunun hala farkında değil. O, işin daha çok rotasyon kısmında. Ancak fazla rotasyon da bu takıma zarar verir. Bu olay hakkında Fatih Hoca ile tamamen farklı düşüncelerdeyim.

Galatasaray, ilk golü bulana kadar çok vasat bir futbol oynadı. Yine temposuz, hücumda etkisiz kısaca sıkıcı bir futbol sergiledi. Gelen gol ile beraber Galatasaray çok daha iyi hücum yapmaya başladı. Bunda şüphesiz ki Amrabat'ın oyuna girişi etkili oldu. Yazının başında da belirttiğim gibi, Eskişehirspor Galatasaray'ın son iki maçında karşılaştığı rakiplerden daha farklı bir futbol anlayışına sahip. Takım halinde kendi yarı sahasına çekilip savunma yapabilen bir ekip değil. Dolayısıyla Amrabat gibi yaratıcı bir oyuncu ile rakip kalede çok daha tehlikeli olunması bir tesadüf olarak değerlendirilmemeli. Galatasaray'ın 1-0'dan sonra eleştirilebilecek belki de tek yanı, farkı daha da arttıramamasıydı.

Golün hemen ardından hocanın Yekta hamlesi önemliydi. Bu hamle takıma ''kontrollü oynayın'' mesajı veriyordu. Nitekim, bu hamleden sonra ortaya çok daha iyi futbol oynayan bir Galatasaray çıktı. Zaten maç boyunca kalesinde çok fazla tehlike vermedi takım. Eskişehirspor'un gol bulabilmesi için bireysel bir hataya ihtiyaç vardı. Tam da bu dakikada ortaya son haftaların formsuz ismi Selçuk çıktı. Yenilen goldeki hatalar zinciri onunla başladı. Yapılan gereksiz bir top kaybı Eskişehirspor'un golü ile sonuçlandı. Yine aynı noktaya geleceğim, takım savunmasıyla oynamak bu tarz gollerin yenmesine sebebiyet veriyor malesef. Gerek Braga maçında yediğimiz gol, gerekse de Eskişehir'in bulduğu gol kopya gollerdi. Muslera topu kurtardı, hem de defalarca kurtardı, seken topu Galatasaraylılar uzaklaştıramadı, rakip golü attı. Oysa birbirini tanıyan savunma oyuncuları bir arada oynasaydı eğer, kaleciden dönen toplar bu denli sıkıntı yaratmazdı.

Tabi şunu da unutmamak lazım, geçen sene Galatasaray'ın omurgasını oluşturan dört isim Muslera, Uujfalusi, Melo ve Elmander'di. Bugünkü karşılaşmaya baktığımızda sahada sadece Melo ve Muslera vardı. Muslera şahane oynarken, Melo dökülüyordu. Bu maçın özelinden çıkıp genele döndüğümüzde ise, omurga ile gereğinden fazla oynandığı gerçeğini görüyoruz. Umut olsun, Burak olsun bunlar önemli oyuncular fakat Elmander'in kesik yemesi için ( onun görevini yapacak adamın Umut olduğunu varsayarak söylüyorum bunu) Umut'un takım ile daha fazla haşır neşir olması gerekiyor. Bir anda takımın omurgasıyla bu denli oynanırsa haliyle bu durum sıkıntı yaratır. Elmander yaşı gereği her sene performans olarak düşüş yaşabilir, bu doğaldır. Hatta zaman zaman kesik de yemesi gerekir ama geçiş dönemini atlatmadan bunun gerçekleşmesinin takıma zarar verdiğini sanırım hepimizin kabul etmesi gerekir. Çünkü hepimiz, zaman zaman, Elmander'in artık yedeğe çekilmesi gerektiği düşüncesine sahip olduk

Türkiye Ligi'nde maçlar bir şekilde kazanılır. Bugün bile Eskişehir'in doğru düzgün pozisyonu yok ama hedef Avrupa ise bu sıkıntılar orada çok fazla baş ağrıtır. Galatasaray'ın şu an için kaybettiği bir şey yok. Sadece ligi erken koparma fırsatını elinden kaçırdı, hepsi bu. Ceptekini bitirmeden toparlanmak, Galatasaray için en büyük amaç olmalı.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray: 0-2 :Braga


Aslında biz Braga maçındaki görüntüyü cuma günü, Ordu'da görmüştük. Takım halinde rakibi kendi yarı sahasında beklemek, savunmada açık vermemek ve hızlı şekilde kontra atağa çıkmak...

Braga ile Ordu arasındaki en temel fark, Braga'nın kalite olarak Ordu'dan bir iki gömlek daha üstün olmasıydı. Cuma ile salı arasındaki en belirgin fark buydu.

Braga'nın antrenörü Galatasaray'ın Ordu maçını izledikten sonra mı bu taktiğe döndü bilinmez, fakat gerçek olan şey şu ki; Galatasaray kapalı savunmaları açma konusunda oldukça zorlanıyor.

Kapalı savunmaları açmanın üç tane yolu vardır:

1) Bire birlerde etkili oyuncunuz varsa, onun adam eksiltmeleri sayesinde rakibinizi ekarte ederek, pozisyon bulmaya çalışırsınız. (Braga maçında bunu yapabilecek adam Amrabat'tı fakat Faslı oyuncu bunu çok fazla denemedi. O da sürekli pas trafiğine katıldı ve asıl yapması gereken iş olan adam eksiltmeyi ilk planda aklına getirmedi. Oysa, birkaç kez bunu denedi ve rakip ceza alanına etkili olabilecek ortalar yaptı)

2) Duran toplarda etkili olarak rakibin direncini kırarsınız. (Galatasaray bunu da yapamadı. Hem Selçuk hem de Emre Çolak, ceza alanına kestikleri toplarla rakibi fazla tehdit edemediler. Oysa, geçen sene Galatasaray'ın en büyük silahlarından biri duran toplardı, özellikle de Selçuk'un direkt kaleye kullandığı frikikler. )

3)Hızlı pas yaparak rakibi çözmeye çalışırsınız.

İşte bu maddenin üzerinde durmak lazım. Geçen sezondan itibaren Galatasaray'da eleştirdiğim en önemli eksiklerden biri hızlı oyunun bir türlü sergilenememesiydi. Oysa Galatasaray hızlı oynamayı başarabilse, çok tehlikeli bir takım haline dönüşebilir. Hızlı oyun sonucu bulunan gol diyince, benin aklıma direkt olarak geçen seneki Ankaragücü maçı geliyor. Galatasaray o maçta Engin'in savunmadan aldığı topu hızlıca rakip sahaya taşıması sonucu kontra ataktan gol bulmuştu. Galatasaray, hızlı oynamayı alışkanlık haline getirebilirse eğer, sadece kontra ataklarda değil kendisine karşı kapanan takımlarla oynadığı maçlarda da skor bulabilir.

Galatasaray dün sürekli kapanan Braga savunmasını delmeyi denedi. Bunu da pas yoluyla yapmayı tercih etti fakat o kadar yavaş top çevrildi ki, bu Braga'nın işine geldi. Aynı şey esasında Manchester maçında da olmuştu. Uzatma dakikalarında Manchester alan savunmasına dönmüş, topu da Galatasaray'a vermişti. Galatasaray o gün belki oyunun son dört dakikasını Manchester yarı sahasında geçirdi fakat sadece yan pas geri pas yapabildi. Bu da aslında Manchester'ın işine geldi. Manchester kalesinde ciddi bir tehlike yaşamadan maçı bitirdi.

Maç öncesi Braga teknik direktörü Galatasaray'a karşı beraberlik için oynamayacağız demişti, Esasında bu yorum, maçtan önce galibiyete olan inancımın artmasına sebep olmuştu. Çünkü, bir takım Arena'da Galatasaray'a karşı açık futbol oynamayı tercih ederse sonunun hüsran olacağını düşünüyorum.

Ama Braga, antrenörünün söylediği gibi galibiyet için sahada yer almadı. Asıl amaç beraberlikti, kontradan bir gol bulabilirlerse onlar için büyük başarıydı. Nitekim bu planı da çok iyi uyguladılar. Galatasaray'ı önce durdurdular, sonra da vurdular. Bu tarz takımlara karşı skor olarak geriye düşerseniz, galip gelme şansınız çok azalır. Zaten savunma mantalitesiyle sahada yer alan takım bir de golü bulunca, açık verme şansı neredeyse sıfıra yaklaşıyor. Buna rağmen, Galatasaray çok tehlikeli olmasa da pozisyonlar bulmayı başardı rakip kalede. O pozisyonlardan birini değerlendirmeyi başarabilmiş olsa, oyunun seyri farklı bir hal alabilirdi.

Açıkçası Şampiyonlar Ligi arenasında bu denli zorlanacağımızı, itiraf etmem gerekirse, beklemiyordum. Arena'daki Manchester maçını liderlik maçı olarak hayal etmiştim, ama olmadı. Şansımız zayıflamış olsa da, bitmedi. Galatasaray'ın son sözünü henüz söylediğini düşünmüyorum. Şampiyonlar Ligi bizim için Cluj maçı ile yeniden başlayacak. Şampiyonlar Ligi'nde ilk iki maçını kaybedip gruptan çıkmayı başaran takım geçen sene olmamış, üçüncü olarak çıkmayı da bir tek Olimpiakos başarmış. Tarih yazmak her zaman zordu, hiçbir zaman kolay olmadı. Bu kez de kolay olmayacak...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Alex'in Gidişi


Ben genelde bu blogda rakip takımlar ile ilgili değerlendirmelerde bulunmam. Galatasaray ağırlıklı yazılar yazıp, kendimce analizler yaparım. Zaten rakipleri yazsam da, yazıların içeriğinden çok onlar üzerindeki düşüncelerimden ötürü hakaret, küfür vs yerim.

Özellikle 3 Temmuz'da başlayan şike soruşturmasından sonra özel hayatımda dahi rakip takımların futboluyla ilgili detaylı analizler yapmamaya başladım. Çünkü ben, Fenerbahçe'nin 2010-11 sezonunda şike yaptığını düşünüyorum ve bu bağlamda hakettiği cezayı almadığına inanıyorum. Bu ligde olmaması gereken bir takımın da maçlarına yorum yapmak, kendimi kandırmak gibi geliyor bana. Bu sebepten ötürü de rakip takımlar ile ilgili analizleri minimumda tutuyorum. Hatta çok yakın arkadaşım olan bazı Fenerbahçeliler'de benim blogumu takip etmez. Az önce de söylediğim gibi, şike davasında çok uç noktalardayız ve böyle bir ortamda çok sağlıklı futbol konuşmamız pek mümkün değil. Doğruluğuna inandığım şeyi sonuna kadar savunurum, ama futbol uğruna da arkadaş harcamam. Yani, ben Fenerbahçe'ye her türlü muhalefeti çok sert şekilde yaparım onlar da çoğu zaman Galatasaray'a sallar ama arkadaşlığımıza zarar gelmesine izin vermem.

Her neyse, böyle bir girişten sonra konuya dönelim.

Yıllardır Fenerbahçe'de birçok futbolcu forma giydi. Tabi ki bir Galatasaraylı olarak herhangi birini sevmem mümkün değil, hatta içlerinde Lugano olsun, Tuncay olsun, Volkan olsun inanılmaz boyutlarda nefret ettiğim futbolcular da var. Ama son sekiz yıl içerisinde, her ne kadar zorla Hagi ile kıyaslanmaya çalışılsa da, Alex'e büyük saygı duydum. Her ne kadar ilk geldiği senelerde attığı gollerin yanı sıra kendini yere bırakmalarına çok kıl olsam da, seneler ilerledikçe hem kendi olgunlaştı hem de futbolunu çok olgunlaştırdı. Fizik olarak gerilemeye başladıktan sonra da zekasıyla çok maç kurtardığı olmuştur. Futbol bilgisi çok yüksek, akıllı bir oyuncuydu Alex. Maç sonrası söyledikleri, sonraki haftalarda oynayacağı rakipler hakkında yaptığı analizler değerliydi nazarımda. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Alex, Fenerbahçe'de bu zamana kadar saygı duyduğum ilk ve tek oyuncu olarak kalacak.

Şike yaparak camiasına asırlarca unutulmayacak bir leke bırakanlar kulüpte dururken, Alex'in takımdan adeta yaka paça atılması tam manasıyla bir skandaldır.

Ben bir Galatasaraylı olarak bu duruma gerçekten çok üzüldüm. Alex, yaşı ne olursa olsun her zaman potansiyel bir tehlikeydi maçlarda. Fenerbahçe kısa vadede ne kadar büyük bir değer kaybettiğini anlamasa da, uzun vadede bugünkü gidişin etkilerini çok sert hissedecektir.

Ben bir Galatasaraylı ve aynı zamanda futbolsever olarak Alex'e teşekkür ediyorum. En basitinden gerçek manada bir ''adam'' olduğu için.

Yolu açık olsun...