24 Aralık 2012 Pazartesi

Trabzonspor: 0-0 :Galatasaray



Galatasaray için üç puandan daha fazla anlam barındıran bir maçtı Trabzon karşılaşması. Kazanmak; yapılan onca puan kaybına rağmen ciddi bir avantaj ile ligin ilk yarısını bitirme anlamına geliyordu. Olmadı. ''Kazanamıyorsan kaybetme'' penceresinden bakmak zorunda kaldığımız bir maç oldu.

Müsabakanın ilk yarısında Galatasaray ne istediğini bilen, oyuna hükmeden, rakip kaleye bilinçli şekilde atak geliştirmeye çalışan bir ekip görünümündeydi. Önemli maçlarda farklı bir konsantrasyon ile oynayarak istediğini almayı başaran bir profil çizmişti sarı kırmızılılar. Bu maçın ilk yarısında da bu görüntüye benzer bir görüntüyü bize gösterdiler.

Genelin aksine ilk yarı bittiğinde fazla karamsar değildim. Söylediğim gibi, ilk yarıda ortaya konan performanstan memnun olmakla birlikte; ikinci yarıda bunun daha da geliştirileceği kanaatindeydim. Bu durumun da, üç puan için yeterli olacağını tahmin etmiştim. Fakat yanıldım. Galibiyet için ilk yarıdaki görüntüsünü biraz daha iyileştirmesi gereken Galatasaray, daha da geriye gitmişti ve etkisiz bir peformans sergiliyordu.

İşin biraz daha teknik tarafına geçelim. Galatasaray ne zaman 4-4-2'den vazgeçip üçlü orta sahaya dönse, bu değişiklik takıma bir şekilde olumlu sirayet ediyordu. Gerek skor olarak avantajı yakalamışken olsun, gerekse de mağlupken olsun bu hamle hep var olan performansı yukarı çekmişti. Fatih Terim de bu gerçeğe güvenerek maçın ikinci yarısında üç orta sahaya döndü yeniden. Fakat bu kez görüntüde fazla bir değişiklik olmadı. Bu hamleyle beraber daha da ileri gitmesi gereken Galatasaray, hücumda farkını ortaya koyamamakla kalmadı; kalesinde de ciddi tehlikeler yaşamaya başladı.

Hoca'nın ikinci planı da şu (Trabzon maçı özelinde değil, genel olarak) : Yedekte bir forvet tutar. Bu forvet oyuncusunu, çok büyük bir aksilik olmadığı müddetçe, forvet hattından birisi ile değiştirmez, son ana kadar önemli bir skor opsiyonu olarak yanında tutar. Buna ek olarak; skor üstünlüğünü yakaladığı maçlarda tek forvete döner ve eğer beraberlik golünü kalesinde görürse yanındaki forveti sahaya sürerek yeniden forveti ikiler.

Bu maçta ilk plan tutmayınca ikinci plan devreye girdi. Elmander oyuna dahil oldu ve Burak ile Elmander oyunun geri kalan dakikalarında çift forvet olarak sahada yer aldı. Oyuna sonradan girdiğinde etkili bir performans ortaya koyan Aydın'ın da maçın içerisinde fazla girememesi Galatasaray'ın hücum anlamında beklenen patlamayı yapmasına engel oldu.

Galatasaray'ın maç boyunca kaleyi bulan şut sayısı: 0. Bu maçın belki de en önemli şifresi. Buna rağmen; Burak girdiği iki pozisyonda Galatasaray'ın aradığı golü bulabilirdi fakat başaramadı. Bunda biraz da, Burak'a gelen tepkilerin payı var. Zira, Burak iki pozisyonda da şut çekmek yerine pası tercih edebilir ve arkadaşlarına golü servis edebilirdi. O an, aklıyla değil kendince farklı duygularla hareket etti. Sanırım bu hareketi Trabzon maçı özelinde tolere etmek mümkün. Çünkü Burak, Akhisar maçında moral bulması için Sercan'a gol attırmış bir adam.

Kazanıp ciddi bir avantaj elde etme fırsatını kaçırdı Galatasaray. Yine de kaybedilmiş pek fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ligin ilk yarısında bu kadar fazla puan kaybı yapmasına rağmen ilk yarıyı zirvede bitirmek oyuncular açısından da bir moral olmuştur diye tahmin ediyorum. Devre arasında takıma takviye elbet ki çok önemli bir durum ancak transferden ziyade Melo'nun, Elmander'in, Engin'in fiziksel olarak çok daha üst seviyelere gelecek olması Galatasaray adına en az transfer kadar değerli bir olay.

21 Aralık 2012 Cuma

Rakibimiz Schalke 04



Barcelona ve Bayern Münih gibi rakiplerin olduğu bir ortamda Schalke'yi çekmek bir başarıdır. Takımların şu anki form durumuna bakarak yorum yapmamak gerektiğini Atletico Madrid ile zamanında yaşamış olduğumuz eşleşmeden sonra anlamamız gerekiyor.

Galatasaray Teknik Heyeti'nin rakibi küçümsemek gibi bir hataya düşeceğine ihtimal vermiyorum. Kağıt üzerinde sahip olduğumuz avantajı sahaya yansıtabilmek için uğraşacaklardır.

Bu eşleşmede bizim en büyük artımız; Ocak ayında yaşayacağımız devre arası kampı. Çünkü takımın önemli bir fiziksel yükleme yapacağını düşünüyorum. Bunun yanı sıra azımsanmayacak derecede de taktik idmanı yapılacaktır. Takıma bu sezon katılan oyuncuların sisteme adapte olabilmesi açısından bunu önemsiyorum. Diğer bir nokta ise, Melo'nun fiziksel olarak güçlenecek olması. Ben ikinci yarıda Melo'dan, geçen sene göstermiş olduğu performansa yakın bir performans bekliyorum açıkçası. Eğer Melo, geçen seneki fizik gücüne bir şekilde kavuşursa üçlü orta sahaya döndüğümüzde yakalayabildiğimiz orta saha üstünlüğünü, yeniden, Melo - Selçuk ikilisi ile yakalayabiliriz. Buna ek olarak Elmander'in de fiziksel olarak güçlenecek olması ve halihazırdaki sakatlığından biraz daha kurtulacak olması da takım için oldukça değerli. Böylece hücumda topu tutabilme anlamında da elimiz baya güçlenir.

Rakip analizi yapmak ne kadar doğru bilemiyorum çünkü şu an için antrenörü olmayan bir Schalke'den bahsediyoruz. Yeni gelecek olan antrenörden sonra nasıl bir kimliğe bürüneceklerini göreceğiz ama rakipten ziyade, Ocak ayındaki kampı iyi geçirmemiz bizi bu eşleşmede oldukça öne atacaktır.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Galatasaray: 2-1 :Fenerbahçe



Galatasaray en son ne zaman iyi oynamadığı bir derbi maçını kazandı, doğrusu hatırlamıyorum. Geçen sezon oynanan dört maçın üçünde rakibine oyun olarak öyle bir üstünlük kurdu ki sarı kırmızılılar, senelerdir konuşulan derbilerdeki psikolojik üstünlüğü de ele geçirmiş oldu böylece. Çok iyi oynamadan kazanmasının altında yatan temel neden belki de buydu...

Her ne kadar geçen sezonun en kritik maçlarından biri olan play-off müsabakasında Galatasaray'ı Arena'da yenmiş olsa da Fenerbahçe, oyuncuları Arena'da yaratılan atmosferden ciddi anlamda etkileniyor. Maçtan önce gerek Volkan'ın gerekse de Gökhan'ın söylemlerine bakarsanız bunu çok daha iyi anlayabilirsiniz. Böyle bir avantajla sahadaydı Galatasaray.

Maç öncesi hemen herkesin beklentisi, 7 Aralık 2011'de oynanan ve 3 - 1 Galatasaray'ın kazandığı maçtaki gibi bir maç başlangıcıydı. Galatasaray'ın maça bu şekilde başladığını söylersek, yanlış olur.  Fenerbahçe topa sahip olmaya çalışan taraftı ve oyunun başları bu şekilde geçildi. Galatasaray'ın sezon başından beri çok iyi yapmadığını düşündüğüm iki noktası vardı:

1) Duran toplar geçen seneki kadar etkili kullanılmıyordu
2) Kaleye şut çekme konusunda tedirginlik vardı.

Galatasaray, dün maçı duran toptan bulduğu iki gol ile kazandı. Hücumda çok etkili olamadığınız, oyuna hükmedemediğiniz bir maçı kazanabilmeniz ve kapanan takımları açabilmeniz için en gerekli olan şey ne ise, onu yaptı yani. Eboue'ye yapılan faul sonrası topun başına Riera'nın geçmesi tabi ki tesadüf değildi. Hafta arası duran top organizasyonları üzerinde durulduğu belliydi. Golün, Bekir'in hatası ile gelmesi de benim açımdan sürpriz olmadı. Çünkü Bekir'i savunmadaki performansı ile değil, duran toplarda ileri çıkıp bulduğu gollerle değerlendiren bir Fenerbahçe vardı. Dolayısıyla da Bekir dün maça ilk 11'de başladı. Bu da Galatasaray'ın yararına oldu.

Bir diğer nokta da şut çekmeme meselesiydi. Maçtan önce Fenerbahçe'yi değerlendirirken en çekindiğim nokta buydu. Vasatı aşamadıkları bir maçta dahi uzaktan çektikleri şutlarla kilidi açabiliyorlardı. Fenerbahçe'nin Hasan Ali ile bulmuş olduğu gol de bu açıdan çok tesadüf sayılmadı benim için.

Peki, geçen sene de üç orta saha oyuncusu ile oynamasına rağmen Galatasaray'a karşı oyunda üstünlük kuramayan Fenerbahçe, ne değişti de dün Galatasaray'ın bu üstünlüğü kurmasına engel olup, topla daha çok oynayan tarafmış gibi gözüktü? Bunun de cevabı basit aslında; Melo ve Selçuk'un, ama özellikle Melo'nun, fizik olarak geçen seneki kadar hazır olmaması. Galatasaray'ın geçen seneki kadar net bir şekilde rakiplerine oyun üstünlüğü kuramamasının altında yatan neden de bu aslında. Bunlara bir de Elmander'in hazır olmayışı eklenince doğal olarak en çok etkili olduğu bölge olan orta sahada net bir şekilde hakimiyet kuramamaya başladı Galatasaray. Buna rağmen ilk yarıyı iki gol bularak üstün kapatmak oldukça önemliydi.

İkinci yarı başlarken Galatasaray'ın yapması gereken hamle belliydi. Yekta'nın oyuna bir şekilde dahil olması gerekiyordu. Bu şekilde orta saha üçlenecek ve Fenerbahçe'nin o bölgedeki hakimiyeti kırılacaktı. Nitekim Yekta'nın girmesi oyunun dengesini oldukça değiştirdi. İkinci yarı rakip kalede pek de etkili olamayan Galatasaray, Yekta'nın girişi ile beraber orta sahada hem biraz daha güçlendi hem de rakip kalede pozisyon bulmaya başladı.

Geçen sezon çift forvete geçtikten sonra ortaya çıkan hücum gücü, bu sezon üçlü orta sahaya döndükten sonra ortaya çıkıyor. Hatta, skora ihtiyaç duyduğu anlarda bile Galatasaray orta sahayı bir fazlalaştırıp istediğini alabiliyor. Normalde herkes orta sahayı bir boşaltıp, forveti bir arttırmayı tercih eder. Ancak, ''çok forvetle oynamak çok gol atacağın anlamına gelmez'' sözü de burada anlamlanıyor işte.

Her ne kadar Fenerbahçeli oyuncular maçtan önce ''altı puanlık bir maç değil bu'' dese de, Galatasaray bu maçta üç puandan çok daha fazlasını elde etti.

Ocak ayındaki kampın Galatasaray için harika bir fırsat olacağı kanaatindeyim. Özellikle Melo ve Elmander'in geçen sezonki fizik güçlerine yaklaşacak olması takımın seviye atlamasını sağlayacaktır. Bu durum da Galatasaray'ın çift forvet oynarken de, geçen sezon olduğu gibi, orta sahada üstünlük kurmasına olanak verecektir.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Üçleme



Yazıda üç farklı yere değineceğim. Önce Braga maçı üzerinden Galatasaray'ın bu sezonki Şampiyonlar Ligi grup karnesi ile alakalı izlenimlerimi yazacağım daha sonra Sivas maçı özelinde takımda görmüş olduğum bazı durumlardan bahsedeceğim. Son olarak da pazar günü oynanacak olan Galatasaray - Fenerbahçe maçı ile ilgili öngörülerde bulunacağım.

Şampiyonlar Ligi kuraları çekildikten hemen sonra ''lider çıkmak hayal değil'' başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu, hissi bir yazı değil mantık çerçevesi içerisinde yazılmış bir yazıydı.

Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi karnesini ilk üç maç, son üç maç şeklinde ayırmakta fayda var. İlk üç maçta yaşanılan temel sıkıntıyı ben şu şekilde açıklıyorum: Galatasaray, Manchester ile deplasmanda oynayacağı Şampiyonlar ligi ilk maçına gereğinden fazla önem vermişti. Öyle bir hava yaratıldı ki; Galatasaray bu maçı kaybetmesi durumunda Avrupa'ya veda edecekmiş şeklinde bir algı oluştu. Normal şartlarda zaten maça doğal olarak konsantre olacak futbolcular, bu maça aşırı bir şekilde motive oldular. Sonuç beklenildiği gibi olmayınca, hayal kırıklığı da gereğinden fazla oldu. Bu maçın yaratmış olduğu bir moral bozukluğu vardı oyuncularda ancak, sonuçtan bağımsız, oynanan oyunun getirmiş olduğu da bir özgüven oyuncular üzerinde hakimdi. Braga ile iç sahada oynanan ikinci karşılaşma da mağlubiyetle sonuçlanınca; oyuncular doğal olarak özgüvenlerini kaybetmeye başladı. En tehlikeli maç ise iç sahadaki Cluj maçıydı. Kolay lokma gibi görünen bir takım ile kazanması gereken bir maç oynadı Galatasaray. Doğal şartların dışında bir durum vardı o gün ve bu, Galatasaray'ın kazanmasına engel oldu.

Üç maç sonunda alınan bir puan, Galatasaraylı oyuncuların moralini ve özgüvenini çok aşağılara çekmişti. Cluj maçı öncesi, taktik ve teknikten ziyade, özgüven sorunu minimuma nasıl çekilir bunu düşünmeliydi teknik ekip Çünkü bu maç, son şanslarıydı. Cluj maçında alınan galibiyet ve sergilenen futbol Galatasaray'ın çok önemli bir eşiği atlamasına yardımcı oldu. Artık Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde de var olduğunu ve o seviyelerde de maç kazanabileceğini hem dışarıya mesaj olarak gönderdi hem de oyuncular bunu başarabilecek güçte olduklarını gördü.

Biraz uzun tuttum,  o yüzden direkt Braga maçına geçiş yapıyorum. Galatasaray'ın Braga'da sergileyeceği oyunun Cluj maçında sergileyeceği oyun ile benzerlikle göstereceği aşikardı. Nitekim öyle de oldu zaten. Ancak senaryo beklenildiği gibi olmadı. Hem Braga'nın Galatasaray karşısında öne geçmesi hem de Cluj'un Manchester'da skor üstünlüğünü ele alması; Galatasaraylı oyuncuları moral olarak geriye itti. Ancak son söz henüz söylenmemişti. Galatasaraylı oyuncular bu zor şartlarda da maçı kazanmasını bilerek, moral anlamında da geriye düştükleri bir maçı kazanarak ortaya karakter koymayı bildi.

Şampiyonlar Ligi'nde böyle bir gruba düşmek, doğal olarak, farklı beklentiler ile maçlara çıkılmasına sebep oldu. Hemen herkes, ikinci turu garanti görüyordu. Bu durum da, hem hoca hem de futbolcular üzerinde baskı yaratıyordu. Zaten Braga maçından hemen sonra oynanan Sivasspor maçı az çok demek istediğim şeyi açıklıyor.

Galatasaraylı oyuncular Sivasspor maçına oldukça iştahlı ve kendilerinden emin bir şekilde çıktı. Bunu maçı izlerken çok net bir şekilde görebiliyordunuz. ''Şampiyonlar Ligi'nde gruptan mutlaka çıkılmalı'' düşüncesi oyuncuları bağlayan bir zincir gibiydi. Sivasspor maçında bu yükten arınmış bir oyuncu topluluğu vardı. Bu da zaten sahaya yansıdı. Muslera ve Melo gibi iki önemli oyuncunun olmadığı bir maçta sonuca kolay ulaştı Galatasaray. Böyle zor bir deplasmanda bu kadar rahat kazanmak şüphesiz ki bu rahatlama ile doğrudan bağlantılıydı.

İşin biraz daha hikaye kısmını bir kenara bırakarak, taktik ve teknik konuların yoğunlukta olacağı Fenerbahçe maçı ile ilgili düşüncelerime geliyorum.

Galatasaray, maça zaten kontrollü oyundan ziyade hücumu düşünerek başlayacaktı ancak dün oynanan 1461 Trabzon maçında ortaya çıkan tablonun, bu maçın kaderini de doğrudan etkilediği kanaatindeyim.

Fenerbahçe'nin en zayıf bölgesi defansı. Özellikle Bekir'in son haftalarda takımın gol yükünü üstlenmiş olması, onun savunmadaki yetersizliğini oldukça gizledi. Pazar günkü maçta Bekir, geçen sezon Bilica'nın yaratmış olduğu etkiyi yaratabilir.

Geçen seneyi gözümüzün önüne getirelim. Oynanan dört maçında üçünde oyunun mutlak hakimi olan Galatasaray'dı. Şampiyonluk maçında ise, topu Fenerbahçe'ye vererek ''buyrun siz oynayın'' demiş, karşılığında da Kadıköy'de şampiyonluk kupasını kaldırmıştı Galatasaray. Bu, o maça özgü bir stratejiydi. Galatasaray'a o maçta galibiyet gerekse, oyunun hikayesi o maçtan önceki üç maça benzeyecekti çok büyük bir ihtimalle.

Trabzon maçının sonucundan dolayı Galatasaray maça saldırarak başlayacaktır. Aynı geçen sezon Arena'da oynanan ve 3-1 biten maçta olduğu gibi. O gün, yapılan şok pres karşısında afallayan bir Fenerbahçe savunması vardı. Galatasaray, o gün sadece şok pres yapmakla kalmayıp; Fenerbahçe'nin pas bağlantılarını kesme başarısını da göstermişti. İşte yine o gün olduğu gibi pazar günü de Fenerbahçe'nin pas kanallarını kesmek zorunda Galatasaray.

Fenerbahçe, savunmadan topla çıkmayı seven bir takım. Genelde kaleci Volkan, ilk topu stoperlere atıyor. Umut ve Burak'ın, ama özellikle Umut'un, yapacağı pres hem Bekir hem de Yobo'yu pas opsiyonu olmaktan çıkaracaktır. Fenerbahçe böyle durumlarda ikinci bir alternatif yaratmış durumda. O da şu; Meireles ya da Topal'dan biri kaleciye oldukça yanaşarak kendisini bir pas opsiyonu haline getiriyor. Galatasaray'ın bu ikinci opsiyonu da bir şekilde bertaraf etmesi gerekiyor. Eğer bu başarılırsa, 3-1 biten maçın senaryosuna benzer bir senaryoyu pazar günü görebililiriz. Galatasaray'ın o gün yapmış olduğu bu iki hamle (pres ve pas bağlantılarını kesip Fenerbahçe'yi uzun top oynamaya mahkum etme) takımın en önemli oyuncusu Alex'in oyundan düşmesini sağlamıştı. Eğer hem hücum pres yapıp hem de pas bağlantıları kesilebilirse, bu kez Cristian Baroni oyundan düşürülebilir ve Sow ile Kuyt ileride yalnızlıklarıyla başbaşa bırakılır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Bu aslında önemli bir nokta. Fenerbahçe, hücumda inanılmaz derecede sıkıntılı duruma düştüğü maçlarda oyunun kilidini açma noktasında oldukça zorlanıyor. Alex'in gidişi ile beraber sekteye uğrayan duran top organizasyonları, kilitlenen maçları açma noktasında Fenerbahçe'ye avantaj sağlamıyor. Ortaya çıkan bu sıkıntıyı uzaktan çektikleri şutlarla aşmaya çalıştıklarını gördük bu sezon. Özellikle Baroni ve Meireles'in uzaktan çekmiş olduğu şutlar, hücumda yokları oynadıklar bir karşılaşmada dahi öne geçmelerine olanak sağlayabiliyor. Özellikle işin bu kısmında da Melo ile Selçuk'a büyük yük düşecek. Galatasaray eğer orta sahayı ele geçirebilirse, maçı da büyük ihtimal ile kazanacak.






1 Aralık 2012 Cumartesi

Galatasaray: 1-1 :Gaziantepspor



Lafı eveleyip gevelemenin manası yok. Futbolun basit bir kuralı var: Şut atmazsan maç kazanamazsın.

Galatasaraylı oyuncular, ki dün de bunu defalarca gördük, ceza sahasına kadar gelip yan pas, geri pas yapıyor. Takımda şut çekmeyi akıl eden bir tek Hamit var. Zaten, genelde Hamit'in çektiği şutlarda takım tehlike yaratıyor, iç sahada oynuyorsak taraftar ivme yakalıyor ve maçın içerisine giriyor. Ancak, Hamit dışındaki oyuncular şut çekmek için şut çektiklerinden, genellikle başarısız oluyor.

Galatasaray, hücumda pasif kaldığı her dakika rakibini oyunun içine biraz daha çekiyor. Her boş dönülen hücum rakibin direncini biraz daha arttırıyor. Zaman daraldıkça Galatasaray, gol bulmak için tüm hatlarıyla rakibinin üzerine gidiyor ve geride rakibe boş alan bırakıyor. Hal böyle olunca rakipler de bir şekilde golü buluyor.

Fatih Terim, hemen her maçtan sonra ''pozisyon vermeden gol yedik'' diyor. Eğer, Galatasaray rakiplerini bu denli oyunun içerisinde tutarsa, ki burada Anadolu takımları ile oynadığı maçları kastediyorum, enteresan bir şekilde gol yeme ihtimali çok yüksek olur. Nitekim gol de geliyor zaten. Ancak, bir takım her maçtan sonra pozisyon vermeden gol yiyorsa orada sıkıntı vardır. Daha doğrusu, bu şekilde yenen golleri iyi analiz etmek gerekir.

Bunun bence en önemli nedeni yukarıda bahsettiğim sebepler. Yani, rakibi sürekli oyunun içinde tutmak ve her geçen dakika dirençlerini arttırarak ''biz bu işi başarabiliriz'' psikolojisiyle hareket etmelerine olanak sağlamak.

Daha önce yazmış olduğum yazılardan birinde, oyunun kilidini açmak için gerekli olan üç şeyden bahsetmiştim. Tekrar etmek gerekirse; hızlı paslaşmak, duran topları etkili kullanmak, bire-birlerde adam eksilterek sonuca ulaşmak. Galatasaray, ne hızlı oynamayı başarabiliyor, ne adam eksilterek gol bulabiliyor ne de duran topları etkili kullanabiliyor. Bir de bunlara bugün bahsettiğim kaleye şut çekmeme olayı eklenince ortaya hücum anlamında kötü bir tablo çıkıyor. Nasıl ki savunma hücumdan başlıyorsa, hücumdaki etkisizlik de savunmayı etkiliyor.

Tek forvetli sisteme geçmek faydalı olabilir mi, bilemiyorum. Elazığ maçında 4-5-1'e dönerek, hem de skor berabereyken, maçı almış bir Galatasaray var. Hoca da basın toplantısında sistem değişikliği olabileceğinin sinyallerini vermiş. Stattan eve gelince maçın tekrarına bakma fırsatı buldum. Selçuk, maçın son dakikasında kullanmış olduğu o rezil serbest atıştan sonra kenara dönüp ''yoruldum hocam'' demiş.  Orta sahayı bir fazlalaştırmak bir manada Selçuk'un da rahatlaması anlamına gelebilir.

Galatasaray, kendinden güçsüz takımlara karşı kafasında maçı kolay lokma olarak görüyor ve konsantrasyon eksikliği çekerek puan kayıpları yapıyor. Buna Braga maçını da örnek verebiliriz. İç sahadaki ilk Şampiyonlar Ligi maçıydı ve galibiyeti garanti olarak görmüştü herkes. Ancak işlerin hiç de öyle olmadığının farkına varılmasıyla birlikte Galatasaraylı oyuncular silkelenip kendilerine geldi ve akabinde oynadıkları 3 maçta 7 puanı hanesine yazdırdı. Çok yüksek bir ihtimalle, Portekiz'deki Braga maçından sonra Galatasaraylı oyuncular buna benzer bir durumu ligde de yaşayıp,  lige ağırlığını koymaya başlayacak. Bu zamana kadar yapılan puan kayıplarının belki de tek kötü yanı; ligi koparabilecekken rakipleri lige ortak etmiş olmamız, fazlası değil.