28 Eylül 2012 Cuma

Orduspor: 2-0 :Galatasaray


Kısa süre zarfı içerisinde oynayacağımız en önemli iki maçtan birisiydi Orduspor maçı. Ligin sert takımı ve sert deplasmanlarından olması bir yana, Galatasaray'ın galibiyet serisini sürdürmesi açısından da önemli bir müsabakaydı.

Türkiye Ligi'nde Galatasaray'ın en büyük rakibi kendisi aslında. Alacağı sonuçlar ile oyuncuların konsantrasyonu arasında doğru orantı var, olmaya da devam edecek.

Orduspor, maçın başlamasıyla beraber oyun üstünlüğünü eline aldı, top Galatasaray'dayken de sürekli pres yaptı ve Galatasaraylı oyuncuların rahat top kullanmasını engelledi. Buna bir de ortada pozisyon yokken, bireysellik sonucu gelen muazzam gol eklenince Galatasaray için işler daha da zorlaştı. Zaten bu dakikadan sonra da tamamen kendi yarı sahasında oyunu kabul etti Orduspor. Hücum oyuncuları da orta saha çizgisinin oralardan ileriye kontra ataklar dışında pek çıkmadı. Hani televizyonlarda yorumcular sıkça kullanır ya ''takım boyu'' diye bir kelime, işte bugün Orduspor'un takım boyu çok kısaydı. Galatasaray'ı en uçtaki hücum oyuncuları ile en gerideki savunma oyuncuları arasına sıkıştırdılar ve belki de bu hamleleriyle maçı kazandılar.

Geçen sene de sıkça gördüğümüz üzere, Galatasaray'ın kanatlarında oynayan oyunculardan en az biri orta sahaya yardım etmek için Galatasaray oyun kurarken merkeze geliyor ve pas alışverisinde yardımda bulunuyor. Hoca da, Amrabat'ın henüz takıma uyum sağlayamadığını söylerken bunu kastediyordu muhtemelen. Bugün Amrabat'ı bu işleri yaparken gördük. Orta sahaya geldi, pas alışverişine girdi. Bunda ne kadar başarılı olup olmadığı tartışılır tabi ki ancak bu, takım sistemine yavaş yavaş da olsa uymaya başladığını gösterir. Zamanla bu uyumun üst seviyelere çıkacağı da aşikar.

Galatasaray her ne kadar ilk yarıda oyuna hükmetmeyi başaramasa da, kalesinde de çok pozisyon verdiğini söyleyemeyiz. Ancak buna rağmen savunma hattındaki oyuncuların sürekli değişmesinden rahatsız olduğumu söylemem gerekir. Bir maçta Dany, diğer maçta Cris bir diğer maçta Semih oynuyor bu da Galatasaray'ın savunmada yer alan oyuncularının bir uyum içerisinde olmasını engelliyor. Hoca, savunmada rotasyon yapmaktan ne zaman vazgeçecek bilmiyorum ama gerçekten neden böyle yaptığını çok merak ediyorum. Keşke bir gazetecinin aklına gelse de basın toplantısında sorsa. Öyle ya, gereksiz ne kadar soru varsa sorarlar ama asıl sorulması gerekenleri es geçerler. Bilerek değil, sormak akıllarına gelmediği için...

Galatasaray'ın yediği ikinci gol tam bir skandaldı bana göre. Golün günahını sadece Hakan Balta'ya yüklememek lazım zira o pozisyonda yer alan hem Cris hem Semih hem de Hakan bu golde eşit payda suçlular. Cris ağır kaldığı için, Semih çok basit bir çalım yiyerek rakibinin yüzünü kaleye döndürdüğü için, Hakan Balta da kademeye giremediği için bu golde birinci dereceden suçlular.

Birkaç maçtır futbol şansının da Galatasaray'ın yanında olmadığını görüyoruz. Bu bir bahane değil ama görmezden de gelemeyiz. Özellikle maçın ilk yarısında bir pozisyon vardı, Ordusporlu oyuncu ters bir vuruş yaptı top köşeye gidip gol olacakken İbrahim Kaş'ın suratına çarptı ve içeriye girmedi. Bu Galatasaray adına talihsizlik, Orduspor adına ise büyük bir şanstı. Tabi bir de Burak'ın kaçırdığı gol pozsiyonları var ki bu şanssızlık değil biraz beceriksizlik ve ciddiyetsizlik kaynaklıydı. Şike ve teşvik işlerine girmeden önce Ümit Karan (ki Galatasaray'da en sevmediğim oyuncuların başında gelirdi) jeneriklik goller atardı ama ortalamanın biraz altına düştüğü zaman çekilmez bir futbolcu olurdu. Çok dengesizdi. Burak'ta bana onu hatırlatıyor. Kötü oynadığı maçlarda gerçekten hiç çekilmiyor ve saç baş yolduruyor.

Hayırlı mağlubiyet diye bir kavram var, evet; fakat bazen de yanlışlarınızı görebilmeniz için kaybetmeniz gerekmez. Kaybetmek, sizin kamçılanmanız açısından önemlidir. Galatasaray'ın en önemli sorununun ''konsatre olamama'' olduğunu zaten Fatih Terim de biliyor ve bunu açıkça söylüyor. Fakat gördüğüm kadarıyla oyuncular bunu pek idrak edemiyor. Mağlubiyetin kamçılanma açısından bir faydası olabilir Galatasaray'a, o kadar. Yoksa kazanırken de eksiklerin Fatih Terim tarafından görüldüğünü tahmin ediyorum.

Salı günü ''tamam ya da devam'' niteliğinde bir maça çıkacak Galatasaray. Özellikle Cluj ve Braga'ya iç sahada puan kaptırmamak lazım. Braga, ilk maçı kendi sahasında kaybettiği için çok hırslı çıkacak Galatasaray'ın karşısına. Cluj maçına da aldanmamak lazım. Bence çok sürpriz bir galibiyetti Cluj'unki. Galatasaray, Braga'yı atlatmayı başarabilirse Cluj maçı çok daha kolay geçecektir. Galatasaray'ın Avrupa Arenası'nda farklı oynadığını yıllardır biliyorduk ancak Manchester maçında bir kez daha görme fırsatı bulduk. Braga maçında sahada çok farklı bir Galatasaray olacaktır. Başarıya aç, galibiyeti çok isteyen, istediğini de hem rakibe hem de taraftarlara belli eden... Sanırım bu isteğe taraftar desteği ve oyuncuların bireysel becerileri de eklenince, Galatasaray istediğini zor da olsa alacaktır.

20 Eylül 2012 Perşembe

Manchester United: 1-0 :Galatasaray



Galatasaraylı olmayan bazı kesimler maç öncesi bir endişe taşıdıklarından söz ediyorlardı. Neydi o?

''Galatasaray'ın kadro kalitesi Şampiyonlar Ligi seviyesi için yeterli olmayabilir''

Hani bir tanım vardır ya ''eleştirmek için eleştirmek'' diye. İşte bu, böyle bir söylemdi. Galatasaray'ın kadrosu oluşturulurken zaten Şampiyonlar Ligi seviyesi baz alındı. O seviyede faydalı olacak oyuncular takıma kazandırıldı. Sanırım bu eleştiriyi yapanlar, Galatasaray'ın o seviyede ''çatı çatır'' top oynayabileceğini de gördü dünkü maçtan sonra.

''Hoca acaba tek forvetle çıkar mı?'' diyenlerin aksine, Galatasaray çift forvet ile sahada yer alarak kendi sisteminden ödün vermedi. Hem de Manchester tek forvet ile sahadayken...

Oyunun kaderini belirleyen isim hiç şüphesiz Melo - Selçuk ikilisi oldu. Özellikle Melo'nun inanılmaz kötü oyunu Galatasaray'ı savunmadayken çok zor durumlara soktu. Orta sahada topla buluşan Manchesterlı oyuncular yaptıkları tek bir hareketle Melo'yu ekarte etmeyi başardılar. Özellikle ilk golde Melo'nun adamını kaçırması Galatasaray'a çok pahalıya mal olabilirdi fakat sadece gol ile sonuçlandı. Bu golden sonra belki Melo hatasını farkeder, düzelir diye düşündüm ancak Melo'nun düzelmeye hiç niyeti yoktu. Oyundan alınana kadar silik futbolunu devam ettirdi, faydadan çok zararı oldu. Aslında işin özeti şu; Melo üç ay tatil yapmanın bedelini hem kendi ödedi, hem de bize ödetti.

Maçın en az Melo kadar kilit olan bir diğer ismi de Selçuk'tu. Galatasaray'a geldiğinden beri sergilemiş olduğu en silik performanstı sanırım. Kaçak oynadı, çok fazla insiyatif almadı. Top ayağına geldiğinde çoğunlukla yan pas ve geri pas yaparak topu ayağından çıkardı. Bu da Galatasaray'ın savunmadan topla çıkarak oyun kurmasını kısmen de olsa engelledi.

Galatasaray'ın en güvenilir yeri merkez orta sahasıydı. Melo ve Selçuk dün adeta yokları oynadı ancak Galatasaray, buna rağmen Manchester ile başa baş mücadele etti. Geldiğinden beri amansızca eleştirilen ama yıllarını bu seviyede maç yaparak geçirmiş Hamit Altıntop'un önderliğinde Galatasaray hücumda ayağa kalktı. Hamit transferinden hepimizin beklentisi şuydu: Takım içi liderliğine soyunsun, sorumluluk alarak Galatasaray'ın hücum aksiyonlarına yön versin. Takıma katıldığı günden beri bunu çok görememiştik fakat dün gece oynanan maçta Hamit Altıntop adeta Galatasaray'a ve Galatasaraylılara ''merhaba'' dedi. Selçuk'un ve Melo'nun vasatın çok altında oynadığı bir maçta Galatasaray'ı sürükleyen isim oldu. Tüm bunların yanında yeri geldi, sol tarafa geçerek oradaki açığı da kapatmaya çalıştı.

Galatasaraylı bazı taraftarların en sevmediğim huyu, doğru mu yanlış mı diye bakmadan takım içerisindeki her şeye muhalefet etmeleri. Kadroda Dany'yi gören hemen herkes Kamerunlu oyuncuyu yerin dibine soktu. Maç sonunda iyi oynarsa da bahaneleri hazırdı: ''ben hatamı kabul etmeye hazırım abi''

Bu çok sağlıksız bir düşünce yapısı. Beğenmediğin her karar için ver, veriştir sonra haksız çıkınca ''ben rezil olmaya razıyım'' de. Bu kabul edilemez bir durum.

Dany, Semih ile beraber sahanın en iyi oyuncularından biriydi. Hızı, fizik kalitesi ve tekniğiyle çok faydalı oldu takıma. Verilen pozisyonlarda hata Semih ile Dany'nin değil, onlara hiç yardım etmeyen Felipe Melo'nundu. Çünkü Galatasaray orta sahasını rakip hiçbir zorlukla karşılaşmadan geçti ve her seferinde Dany - Semih ikilisi ile karşı karşıya kaldı. Hal böyle olunca, bu ikili zaman zaman zor anlar yaşadı.

Amrabat hem sol tarafta hem de sağ tarafta mükemmele yakın bir performans gösterdi. Tek sıkıntılı yanı, sol tarafta oynadığı dönemde git gel yapamadığı için Hakan Balta'ya yardım edememesiydi. Amiyane tabirle Galatasaray'ın sol kanadı koridor oldu. Belki de Amrabat'ın ikinci yarıda oyundan alınmasının temel sebeplerinden biri buydu. Emre Çolak'ın sola geçmesi, sol kanadı savunma yönünden biraz daha güçlendirmek amaçlıydı. Amrabat'ın oyundan alınmasının bir diğer sebebi de, kondisyonunun henüz 90 dakika oynayacak seviyede olmamasıydı. 45 dakika mükemmele yakın top oynuyor Amrabat fakat bu dakikadan sonra performansı düşüşe geçiyor çünkü yorulmaya başlıyor.

Maçın bana göre en iyi oyuncusu olan Hamit'in de kondisyon olarak henüz en üst seviyede olmadığını biliyoruz. İkinci yarıda onun da performansında biraz düşüş oldu. Hamit'in düşüşe geçmesiyle Galatasaray'ın hücumdaki aksiyonlarının azalması tabi ki tesadüf değildi.

Kaka'nın ismi geçtiğinde de söylemiştim, bu tarz bir oyuncuya Galatasaray'ın ihtiyacı var diye. Beş dakikalık uzatma verildikten sonra Manchester'ın yapmış olduğu alan savunmasını görmüşsünüzdür. O beş dakikanın yarısından fazlasını yan pas, geri pas yaparak geçirdik ve o alan savunmasını delmeye yönelik hiçbir hamle yapamadık. Oysa, birebirlerde etkili, tecrübeli bir oyuncumuz olsaydı kalan beş dakikada biraz daha ciddi ataklar geliştirebilirdik. Orada biraz Manchester United'ın tuzağına düştük.

Ve Muslera... Penaltıyı resmen o kurtardı. Nani'ye ''hadi atsana'' derkenki güveni muazzamdı. Bu seviyelerin kalecisi olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Ben söylemimde hala iddialıyım, Galatasaray bu gruptan lider çıkma şansını hala elinde tutuyor. Manchester'ın yenilmeyecek bir takım olmadığını herhalde dün tüm herkes görmüştür. Cluj'un kazanması bizim oyuncularda ufak bir stres yaratabilir zira Braga bizim maça ''ya tamam ya devam'' mottosuyla çıkacak. Orada herhangi bir kazaya uğramamamız gerekiyor. Kazanma zorunluluğu olan bir maça çıkacağız 15 gün sonra. Orada alınacak bir galibiyet, çok fazla anlam ifade edecek.

16 Eylül 2012 Pazar

Medical Park Antalyaspor: 0-4 :Galatasaray



Genelin aksine, çok zorlanacağımızı düşünmediğim bir müsabakaydı Antalyaspor maçı. Daha önce de yazmıştım, transfer döneminin bitmiş olması Galatasaray'ın en büyük avantajıydı Antalyaspor maçı özelinde. Antalya maçı, bir serinin başlangıcı olacaktı ne kadar süreceğini henüz kestiremediğim. Ama daha da önemlisi, bu karşılaşma Manchester maçı öncesi iyi bir test sınavıydı Galatasaray için.

Hamit'in sakatlığını öğrenen hemen herkes Amrabat'ın sağ kanada geçeceğini düşünmüştür kuşkusuz. Hoca, ters köşe yaptı ve Aydın'ı koydu. Amrabat'ın oynayacağını tahmin ediyordum. Her ne kadar izleyememiş olsak da Genoa maçı ve hafta arası oynanan Kartal maçında Amrabat'ın bize verdiği mesaj ilk 11'de olacağı yönündeydi çünkü.

Amrabat, Galatasaray için çok değerli ve önemli bir oyuncu. Hücumda takımın tıkandığı anda güvenle topu atabileceği, birebirlerde etkili olabilen, adam eksiltme işini çok iyi yapabilen bir yapıya sahip. Bunları aslında hepimiz biliyoruz. Faslı oyuncunun transfer edilme nedeni de buydu zaten, hücumda yaratıcı oyuncu eksikliğini gidermek. Ki, Fatih Terim de maçtan sonra yaptığı açıklamada hücumda oluşan bu sıkıntıyı Amrabat, Aydın yeri geldiğinde de Umut ve Burak ile çözmeyi amaçladıklarını söyledi. Amrabat oruç tuttuğu için fizik olarak yetersizdi. Milli maç en çok ona yaradı. Antalyaspor karşısında da fark yaratan oyunculardan biri oldu.

Elmander'in golüne kadar çok kontrollü oynayan bir Galatasaray vardı sahada. Kalesinde pozisyon görmeyen fakat rakip kalede de çok fazla etkili olamayan... Çok da etkili oynamadan, oyuncularının bireysel yetenekleri sayesinde iki gol bulduğunu söylesek Galatasaray'ın, sanırım yanılmayız. Bu pasif futbolun temel sebeplerinden biri, Galatasaray'ın kontrollü oyunu tercih etmesiydi. Bir diğeri ise, rakip takımın Selçuk İnan'ı sıkı bir markaj altına almasıydı. Esasında bu çok uzun sürmeyecekti, biliyorduk. Çünkü Selçuk çok zeki bir oyuncu ve 90 dakika boyunca Antalyasporlu oyuncunun onu markaj altında tutması kolay değildi. Sıkıntı da aslında burada başladı. Selçuk'tan sonra Melo'ya da zaman zaman yakın markaj uyguladı Antalyasporlu oyuncular. Bu da, Galatasaray'ın orta sahada top yapmasını kısmen de olsa engelledi. Oysa ki Galatasaray'da orta saha oyuncuları top alamadığı zaman, orta saha kökenli kanat oyuncuları merkeze gelip top alıyor ve Galatasaray'ın oyun kurmasını sağlıyorlardı. Bunun en güzel örneği de aslında Emre Çolak ve Engin Baytar'dı. Fakat Galatasaray'ın bugün sahaya çıkan onbirinde bunu yapabilecek kanat oyuncuları yoktu. Aydın, zaman zaman orta sahaya gelip bu görevi üstlenmeye çalışsa da çok başarılı olamadı. Yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim Yekta'nın oyuna girmesiyle bu sorun kısmen de olsa ortadan kaktı ve Galatasaray orta sahasında top yapabilecek bir oyuncu daha oldu. Buna ek olarak, Selçuk ve Melo da adam markajında kurtulunca, orta sahanın üstünlüğü tamamen Galatasaray'a geçti. Zaten, Isaac'in gördüğü haklı kırmızı kart ile beraber Antalyaspor 10 kişi kalınca, maç ilk yarıda sona ermişti. Bu dakikadan itibaren kafalarda Manchester maçı başladı.

Elmander - Burak, zaten oyunun ilerleyen dakikalarında gerçekleşmesini beklediğimiz bir değişiklikti. Elmander'in sakatlığı, bu değişikliğin süresini biraz öne çekti. Asıl dikkat çekici değişiklik, Yekta - Aydın değişikliğiydi. Yekta'yı en son, geçen sezon sakatlandığı Kayseri maçında sağ açıkta izleme fırsatı bulmuştuk. Bu sezon, hazırlık maçlarında hoca kendisine orta sahanın göbeğinde şans vermişti. Fakat bu kez bir değişiklik yapıp, Yekta'yı sağ açığa koydu. Oyunda kaldığı süre boyunca fena işler yapmadı. Fizik olarak o da hazır duruma geliyor yavaş yavaş. Ancak kafa olarak da hazır olması lazım. Henüz o eşiği aşabilmiş değil. Biraz, Aydın'ın kazanılma aşamasındaki haline benzetiyorum ruh halini. Fakat daha iyiye gidecektir.

Maçta herkesin dikkat ettiği en önemli unsur, Galatasaray'ın defans kurgusuydu. Zira, dördüncü haftaya gelene kadar yenilen basit goller can sıkmıştı. Bu maçı gol yemeden tamamlamak, duran toplarda geçen haftalara oranla nispeten daha başarılı bir performans sergilemek memnuniyet vericiydi. Cris'in yeni transfer olmasına rağmen sırıtmadan oynaması bir artıydı. Umut'un attığı golün başlangıcında Semih Kaya'nın parmağı olduğunu es geçmek olmaz tabi. Her geçen biraz daha büyüyor genç oyuncu. Bu da ilerisi için bizlerin hem umutlanmasına hem de mutlu olmasına sebebiyet veriyor.

Muslera'nın hatalı degajları göz tırmalayıcıydı. Özellikle Manchester United karşılaşması öncesi test maçı olduğunu düşündüğüm bu maçta, daha güvenli hamleler beklerdim kendisinden. Geçen sezon olduğu gibi bu sezona da çok iyi başlayamadı. Zamanla düzelecektir fakat kısa vadede çok önemli bir Manchester United maçı olduğunu düşünürsek, Muslera'nın geçen sezonki formuna kavuşması için önünde dört günlük bir süre var. Zira Galatasaray, Manchester United deplasmanından puan ile ayrılmak istiyorsa, Muslera'nın yüzde yüzünü sahada vermesi lazım.




8 Eylül 2012 Cumartesi

Hollanda: 2-0 :Türkiye

Esasında maçla ilgili herhangi bir şeyler yazmayı planlamıyordum ancak Hiddink'in ayrılmasıyla beraber boşalan teknik direktörlük koltuğu için önce Mustafa Denizli'yi, daha sonra da Abdullah Avcı'yı aday olarak düşündüğüm için bugünkü mağlubiyette kısmen de olsa sorumluluk hissettim.

Abdullah Avcı, gerek kadro seçimi gerekse de oyunu okuma yönündeki sıkıntılarıyla beni tam bir hayal kırıklığına uğrattı.

Öncelikle dün gece ile başlayalım.

Abdullah Avcı, dün gece Ntvspor canlı yayınına çıkarak soruları yanıtladı ve bence rakiple alakalı söylememesi gereken birçok şey söyledi.

Öncelikle rakibi analiz etmeleriyle ilgili bir örnek verdi ve Hollanda'nın oynadığı bir maçı izlerken; maçın 18 dakikalık bölümünü 2.5 saat analiz ettiklerini söyledi. Bu konuda kendisini samimi bulduğumu söylemeliyim. Ancak bundan sonra rakiple ilgili yapmış olduğu analizleri canlı yayında detaylıca açıklaması tam bir skandaldı.

Bir antrenör olarak tabi ki rakibi analiz edecek ve bunu yaparken de rakiple ilgili bazı tespitlerde bulunacak lakin bunu ekran önünde detaylıca açıklamak inanılmaz derecede yersiz. Bunu tecrübesizliğine ve iyi niyetine veriyorum diyelim ve diğer konuya geçelim.

Esasında kendisine Selçuk ile arasında bir sıkıntı olup olmadığına dair gelen soruya verdiği cevaptan bugün sahada Selçuk'un ve Burak'ın olmayacağını çıkarabilirdik.

Kendi oyun şablonuna saygı duyuyorum, 4-2-3-1 'i tercih ediyor olabilir ama çıkardığı 11'in savunulacak tek bir tarafı yok.

Hollanda'nın maçı Türkiye yarı sahasına yığacağı, hücumu düşüneceği, savunmayı öne çıkaracağı maç öncesi hemen herkesin bildiği bir şeydi. Burada yine Abdullah Avcı'nın sözünden alıntı yapacağım; ''kendi takımında formda olan oyuncuyu milli takımda göremeyebilirsiniz'' demişti Abdullah Hoca. Madem ki sen tek forvetli bir sistemle sahada yer alıyorsun ve rakibin savunmasını öne çıkaracağını biliyorsun; maça Umut ile değil Burak ile başlaman lazımdı. Çünkü savunma arkasına atılacak toplarda Burak'ın gol bulma ihtimali, Umut'un gol bulma ihtimalinden daha fazla. Umut her ne kadar formda bir oyuncu olsa da, Milli Takım'da yedek kalabilirdi, bunu Abdullah Avcı bir gece önce kendisi söyledi.

Gelelim olayın diğer boyutuna. Milli Takım'ın orta sahasında Emre, Topal oynadı önlerinde de Arda yer aldı.

Emre B. kendi takımında bile şans bulamayan ve maç eksiği olan bir oyuncu. Bunu en iyi bilen isim zaten Abdullah Avcı. Selçuk'un ise geçen sezon yapmış oldukları ortada. Hal böyleyken ve Hollanda'nın en büyük zaafı savunma arkasına atılacak toplarken, Selçuk'u ilk 11'de başlatmamak intihar etmektir. Bunun açıklanabilir bir tarafı yoktur.

Bir antrenör kötü bir ilk 11 sahaya çıkarabilir. (Fatih Hoca'nın bile yanlış kadro çıkarmışlığı vardır) Neticede bazı mevkilerde oyuncu seçiminde bulunurken kararsız kalabilirsiniz ve bir tercihte bulunmak durumundasınızdır. Ancak eğer iyi antrenörseniz, yaptığınız seçimin yanlış olduğunu anladığınız anda diğer opsiyona geçiş yaparsınız. Hatanızı görmekte ne kadar gecikirseniz, aldığınız eleştiri de o denli artar. Zaten iyi antrenör ile kötü antrenör arasındaki farkı oluşturan şeylerden biri de budur. Antrenörlük sadece iyi bir takım kurmak ile olmaz. Takım kurmak, o kurduğunuz takımı gerçek manada bir ''takım'' yapmak da tabi ki önemlidir. Ancak en az bunlar kadar önemli olan bir şey varsa, o da oyunu okuyabilme becerinizdir. İyi bir antrenör oyunu iyi okuyup, yapacağı hamleler ile maçın kaderini değiştirebilmelidir.

Abdullah Avcı hem kadro seçiminde hem de oyunu okuma konusunda bu akşam sınıfta kaldı. Hollanda öyle ahım şahım bir top da oynamadı. Defansları inanılmaz derecede kötüydü. Robben'in kişisel gayreti ile hücumda yaratıcılık sağladılar, Sneijder'in yardımı ile defanstan top çıkarma konusunda sıkıntı yaşamadılar ve Van Persie'nin golcülüğü ile sonuca gittiler.

Bazı oyuncular vardır, kadro kurarken ilk olarak tahtaya onların ismini yazmanız gerekir. Mesela şu an Türk kaleciler içerisinde en iyi kaleci Volkan Demirel'dir, ilk sıraya onu yazarsın. Orta sahaya da yazılması gereken ilk adam ne Emre Belözoğlu'dur ne de Nuri Şahin'dir. Oraya yazılması gereken ilk adam Selçuk İnan'dır.

Abdullah Avcı eğer başarılı olmak istiyorsa, önce Türkiye'nin omurgasını net bir şekilde belirlemek zorunda. Zira, eğer bir takımın omurgasını sağlam bir şekilde kurmazsanız, başarılı olma ihtimaliniz çok azdır.

Abdullah Avcı'nın yanlışlarını görüp görmeyeceğini, eğer görebilirse bu yanlışların üzerine eğilip eğilmeyeceğini her birlikte izleyeceğiz. Ancak oyunu okuma konusundaki bu yanlışları hiç ama hiç hayra alamet değil.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Cris Galatasaray'da


Ujfalusi'nin beklenmedik sakatlığıyla sarsılan Galatasaray'ın, transfer yapıp yapmayacağı merakla bekleniyordu.

Kadroya baktığımız zaman elde kalan stoperler; Dany - Semih ve Gökhan'dı. Koca sezonun bu üçlüyle gitmeyeceği konusunda herkes hemfikirdi sanırım. Bu üçlüye illa ki bir oyuncu daha eklenecekti. Ancak, ortaya atılan isimler Kolo Toure ve Kjaer olunca, haliyle beklenti arttı ve insanlar Cris transferine burun kıvırdı.

Bence çok akıllıca bir hamle yaptı teknik ekip. Bonservisi olmayan, yıllık ücreti düşük, içerisinde bolca tecrübe bulunan bir ismi kadroya kattılar.

Cris ilk 11'de başlayacak diye bir şey yok. Semih ile Dany de başlayabilir 11'de. Ancak sezon uzun ve stoper rotasyonuna bir isim daha katma isteği gayet mantıklı.

Galatasaray'ın önünde iki yol vardı aslında.

1) Ya yabancı bir stoper alınacaktı (ki iyi bir yabancı stoperi bu kadar kısa sürede bulmak neredeyse imkansızdı)

2) Stoper mevkine alternatif olması için takım içerisinden opsiyonlar yaratılacaktı.

Galatasaray, birinci opsiyonu tercih etti. Eğer, takım içerisinden alternatif yaratılmak istenseydi, akıllara iki oyuncu gelecekti. Biri Ceyhun Gülselam (ki Fatih Terim onu ön libero olmasına rağmen stoperde oynatırdı milli takımda), diğeri de Hakan Balta.

Dediğim gibi, Fatih Hoca tercihini yeni bir transferden yana kullandı, bize saygı duymak düşer.

Melo ve Ujfalusi geldiğinde forumlarda neler yazıldığını hatırlatır, Cris'in Galatasaray'a hayırlı olmasını temenni ederim.

Galatasaray: 3-2 :Bursaspor


Geçen hafta oynanan Beşiktaş maçının ikinci yarısında sergilenen futbol, pek iç açıcı değildi. Özellikle işin savunma kısmında yapılan basit hatalar ve değinmeden geçemeyeceğimiz duran top zaafı sonucu Galatasaray'ın kalesinde gördüğü, goller can sıkıcıydı. Fatih Terim, maç sonunda ''ciddi şekilde analiz etmemiz gereken bir maç oynadık'' demişti. Fakat Bursaspor maçındaki görüntü, yapılan analizin takıma çok fazla sirayet etmediğini gösterdi.

Açalım.

Fatih Terim olayların farkında. Zaten maç sonundaki demeçlerinden bunu anlamak pek de güç değil. Fakat Galatasaray takımı oyuncuları hala olayların farkında değil. Farkındalarsa bile, bunu sahaya yansıtamıyorlar.

Bursaspor maçının ilk yarısında öyle bir futbol vardı ki, Fatih Terim'in takımına hiç yakıştıramadım sahadaki futbolu. Hoca belli ki pas yapan bir takım yaratmak istiyor. Bunu da hücum presle harmanlayıp bol gol atmayı arzuluyor. Fakat bu isteğini takım şu anda yerine getiremiyor. Topun sizde olması, bol pas yapıp skora gitmeyi istemek güzel bir düşünce tabi fakat bunu yapabilmek için hızlı oynamak gerekiyor. Galatasaray bunu başaramıyor. Özellikle ilk yarıda Galatasaray bol pas yaptı. Fakat bunu yaparken inanılmaz yavaş davrandılar. Haliyle bu da sıkıcı bir futbol doğurdu. Geçen cuma günü Atletico - Chelsea maçını izleyenler mutlaka farketmiştir, Atletico'nun Chelsea'yi yenmesindeki asıl sebep oyunu çok hızlı oynamış olmalarıydı. Hem paslaşmayı hem de hücuma çıkmayı çok hızlı bir şekilde yaptılar ve karşılığını da güzel futbol ve akabinde gelen kupayla aldılar. Galatasaray'ın da bir an önce hızlı oynamayı başarması lazım. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde bunun eksikliği çok can acıtır.

Galatasaray'ın ilk yarıda oynadığı futbolla golü bulabilmesi için tek bir şeye ihtiyacı vardı o da duran toplar. Zaten Umut'un golü de bir duran top sonucunda geldi. Fakat ne acıdır ki, ikinci yarı başladığında Galatasaray'ın gol yemesi durumunda bunun sadece duran toptan olacağını da tüm Galatasaraylılar biliyordu.

Esasında geçen sezon, duran toplarda ön kesici olarak Melo çok başarılıydı. Dünkü maçta da birkaç pozisyonda bunu iyi yaptı Brezilyalı fakat o da tam hazır olmadığı için, duran toplarda geçen sene gösterdiği başarıyı gösteremiyor. Buna ek olarak, oyun içerisinde zamanlama hataları ve güçsüzlüğü fazlasıyla göze çarptı. Özellikle milli maç arası en çok ona iyi gelecektir.

Maçın kaderini değiştiren adam bence Amrabat oldu. Her zaman söylediğim gibi, Galatasaray'ın birebirlerde adam eksiltecek, hücuma şekil verecek bir kanat oyuncusuna ihtiyacı vardı. Amrabat da bu yüzden tercih edildi zaten. Ama istikrarsız bir görüntü sergiliyordu. Mesela Fenerbahçe ile oynanan Süper Kupa finalinde iyi işler yaptı, döndü geldi Kasımpaşa maçında silik bir performans ortaya koydu. Beşiktaş maçında ortalamayı geçemedi ancak dün gece sahada yer aldığı süre boyunca sahanın iyilerindendi. Geçen sene Galatasaray'ın kanat oyuncuları orta saha kökenli oyunculardı, birnevi devşirme kanat oyuncularıydı. Bir kanat oyuncusundan ziyade orta saha oyuncusu gibi oynayıp, o şekilde katkı veriyorlardı. Fakat Amrabat bu tanıma uymayan bir oyuncu. Kendisi has bir kanat oyuncusu, o şekilde Galatasaray'a transfer oldu. Zaten basın toplantısında da hoca açıklamış, Amrabat'ın orta saha gibi oynamasını istiyoruz diye. Bu önemli. Eğer hoca, beklediği gibi bir dönüşüme kavuşturabilirse Amrabat'ı, Galatasaray'a inanılmaz faydası dokunur.

Bursaspor, Galatasaray'ın orta sahasına yoğun baskı uyguladı. Genelde rakipler Selçuk İnan üzerinden Galatasaray'ı durdurmaya çalışıyorlar fakat Galatasaray'da pas trafiğini sağlayacak, savunmadan ilk topu alıp oyun kuracak tek oyuncu Selçuk İnan değil. Maç içerisinde dikkat ederseniz, Selçuk markaj altındayken onun görevini yapmak için Melo; o da boşta değilse, Emre Çolak geriden top alarak oyunu yönlendiriyorlar. Maçın 2-1 olduğu dakikalarda Ertuğrul Sağlam'ın devreye girmesi Galatasaray'ın galibiyet şansını çok yukarılara çekti. Öyle ki, orta sahanın en dirençli adamı olan N'Diaye'yi oyundan almak, ancak Ertuğrul Sağlam'ın yapabileceği bir yanlıştı. Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş'ta neden başarılı olamadığını ya da neden asla büyük takımlarda başarılı olamayacağını buradan bile anlayabiliriz.

Fatih Terim'in Hamit'i değil de Umut'u oyundan alması o an için akıllıcaydı.

İki açıdan;

1) Hoca, orta sahada bir adam fazla olarak Bursaspor hücuma çıkarken onu orta sahada durdurmak istedi.

2) (bence en önemli madde bu) O an için Hamit'in çıkması, tribünlerdeki homurtuların yuhalamaya dönmesine sebep olabilirdi. Bu da, Hamit gibi Galatasaray'a çok faydalı olabilecek bir oyuncunun sezonun hemen başında demoralize olmasına anlamına geliyordu ki, bu hiç istenilen bir durum olmazdı.

Galatasaraylı oyuncular ligi çok küçük görüyorlar ve bu da takımın konsantrasyon sorunu çekmesine sebep oluyor. Gördüğüm kadarıyla Fatih Terim de olayın farkında ancak uyarıları, üzülerek söylüyorum ki, yetersiz kalıyor. Medya tarafından bu denli gaza getirilen bir takımı, hayallerden gerçeğe döndürecek yegane antrenör de Fatih Terim'dir. Sanırım, bunun için de transfer döneminin bitmesini bekleyeceğiz zira hoca bu transfer mevzularına kafayı çok takıyor.

Antalyaspor maçı ciddi anlamda bir test maçı olacak. Galatasaraylı oyuncuların bir an önce kendine gelmesi lazım. Antalya maçında ortaya çıkacak görüntü, Manchester maçı öncesi daha net şeyler söylememizi sağlayacaktır.