27 Eylül 2010 Pazartesi

İBB Maçının Ardından : Bir Sağlam Adım Daha



Mourinho kendi takımıyla ilgili İspanya medyasına açıklama yapmıştı,''Kimliğimizi arayan bir takımız'' diye. Mourinho belki de bilmeden,Galatasaray'ı açıklamamızda yardımcı olacak bir açıklama yapmış.

Galatasaray da, geçen seneki görüntüsünü birazcık değiştirip(ya da modifiye edip) yeni bir görüntüye kavuşma derdinde. Mourinho'nun açıklamasından devam edersek,Galatasaray kimliğini bulmak üzere ancak biraz daha zamana ihtiyacı var. Herşeyin yerli yerine oturabilmesi adına.

Rijkaard'ın bugün sahaya sürdüğü 11,ideale yakın bir 11 di. Fizik olarak yetersiz Misimovic'in ve sakatlığı bulunan Arda'nın,tam performanslarını sahaya yansıtmalarıyla beraber,bizde yeni kimliğine kavuşmuş Galatasaray'ı izleme fırsatı bulacağız. Yeni Galatasaray hepimizi heyecanlandıracak cinsten. Rijkaard'ın pasa dayalı futbolu ile,zamanında Kalli'nin, Fatih Terim'in oynattığı hücum (ya da başka deyişle kaos) futbolunun karışımı bir oyun anlayışı,Galatasaraylıları bekliyor olacak.

Galatasaray'ın yeni oyun tarzında bir çok kilit nokta var,ancak bu kilit noktaların başında,her zaman olduğu gibi,orta saha geliyor. Sezon başından geldiğimiz haftaya kadar geçen süreye bakarsak,Galatasaray sıkıcı,skora yönelik bir futbol oynuyordu ya da oynamak zorundaydı. Bu dönemde Galatasaray'ın orta sahasında Ayhan ve Mustafa Sarp görev alıyordu. Ancak bugünkü maçta farklı bir orta saha ikilisi sahaya sürdü Frank Rijkaard. Aslında olması gerekeni ,ancak bir çok nedenden dolayı gerçekleştiremediği düşüncesini gerçekleştirdi. Lorik Cana-Ayhan ikilisi ,Rijkaard'ın kafasında kurguladığı kadroda, orta sahada yer alan iki oyuncu. Bu ikili kombinasyonda da önemli olan isim Lorik Cana. Onun takıma katılması,duran çarkın işlemesini sağlıyor. Haftalardır günah keçisi ilan ettiğimiz Ayhan,Lorik Cana'nın takıma katılmasıyla birlikte,belki de son senelerde görmediğimiz kadar güzel bir performans sergiledi. Ayhan'ın bu performansı,Lorik Cana'nın güzel oyunuyla birleşince,Galatasaray'ın kalbi olan orta saha,takımın geneline olumlu yönde etki yaptı. İstanbul Büyükşehir'in de açık oyunu tercihi etmesi,kapalı takımlara karşı fazla varlık gösteremeyen Pino için bulunmaz nimetti. Pino'nun da etkili oyunuyla,arzuladığı oyunu ilk yarıda,fazlasıyla oynama fırsatı buldu Rijkaard'ın öğrencileri. Tabi ilk yarıda maçın gidişatını etkileyecek,bence çok önemli bir olay gerçekleşti. Lorik Cana bu bölümde gereksiz bir pozisyonda sarı kart gördü. Lorik Cana gibi Galatasaray'ın agresif bir orta alana sahip olmasını sağlayan,sert bir oyuncunun bu kadar erken kart görmesi,takımı ,3-0 dan sonra dahi olumsuz etkileyecek bir gelişme. Öyle ki,bu olaydan sonra,daha pasif bir Galatasaray izledik. İkinci yarıda bunu sezinleyen Rijkaard,oyuncu değişikliğine giderek Lorik Cana'yı kenara aldı. Ancak Rijkaard'ın en büyük hatası,Milan Baros'u oyunda tutmasıydı. Cuma günü Karabük gibi sert bir deplasmana çıkacak olan Galatasaray'da,Baros olmazsa olmazlardan. Henüz tam olarak hazır olmadığını ve maçın da 3-0 olduğunu hesaba katarsak,''oyundan çıkması gereken öncelikli futbolcuydu''öngörüsünde bulunmamız yanlış olmaz.

Fazla gol yediği için eleştirilen Galatasaray, son 4 haftada sadece 2 gol gördü kalesinde. Galatasaray bir şekilde sonuç alıyor,ancak bunu yaparken savunma disiplinini de elden bırakmıyor. Her geçen hafta rakiplerine daha az pozisyon veriyor. Rakipler genelde duran toplardan tehlike yaratıyor. Bu durum da Galatasaray'ın kazanmak üzere olduğu ''yeni kimlik'' ile alakalı.

Gün geçtikçe;seyretmesi daha keyifli,taraftarını mutlu eden bir Galatasaray göreceğimizden emin olabilirsiniz. Çünkü Frank Rijkaard ve ekibi,işini bu kez şansa bırakmıyor...

Edit: Bu arada bir ekleme yapayım. Baros'un bugün yaptığı hat-trick'e ingilizler ''Perfect Hat-trick'' diyorlarmış.
''Neden böyle diyorlar?''ın cevabı da aşağıda ;

''Bir oyuncu 3 gol atıyor ve bunlardan biri sol ayak,diğeri sağ ayak sonuncusu da kafaylaysa buna İngilizler Perfect Hat-trick derler.''

25 Eylül 2010 Cumartesi

Metin Oktay ve ''Baba''sı



Hüseyin Çıtak arkadaşımız facebookta paylaşmış bu resmi. Metin Oktay ve ''Baba''sı. Eşsiz bir resim...

Baba Gündüz'e de sevgilerle

Galatasaray - İBB Maç Öncesi



Galatasaray yeni bir sistem oturtma derdinde. Aynı geçen sene olduğu gibi. Geçen sezon 4-3-3 sistemini bu topraklarda deneyen Frank Rijkaard ve ekibi;bu sene 4-2-3-1 ' e geçiş yapmak üzereler. Üzereler diyorum,çünkü tam anlamıyla bunu başarmış değiller. Gerek sakat oyuncuların varlığı,gerek istenilen transferlerin geç yapılmış olması bu durumun başlıca nedenleri.

Yine geçen sezon olduğu gibi bir geçiş dönemi yaşıyor Galatasaray. Ancak bu sefer ki geçiş dönemi,önceki kadar sancılı ve uzun süreli olmayacak. Sakat oyuncuların düzelmesiyle birlikte(muhtemelen Karabükspor ya da Milli maç arasından sonraki Fenerbahçe maçından önceye tekabül edecek bu) bu geçiş dönemi de son bulacak ve takım,Rijkaard'ın istediği kıvama gelecek.

Tabi önemli olan, bu sancılı dönemlerde oynanan maçlarda sıkıntılı skorlar almamak. İyi ya da kötü oyundan bağımsız bir şekilde,maçları kazanmak birincil öncelik olmalı.

Galatasaray'da bu sancılı dönemde bir seri yakaladı ve 3 maçtır kazanıyor. Ancak futboluna baktığımız zaman,bir güzellik sunamıyor taraftarlarına. Güzel oyun sunabilmesi için önünde birkaç hafta daha var Galatasaray'ın, ama güzel oyun gelene kadar bu seriyi sürdürmesi de bir zorunluluk halini almış durumda.

Bu serinin devam edebilmesi adına,çok önemli bir karşılaşma var önünde Galatasaray'ın. Rakip İstanbul Büyükşehir Belediye.

Galatasaray'ın 2 haftadır oynadığı takımlara baktığımızda(Gaziantep ve Buca), bu takımların ligde az gol yiyen ekipler olduğunu görüyoruz. Ancak bu bilgiden bağımsız bir şekilde Galatasaray az gol attığı için eleştiriliyor. Tek sebep tabiki bu değil ama sadece bu şekilde Galatasaray'ı eleştirmekte çok manasız.

İBB,Galatasaray'ın son iki maçta oynadığı takımlardan biraz daha farklı. Zaman zaman açık oynuyorlar ancak çoğu zaman,özellikle büyük takımlara karşı,kapanıp kontra atağı düşünüyorlar. Bu yüzden de az ama öz geliyorlar. Galatasaray'ın kanat oyuncularına baktığımız zaman,kapanan takımlara karşı çok fazla etkili olamadıklarını görüyoruz,özellikle Pino. Geçen hafta da bunu net biçimde gördük. 85. dakikaya kadar sahip olduğu özellikleri çok fazla gösterme şansı bulamayan Kolombiya'lı oyuncu, o dakikadan sonra maçın adamı olmaya aday bir performans sergiledi. Bunda tabiki Bucaspor'un son dakikalarda gol aramak için savunmayı boşaltması etkili oldu.

Ancak rakip kapandığı zaman Pino'dan verim almak zorlaşıyor. Hem Lorik Cana'nın takıma girmesi,hem de Pino'dan daha fazla verim alabilmek adına İBB maçında(İBB nin kapanacağını da düşünürsek) Pino yerine Aydın ile başlamak daha mantıklı. Oyunun son bölümlerinde Pino'yu sokarak rakibe karşı neşteri vurabiliriz. Tabi o ana kadar maçı koparabilir de Galatasaray. Bu,Misimovic'in maçtaki performansına bağlı. Her zaman söylediğimiz ve gerçek olan bir şey var. Kapalı takımları açmanın en basit yolu duran toplardır diye. Misimovic'te, söz konusu duran top olunca,önünde saygı ile eğilmemiz gereken bir oyuncu. Bunun dışında atacağı öldürücü paslarda,rakibi çözebilmek adına çok önemli.

Hafta içindeki taktik antrenmanda,as takımda oynatmış Cana'yı Rijkaard. Bu da Pino'nun kesileceği anlamına geliyor ki çok mantıklı bir hamle olur bu. (Özellikle rakibin kontra atağa dayalı bir takım olduğunu düşürsek.)

Seriyi devam ettirebilmek adına önemli ve güzel bir fırsat İBB. Galatasaray'ın bu fırsatı nasıl değerlendireceğini hep birlikte göreceğiz.

21 Eylül 2010 Salı

Antrenör Farkı



Aslında daha önce yazmam gerekiyordu bu konu hakkında ancak bir şekilde fırsat bulamadım. Şimdiye kaldı.

Manisaspor Makukula'yı transfer ettiği zaman,Manisa'daki sorunun bu transferle çözülemeyeceğini,antrenör değişikliği gerektiğini belirtmiştim. Hakan Kutlu da, takımı Antalyaspor'a kaybedince istifasını verdi. Hakan Kutlu iyi niyetli bir hoca,belki kafasında çok güzel planlar var ama bunları bir türlü çalıştırdığı takımlara yansıtamıyor. Bunun neticesinde de çalıştırdığı takımlar başarısız oluyor.

Hakan Kutlu'nun yerine göreve gelen teknik adamsa tam bir nokta atışı Manisaspor için. Hikmet Karaman.

Daha önce defalarca bahsettim. Sistem teknik direktörü,taktik teknik direktörü diye. Sistem antrenöründen uzun vadede başarı beklersin,taktik antrenöründen de kısa vadede.

Hikmet Karaman'da tam bir taktik antrenörü. Zaten bunuda hemen belli etmiş olacak ki,çalıştırdığı takım Trabzonspor'u deplasman yenmiş.

Maçın tamamını izleyemedim,özetini izleme fırsatı buldum. Takıma bir canlılık getirdiği çok net belli oluyor. Takımdaki oyuncularda özgüven tavan yapmış durumda. Böyle bir başlangıç hiç kuşkusuz,morallerin tavan yapmasını sağlayacaktır. Hikmet Karaman içinde bundan güzel bir başlangıç olamazdı.

Manisaspor'un Trabzonspor'u yenmesinin ardından,işte Makukula farkı diyenler var. Bir fark olduğu doğru ancak bu farkı oluşturan Makukula değil,Hikmet Karaman. Makukula kuşkusuz çok önemli bir transfer ancak Hikmet Karaman'ın gelişi takımı ayağa kaldırdı,Makukula'nın transferi değil.

Bu hamleyle birlikte, Manisaspor'un ''ligden düşme gibi bir korku ''taşıma ihtimali de sıfıra yaklaştı. Henüz ligin başı. Hikmet Karaman'a ayak uydurabilirse futbolcular-ki uydurmama gibi bir ihtimalleri yok- ligi bu sene için ilk 10 da bitirebilirler.

Kararlardaki Tutarsızlık




Dün çok güzel bir maç olacağı düşüncesiyle ekran karşısında geçtim. Galatasaraylı birisi olarak, Bursa'nın puan kaybetmesini istiyordum ve objektif olarak maç öncesine baktığımda da,bu isteğimin gerçekleşeceğini umuyordum.

Bursa beklediğimden daha tempolu,Gaziantepspor'da daha tutuk başladı. Ortada giden bir maçken,önce Ömer Erdoğan'ın golü geldi,ardından da Deniz Çoban'ın maçı tatil kararı.

Tabi Bursa'nın böyle bir deplasmandan bedava 3 puan alması canımı sıktı. Tabi bu,taraftarlık penceresinden baktığımız zaman görünen kısım. Yaşananlara bir futbolsever olarak baktığımızda ise,durum çok daha vahim.

Talimatlar gereği,artık en ufak bir yaralanmada dahi maçlar oynatılmayacak ve hakemler maçı tatil edecek. Buna eyvallah. Ama insanın aklına farklı sorularda gelmiyor değil.

Geçmişten günümüze gelelim. 2006-2007 sezonunda Kadıköy'de oynanan derbi maçta,Mondragon'a ses bombası atıldı. Bakın çakmak falan değil,ses bombası. Hakem bir-iki anonsla olayı geçiştirdi ve maç devam etti. Sonrasında Fenerbahçe'ye verilen ceza ise çok daha komikti. Önce bir maç sahası kapandı,ardından tarafsız sahada oynama cezası verildi. Ceza olarak maçını oynayacağı stadda İzmir Atatürk Stadı. Fenerbahçe'nin kendi stadından daha büyük bir stadda,şampiyonluk maçına çıkartıldı Fenerbahçe.

Bu maçın rövanşında, iki takım Ali Sami Yen'de karşılaştı. 19 Mayıs'ta. O maçtada, bu sefer Galatasaray taraftarları tarafından, inanılmaz bir pet şişe yağmuruna tutuldu Fenerbahçeli oyuncular(Kadıköy'de kendilerine yıllardır yapılanın bir birikimi de denilebilir bu yapılanlara). Kadıköy'deki maç nasıl tatil edilmeliyse,bu maçta öyle tatil edilmeliydi ama o maçın hakemi de maçı oynatma seçeneğini kullandı.

Ve geçen sene. Yine Kadıköy'de oynanan bir Fenerbahçe-Galatasaray maçında, oyuncuların ısınma hareketleri yaptığı bir esnada,yardımcı hakemin kafasına bir cisim atılarak hakemin kafası yarıldı. Maçın başlamadan tatil edilmesi gerekirken,Bünyamin Gezer maçı oynatmayı seçti. Maçtan sonra bu maçı neden oynattığı ile ilgili soruya verdiği cevap ise,tam bir skandaldı. ''Maçı oynatmasam,seyirci sahaya inerdi''
Halihazırda bu örnekler önümüzde dururken,Tolunay Kafkas'ın yapmış olduğu feveran,gayet normal.

Maçın oynatılmama kararı yüzde yüz doğru ancak, bu örnekler ortadayken, insanların '''bu maç oynanmalıydı'' düşüncelerine de saygı göstermek gerekiyor. Gerekli önlemler alınmadığı sürece bu ülkede maç oynanması,çok zor hale gelebilir.

Çünkü herkes bu gücü kendinde bulacak artık. Sahaya atılacak en ufak bir yabancı cisimde maçlar tatil edilecek. Eğer edilmezse,dünkü maçtan yola çıkarak,kişiler ya da kurumlar haklı bir şekilde serzenişte bulunacak.

4 hafta sonra Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Muhakkak olaylar çıkacaktır. Yine bir kendini bilmez sahaya bir şey atarsa ve maç verdiğim örneklerde olduğu gibi tatil olmazsa ne olacak ?

Muhakkak önlem alınması gerekiyor bu duruma. Futbolun marka değeri diyoruz,sahalar diyoruz bu olayların önüne geçemiyoruz. Söz konusu futbolun marka değeriyse,herkes üzerine düşen görevi yapmalı.

19 Eylül 2010 Pazar

Fenerbahçe:1-1:Beşiktaş // Kazanan Galatasaray



Maçtan önce kadroları duyduğum zaman,Beşiktaş'ın zaten sıfır olan kazanma ihtimalinden sonra,kafamdaki beraberlik düşüncesi de sekteye uğradı. Schuster büyük bir hata yapıp,kalede Hakan Arıkan'a,forvette de Nobre'ye görev verdi. Özellikle Cenk gibi,Türkiye'deki en formda 1-2 kaleciden birini kesip,özgüveni fazla olmayan aynı zamanda hata yapmaya çok müsait olan Hakan Arıkan'la başlaması gerçekten skandaldı.

Beşiktaş için Quaresma,Guti ne kadar önemliyse; Bobo'da en az bunlar kadar önemli ve değerli. Nobre'nin 1-2 maçta yapmış olduğu çıkışa aldanıp onu koyan Schuster,elleriyle 2 puan kaybettirdi takımına.

Beşiktaş'ın sıfır olan kazanma ihtimali dedim. Ona da bir açıklık getireyim. Fenerbahçe Saraçoğlunda inanılmaz bir baskı kurarak,rakibi sindirmeyi başarıyordu. Özellikle derbilerde. Ancak bugün o ihtişamlı görüntüsünden uzak,normal bir taraftar gibiydi Fenerbahçe tribünleri. Öyleki bütün maç Beşiktaşlıların ''Beşiktaş seninle ölmeye geldik..'' diye başlayan bir tezahüratı vardı,onu dinledik.

Maça 2 büyük hata ile başlayan Schuster'in imdadına önce Hakan'ın sakatlığı yetişti. Bu hayırlı bir sakatlık oldu Beşiktaş için. Sakatlığın hayırlısı mı olur demeyin,olur.(Erciyes-Gs 2005-2006 sezonu maçı Yalçın Ayhan'ın sakatlığı). Hakan Arıkan bu tarz maçlarda hata yapma şansı en yüksek kalecilerden birisi. Özgüveni ve konsantrasyonu fazla değil,bu da onun hata yapmasına sebebiyet veriyor. Cenk ise aksine özgüveni fazla ve oyuna tam anlamıyla hakim bir kaleci. Ekrem'in sakatlığı biraz Schuster'i olumsuz etkiledi. Bobo'yu belki daha erken oyuna alabilir,oyuna daha çabuk denge getirebilirdi.

Schuster Bobo hamlesini yaparken bir tercihte bulunmak zorundaydı. Nihat'ı mı çıkaracaktı yoksa Aurelio'yu mu ? Schuster tercihini Aurelio'dan yana kullandı,bence haklıydı da. Çünkü o an durum 1-0 dı ve gole ihtiyacı vardı. Tek önlibero olarak Ernst'i bıraktı ve sol iç oynayan Guti'yi tam bir oyun kurucu olarak oynamaya sevketti. Bu değişikliğin akabinde de Beşiktaş'ın pozisyonları ve golü geldi. Daha erken bir hamle,Beşiktaş'a 3 puanı da getirirdi.



Birazda Fenerbahçe

Fenerbahçeliler bu maç ile birlikte Aykut Kocaman'a veda etmeye başlasınlar. Bunu sene başından beri deklare ediyorum. Bu iş Aykut ile olmaz. Ankaraspor'u,İstanbulspor'u ne mantıkla çalıştırdıysa,Fenerbahçe'yi de o mantıkla yönetmeye çalışıyor. Oyun değişiklikleri zaten tam bir skandal. Cristian Baroni fetişistliği almış başını gidiyor. Çünkü Baroni'yi takıma o aldırdı. Oynatmazsa olmaz. Bugünkü maçtan sonra gördük ki,artık taraftar ile arasında da bir bağ kalmamış Aykut Kocaman'ın. Maçtan sonra tribünler Aykut istifa diye bağırdılar. Bu Fenerbahçe tribünlerinde çok fazla rastladığımız bir şey değil. Oyuncu ıslıklanır hatta başkan istifaya davet edilir,ancak antrenör istifaya davet edilmezdi. En azından ben hatırlamıyorum. Varsa da öyle bir durum,bilgilendirin beni.

Fenerbahçe'nin çok şey beklediği Alex,topla ilk kez 10.dakikada bir korner atışında buluştu. Bakın 10.dk diyorum. Bu adam Fenerbahçe'nin pozisyona girmesini sağlayacak olan kişi ancak o kadar kaçak dövüşüyor ki topla çok ender buluşuyor. Zaten Hakan Arıkan'ın o fahiş hatası olmasa,Fenerbahçe'nin ilk yarıda gol bulma şansı da yoktu.

Ancak ilk golü Fenerbahçe'nin bulması,maçın bundan sonrası için hem Fenerbahçe hem de Aykut Kocaman için inanılmaz bir fırsattı. Çünkü Aykut Kocaman'ın oyun taktiği kontraatak üzerine kurulu. Zaten Dia,Stoch gibi transferleri gerçekleştirme amacı da bununla alakalı. 2. yarıda ilk yarıdan farklı olarak daha fazla pozisyona girmesi de gayet normal Fenerbahçe'nin. Eğer Niang ile Dia,Guiza'lık yapmayıp,topu ağlarla buluşturabilselerdi, bu Anadolu takımı anlayışı başarıya ulaşacaktı.

Fenerbahçe'nin defans ve hücum hattı ile orta sahası arasında büyük bir boşluk var. Selçuk ile Emre, ne rakip kalenin hemen önündeler ne de kendi yarı sahalarına yakınlar.Ortası bir yerdeler. Bu da Fenerbahçe'nin oyun kurmasını ciddi anlamda etkiliyor. Bunun sıkıntısını çokça çektiler. Emre bir şekilde kapatıyordu bu açığı ama ikinci yarıda sakatlanıp çıkınca,bunu yeterince başaramadı Fenerbahçe.

1-2 şeye daha değinip yazıyı noktalayacağım;

Maçtan önce yapılan saygı duruşu esnasında,Kadıköy'de takımlarını desteklemeye gelen Beşiktaş taraftarları,pervasızca Fenerbahçe'ye küfür etmeye başladılar. Tamam küfür edin ama saygı duruşunda bunun olması gerçekten büyük ayıp.

Volkan Demirel'i yakın çekimlerde dikkatlice izleyin. Bu kaleci her pozisyon sonrası hakeme ana avrat küfür ediyor. Bu hakemlerin dikkatini nasıl çekmiyor gerçekten anlayamıyorum. Eskiden kendi oyuncularına da küfür ederdi,artık kendisini geliştirmiş,kendi taraftarlarına da küfür etmeye başladı. Ne diyim,elbet bir gün ona da gerekli dersi birileri verir...

Tabi bu sonucun Galatasaray'a yaradığını söylememe gerek yok sanırım. Bursa'da yarın kaybederse,Galatasaray hariç, zirve yarışındaki bütün takımlar puan kaybetmiş olacak. Galatasaray ilgili maç yazımda söylediğim gibi,kaymaklı ekmek kadayıfı :)

Bucaspor Maçının Ardından: Galatasaray Kimlik Değiştirirken





Basketbolda bir tabir vardır. Savunma yapmadan maç kazanılmaz derler. Galatasaray'ın kimlik kartına baktığımız zaman,özellik olarak hep yediğinin fazlasını atan,ya da rakibi yaptığı presle boğan bir takım olduğunu görürüz. Lucescu zamanında bu özelliğinden biraz uzaklaşsa da,genel itibariyle bu özellik Galatasaray'ın vazgeçilmezidir.

Rijkaard, Galatasaray'ın teknik direktörü olduğu ilk günden itibaren,herkesin beklentisi;oyunu domine eden,paslarla rakibi bunaltan,hep yediğinin bir fazlasını atan bir Galatasaray görmekti. Geçen sezonun başlarında bu beklentiyi karşılayan Galatasaray,Fenerbahçe'nin de muazzam başlangıç yapması sebebiyle ligi erken koparamamıştı. İlerleyen dönemlerde bir şekilde üretkenliğini kaybedip,savunma yapmayı da beceremeyince,ligi istemediği bir şekilde noktalamak zorunda kalmıştı.

Her ne kadar herkes sabretmek için yeminler etsede,yaşanan başarısızlıktan sonra hem Rijkaard'ın hem Adnan Polat'ın kredisi taraftar nezdinde azaldı. Geçen sene bir sistem oturtması istenen Rijkaard'tan,bu sene tek beklenti, günlük başarı oldu. İdari anlamdaki başarısını sportif olarak sürdüremeyen Adnan Polat'ta, Rijkaard'tan bu istekte bulunduğunu ''örtülü''olarak dile getirdi. Çalıştırdığı takımlarda günü kurtarmaktan ziyade geleceği kurtarmayı amaç edinen Rijkaard,karşılaştığı bu durum karşısında muhtemelen şaşırdı. Bu şaşkınlığın ardından ilk 2 maçta yaşanan puan kayıpları,teknik heyetin afallamasına neden oldu. Tam bu esnada imdada milli maç arası yetişti. İlk kez böyle bir durum ile karşılaşmanın vermiş olduğu şaşkınlığı üzerinden atmayı çabuk bildi Frank Rijkaard ve ekibi. Milli maç arasında takımlarını çok iyi analiz etmiş olacaklar ki,milli maç arasından sonra çok farklı bir Galatasaray sundular önümüze.

Artık eskisi gibi rakibi domine eden,tamamen atak oynayan,3 yersek 5 atalım mantığında bir Galatasaray yok. Rijkaard kendinden beklenmeyecek bir hamle ile,''önce savunma'' anlayışına yöneldi. Galatasaray;gol yemeyelim de,nasıl olsa atarız mantığıyla rakiplerinin karşısına çıkıyor. Aslında Rijkaard'ın bu düşüncesine geçen senede şahit olduk. 2 Atletico Madrid maçı ve İnönü'de oynanan Beşiktaş karşılaşması,Rijkaard'ın bu düşüncesinden örnekler sundu bize. Atletico Madrid maçına göz atalım. Herkes,hücum gücü yüksek bu iki takımın mücadelesinden gol şov beklerken,iki maçtada 3 golün üstüne çıkılamadı. Çünkü Galatasaray,paldır küldür rakibinin üstüne gitmedi. Çünkü sahip olduğu kadro ile bunu deneseydi,hezimete uğramış bir şekilde kendisini bulabilirdi.Önce gol yememeyi hedefledi iki maçtada. Bunu ne kadar başardı,başaramadı bu tartışılır. Ama Galatasaray rakibine çok çok net pozisyonlar vermedi. Tehlike yaşadı belki kalesinde ancak yaşaması gerektiği kadarını yaşadı,fazlasını değil.

Bir diğer örnek Beşiktaş maçına bakalım. Yine rakibini kitlemeyi birinci amaç olarak belirledi Frank. Bunu da belirli ölçülerde başardı. Atarsam maçı kazanırım dedi,düşüncesi de belirli ölçülerde gerçekleşti. Son dakikalarda,duran top zafiyetini yaşamasaydı Frank'ın takımı,burada da istediğini alacaktı.

Galatasaray'ın bundan sonraki stratejisi de bu. Önce rakibi durdurmak,sonra vurmak. Türkiye Ligindeki rakiplerine karşı da ,Avrupa Kupalarındaki ciddiyet ile oynuyor Galatasaray. Bu denli kaliteli ayaklara sahipken golü bir şekilde bulacağından emin olan Frank, yeterki gol yemeyin diyor. 2 maçtır gol yemeyen Galatasaray'da,golü bir şekilde bulup maçlarını kazanıyor.

Galatasaray'ın şu an geldiği noktada,oynanan futbola kızmaması gereken 2 kişi var. Birisi Rijkaard'tan günlük başarı isteyen Galatasaray Başkanı Adnan Polat,diğeri de ''yeter artık biz güzel futbol değil,şampiyonluk istiyoruz''diyen Galatasaray taraftarı.

Bu kişiler,içinde bulunduğumuz sezon boyunca Galatasaray'ı bu şekilde kabul etmek zorundalar. Çünkü Rijkaard'ı bu futbolu oynatmaya zorlayanlar onlar.

Rakiplerine karşı bu ciddiyeti sürdürdüğü müddetçe,Galatasaray yakaladığı seriyi mutlaka devam ettirecektir. Sıkıntı yaşadığı maçlar muhakkak olacaktır. Kötü oynadığı maçları kazanması önemli bir olay Galatasaray için. Bu oyun anlayışına sahipken dahi, göze hoş gelen futbol oynayacaktır Frank'ın öğrencileri,bundan şüphem yok. Yeter ki kazanırken ders çıkarma başarısını gösterebilsinler...



Bu minvalde Bucaspor maçına da değinelim.

Yine aynı düşüncelerle sahadaydı aslında Galatasaray. Rakip Bucaspor olmuş,Fenerbahçe olmuş farketmiyor. Önce savunma.

Frank Rijkaard'ın savunmadan top çıkarabilmek adına Lucas Neill'ı takımında istediğini biliyoruz. Savunmasını bir komutan gibi kontrol eden Lucas Neill,topu oyuna sokma konusunda,geçen seneki kadar başarılı değil. Orta sahada görev yapan Mustafa Sarp ile Ayhan'ın defanstan çıkacak toplarda yeteri kadar iyi olamaması,Lucas'ı uzun top oynamaya itiyor. Bu da Galatasaray'ın top kaybı yapmasına sebebiyet veriyor. Tabi bu değerlendirmeyi yaparken, dünkü maçı çok kıstas almamak lazım zira öyle bir sahada oynandı ki maç,eleştirilmesi gereken oyuncuları da gerektiği gibi eleştiremiyor insan. Bu kadar kötü bir sahayı Trömsö maçında görmüştüm bu da iki oldu. (Bir de geçen sene Kadıköy'de oynanan Fb-Denizlispor maçındaki saha vardı. Trömsö'nün zeminiyle yarışabilecek düzeydeydi!)

Gaziantepspor maçından farklı olarak,daha sağlamcı bir Galatasaray gördüğümüzü söyleyebilirim. Geçen hafta savunmasında verdiği açıkları bu maçta minimuma indirmiş olduğunu gördük Frank'ın öğrencilerinin. Rakibine çok net pozisyon vermedi,sadece tehlike yaratmasına izin verdi ki, bu da çok normal. Sıfır pozisyon ile tamamlayacak hali yok maçı.

Misimovic'in henüz takıma alışamamış olması,Galatasaray'ın merkezden etkili gelmesini engelliyor. Kanatlara yönelmek durumunda kalıyor Galatasaray. Dün kanatlarda görev alan oyunculardan olan Pino, çizgiye çok yakın oynadığından dolayı,gol pozisyonu yakalamasına rağmen çok çarprazda kalması,bunları gole çevirmesine engel oldu. Pino ile ilgili söyleyeceklerimiz bununla sınırlı değil. Keita kadar bire birde etkili bir oyuncu değil Pino. Yeteneği var ancak çok teknik bir oyuncu değil. Colin Kazım ile ciddi anlamda benzerlikleri olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Pino'dan ilk 11 den ziyade sonradan faydalanmak daha mantıklı. Çünkü adam geçme yeteneği çok fazla olmadığından,aynı zamanda boş alanları sevdiğinden;maçın başlarında istediklerini yapması zor.

Galatasaray'da en fazla eleştirilen isimlerden olan Mustafa Sarp ile Ayhan'ı maçı anlatan spikerlerin göklere çıkarması,benim hayretler içinde kalmama neden oldu. Öyle bir anlattılar ki Mustafa Sarp ile Ayhan'ı, Galatasaray'ın tüm maçlarını izlemiyor olsam, en iyi bölgemizin orta saha olduğunu düşüneceğim. Nasıl bir gözlem,nasıl bir futbol yorumudur bu,cidden anlam veremedim.

Bizim bu iki oyuncuda en fazla eleştirdiğimiz özellik,hücuma gerektiği kadar destek vermemeleri. Ayhan yıllar sonra ileriye oynamayı akıl etti,bunun neticesinde golü buldu. Bunu yapmak zor olmasa gerek. Ayhan'ın golü yoktan varettiği falanda yok. Varolanı yok ederken,kaybolmak üzere olanı hayata döndürdü,hepsi bu. Ardından da yıllardır yapması gerekeni yapıp,topla birlikte ceza sahası yayına girip,şut çekmeyi aklına getirdi. Abartılmaması lazım.

Serkan Kurtuluş hamlesinden ötürü de Rijkaard'ı kutluyorum. Oynadıkça daha iyi olacaktır.

Rakiplerinin birbiriyle çarpışacağı haftada,kötü oynarken kazanmak Galatasaray için çok çok önemliydi. Derbideki her sonuç bizim işimize yarayacak. Bunlara bir de Trabzon ile Kayseri'nin mağlubiyetlerini eklersek,bizim için bu haftanın, kaymaklı ekmek kadayıfı tadında olduğunu söyleyebiliriz.

17 Eylül 2010 Cuma

UEFA Avrupa Liginde 1. Hafta



A Grubu
Juventus 3 - 3 Lech
Salzburg 0 - 2 Manchester City

B Grubu
Leverkusen 4 - 0 Rosenborg
Aris 1 - 0 Atl. Madrid

C Grubu
Lille 1 - 2 Sporting
Levski 3 - 2 Gent

D Grubu
Club Brugge 1 - 1 PAOK
Din.. Zagreb 2 - 0 Villarreal

E Grubu
AZ Alkmaar 2 - 1 S. Tiraspol
Din. Kiev 2 - 2 BATE

F Grubu
Lausanne 0 - 3 CSKA Moscow
Sparta Prag 3 - 2 Palermo

G Grubu
AEK 3 - 1 Hajduk Split
Anderlecht 1 - 3 Zenit

H Grubu
Stuttgart 3 - 0 Young Boys
Getafe 2 - 1 Odense

I Grubu
PSV 1 - 1 Sampdoria
Debrecen 0 - 5 Metalist Kharkiv

J Grubu
Sevilla 0 - 1 PSG
Karpaty 3 - 4 Dortmund

K Grubu
Liverpool 4 - 1 Steaua Bucuresti
Napoli 0 - 0 Utrecht

L Grubu
Porto 3 - 0 Rapid Vienna
Besiktas 1 - 0 CSKA Sofia

Bir kaç tane sürpriz var. Ancak en büyük sürprizi Karpaty Lviv yapıyordu. 2-0 mağlup durumda oldukları Dortmund karşısında 3-2 öne geçtiler,ancak maçı kaybettiler. Bizim halimizden biraz da olsun anlamışlardır umarım :)

Beşiktaş ise kazanması gereken bir maçta,bulması gereken golü bulamadı. Quaresma girmeseydi bulacakları da yoktu. Bugün bir kez daha gördük ki Beşiktaş'ın olmazsa olmazı Quaresma. O olmadığı zaman Beşiktaş fazlasıyla sıradanlaşıyor.

Bu sonuç derbi içinde iyi oldu. Beşiktaş moralli gidecek Kadıköy'e,Fenerbahçe'de olmazsa olmaz maçına çıkacak.

Zevkli bir derbi bizleri bekliyor.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Tecrübesiz Bursaspor




Her sezon başında sanki bir marifetmiş gibi, bu sene şampiyon Anadolu'dan çıksın,lige renk gelsin diyenler varya,işte Türk takımlarının Avrupa'da yaşadığı başarısızlıkta en büyük pay onların.

Geçen sene dediler ki Sivas ligi domine etti Anderlecht'i eler,fark yedi
Bu sene dediler ki, Bursa şampiyon oldu,lige 4 te 4 ile başladı,Valencia'da kim,Bursa fark yedi.

Bu tarz söylemlerle Anadolu takımları gaza getiriliyor ve sonu hüsran oluyor. Avrupa'da tecrübe çok önem arz eden bir durum. Anadolu takımlarının Avrupa'da başarılı olabilmesi bu anlamda çok kolay değil.

Misal Bursa şampiyon olduğu zaman,ligde belki rekabet artar,yayıncı kuruluş ciddi gelir elde eder, ama Türk futbolu Avrupa'da batağa saplanır. Galatasaray,Fenerbahçe,Beşiktaş gibi takımların Avrupa kupalarında boy göstermesi gerekli. Hem de ön eleme oynamadan,direkt gruplardan başlamaları lazım. Ya da mümkün olduğunca az ön eleme oynamaları lazım.

Sene başında gördük. Galatasaray'da Fenerbahçe'de kendinden fersah fersah güçsüz takımlara elendi. Bu elenişlerin türlü sebepleri var. Ama ortak neden motive olamamaktı. Hem Galatasaraylı hem Fenerbahçeli oyuncuları kafa olarak bu maçlara hazırlamak çok zor. Çünkü karşılarında kendinden çok çok zayıf bir takım var. Sen istediğin kadar uyar,futbolcunun kafasında biz bu takımı rahat eleriz düşüncesi ister istemez oluşur. Ancak karşı taraf için bu tarz takımlarla oynamak bir gurur meselesi haline gelir. Maçı kazanmayı daha fazla isterler vs.

Neticede zayıf takımlar daha fazla motive olur. Bu yüzden de bizim takımlarımız,kendinden zayıf takımlarla maç yaparken zorlanırlar.

Türk Milli Takımını da buna örnek gösterebiliriz. Elemelerde çok başarılı olamaz, ama Şampiyonalarda aslan kesilir.

Bursa şampiyon olduğunda aslında bunları düşünüp pek fazla sevinmememiz lazımdı. Ne Fenerbahçe'nin umrundaydı bu şampiyonluk ,ne Galatasaray'ın ne de Beşiktaş'ın. Çünkü bu takımların kendindeki eksikleri görebilmesi için,ezeli rakiplerinin şampiyon olması lazım.

Bursa'nın şampiyon olması Bursa'ya yaradı. Hem maddi hem manevi yönden. Ama sadece Bursa'ya!

Bugünde gördük işte. Tecrübesizliklerinin kurbanı oldular. Kendileri gibi oynamadılar. Korktular. Oysa korkulcak bir şey yoktu. Rakibin orta sahasında,geçen sene Galatasaraylılardan her hafta küfür yiyen Mehmet Topal oynuyordu. Ama bunu düşünemeyecek kadar Şampiyonlar Ligi şarhoşluğu içine girip,orda oynamakla herşeyin tamam olduğunu sanma yanılgısına düştüler.

Bu sonuç her anlamda Bursa'yı yaralayacak. Çünkü bu sonucun ardından oyuncuları toparlamak kolay olmaz. Bu lige de yansıyacak. Kasımpaşa ile falan oynasalar bu sıkıntıyı yaşamazlar diyeceğim ama bu hafta Antep'e gidecek Bursa. Ertuğrul Sağlam'ın maç içindeki düşünceli hali de bundan kaynaklanıyordu. Yoksa Şampiyonlar Ligi'nde bundan sonra ne yapacağızı düşünmüyordu Ertuğrul Sağlam.

Bursa yediği bir tomar golle averajını da eksilere itti. Bundan sonra toparlaması da çok zor olacak. Olası bir puan eşitliği halinde,yarıştığı takıma geçilme şansı çok yüksek. Umarım diğer maçlarda kendilerini toparlayıp,kendileri gibi oynarlar. Belki o zaman bir şansları olabilir...

14 Eylül 2010 Salı

Gaziantepspor Maçının Ardından: Önemli olan 3 Puan



Klişe bir söz aslında bu. Oyun olarak kötü geçirilen bir maçın ardından söylenir genellikle. Ancak benim bu sözü kullanmam oyunun kötü olmasıyla alakalı değil.

Galatasaray istim üzerinde. İlk maçta yaşadığı 6 puanlık kayıp,Sarı-Kırmızılı takımın sezona ciddi bir dezavantajla başlamasına neden oldu. Ardından gelen Eskişehir maçı dönüm noktasıydı. Galatasaray, ya kazanıp üzerindeki baskıyı bir nebze olsun azaltacak ve yeni bir başlangıç yapacaktı; ya da kaybedip ciddi bir krizin içine girecekti. Milli maç arasından önce ilk ihtimal gerçekleşti. Galatasaray ciddi bir sınavdan galip ayrılmayı başardı. Ancak o galibiyetin anlam kazanabilmesi için, Gaziantep'i iç sahada mağlup etmek gerekiyordu. Türkiye-Belçika maçının ardından başlık olarak''Stratejik Galibiyet'' yazmıştım. Galatasaray'ın Gaziantepspor karşısında aldığı galibiyette-aynı Türkiye'nin Belçika maçı galibiyeti gibi- stratejik bir galibiyetti. Bu galibiyet hem bir serinin başlangıcı olması açısından hem de takımın özgüven kazanması açısından önemliydi.

Önemli olan 3 puandı dedik. Galatasaray bu 3 puanı almayı başardı. Peki oynadığı oyun nasıldı ?
Dün gece Mustafa Denizli Galatasaray ile ilgili çok kritik analizler yaptı. Galatasaray'ın hücum bölgesindeki oyuncularından maksimum verim alabilmesi için,orta ikilideki Sarp-Ayhan'ın bu oyuncuları yönlendirmesi gerektiğini ,bunu yapamıyorlarsa hızlı oynamaları gerektiğini söyledi.
Esas sorun burada zaten. Galatasaray'ın orta göbekte yer alan iki oyuncusu hızlı oynayamıyorlar. Bunun yanısıra bu oyuncular,mücadele de etmiyorlar. Sahte pres yapıyorlar,özellikle Mustafa Sarp. Dün bir pozisyon oldu ki(izledikçe deliye dönüyorum). Maçı izleyenler hemen hatırlayacaklar. Julio Sezar,orta sahada topu aldı,düştü kalktı,dengesini kaybetti buna rağmen Mustafa Sarp ile Ayhan'ı iki kez çalımladı ve topu sürerek,Galatasaray ceza sahasına kadar sokuldu. Julio Sezar bunu yaparken bir Allah'ın kulu da nereye gidiyorsun demedi. Galatasaray'ın orta saha göbeğindeki isimler diye addeddilen oyuncuların, bu kadar basit çalım yeme ve bu kadar pasif futbol oynama hakları ve şansları yok. Herkesin yeteneksiz diye dalga geçtiği Barış, Mustafa Sarp ile Ayhan'dan daha fazla savaşıyor ve mücadele ediyor. Her ne kadar topu kullanma anlamında çok başarılı olmasa da,mücadele olarak bu iki ismin çok önünde. Çok ciddiyim, ben olsam Barış- Elano yapardım orta ikiliyi. Elano her ne kadar geçen sene o bölgede çok başarılı olamasa da, en azından savunmadan gelen ilk topları alır,hücum oyuncularına servis eder. Barış'ta işin savunma tarafını yapar. Ha Lorik Cana nerede diyecekseniz, ben de dahil mücadele azmi olarak methediyorduk Lorik Cana'yı ama,geçen zaman gösterdi ki Rijkaard Lorik Cana'dan faydalanmayı düşünmüyor. Ya bu transfer Rijkaard'ın isteği dışında oldu ya da Lorik Cana mecvut Galatasaray orta saha elemanları içindeki en kötü adam. 2. ihtimal doğru olmadığına göre,geriye 1 numaralı olasılık kalıyor. Milli Takımda oynarken Galatasaray'da oynamamasının başka bir izahı olamaz çünkü.

Galatasaray'ın Gaziantepspor karşısında bir diğer dezavantajı da,sahada yer alan oyuncularının büyük bölümünün fizik kondisyon olarak hazır olmamasıydı. Bir de karşılarında Gaziantepspor gibi, oyunun savunma yönünü çok iyi oynayan ve iyi kontraatağa çıkan bir takım olunca, istediği oyunu oynama şansı kalmadı. Maçı kazanmanın tek bir yolu vardı,o da duran top. Bunu da ikinci yarının hemen başında buldu Galatasaray ve kendisine altın tepside sunulan bu imkanı elinin tersiyle itmedi. Golden sonraki son yarım saat ise tam bir korku filmi tadında geçti Galatasaray taraftarları için. Geçen seneden bilinçaltına yerleşen ''öne geçtiğimiz maçları kaybediyoruz''düşüncesinden oyuncular hala sıyrılamamış. Hal böyle olunca,Galatasaraylı oyuncular istem dışı olarak savunma yapmaya başladılar. Zaten rakibe gölge yapmaktan başka bir şey yapamayan 2 orta saha elemanına sahip olan Galatasaray,savunma yapmaya kalkınca haliyle kalesinde gol pozisyonları verdi. Gerek Ufuk'un yapmış olduğu kurtarışlar ,gerek savunma oyuncularının anlık müdaleleri;Galatasaray'ın kalesini gole kapamasını sağladı.

Galatasaray oyun olarak istenileni sahaya yansıtamadı dedik. Peki bundaki temel etken, Galatasaray'ın kendi karakteristik özelliklerini sahaya yansıtamaması mıydı ? Tabiki hayır. Karşılarında inanılmaz derecede güçlü,savunmayı çok iyi yapan,Galatasaray'ı çok iyi analiz etmiş bir Gaziantepspor vardı. Bu vesile ile Gaziantepspor'u da değerlendirmiş olalım. Tolunay Kafkas'ın en belirgin özelliği,çalıştırdığı takımları savunma ağırlıklı oynatıyor olması. Bunlara bir de,iyi kontra atağa çıkan oyunculara sahip olması eklenince;çok can yakabilecek bir takım haline geliyordu Kafkas'ın ekipleri. Gaziantepspor'un defans hattı Türkiye Ligi için çok ideal. Emre Güngör olsun,Yalçın olsun hem sertlikleriyle rakibi sindirebilen hem de mücadele etmeyi seven oyuncular. Arkalarında da sağlam bir kaleci var. Karcemarskas Litvanya Milli Takım kalesini de koruyor ve gerçekten çok iyi kaleci. Beklerde yer alan Elyasa ve İvan'da ortalama oyuncular. Orta sahadaki Erman Özgür ile Zurita zeki adamlar. Bilhassa Erman Özgür. İnanılmaz beğendiğim bir oyuncu Erman. Oyun görüşü olsun,sergilediği performans olsun, inanılmaz kaliteli bir futbolcu. Tek eksikleri,bu bölgede alternatif oluşturamamaları. Murat ve Zurita'dan birinin yerine ya da bu isimlerin arkasına iki sağlam orta saha alabilseler,çok farklı bir takım olabilirler. Hücum hattı zaten fena değil. Bunlara en son transfer ettikleri Popov'u da eklersek,iyi işler çıkartabileceğini öngörebiliriz Gaziantepspor'un. Onların da tek eksiği 2-3 maçlık bir galibiyet serisi yakalayamamış olmaları. Bunu başarabilirlerse,senelerdir özlemini çektikleri yukarı sıra hasretini dindirebilirler.

Son olarak; Metin Oktay'ı bir kez daha özlem ve sevgiyle anıyoruz. Ruhu şad olsun.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Metin Oktay'ı Rahmetle Anıyoruz




Taçsız Kral Metin Oktay
Tek aşkıydı Galatasaray
Senin gibi Cimbomluyu
Unutur mu bu taraftar ?

Metin Oktay'ı ölümünün 19. yılında özlemle anıyoruz.

Teşekkürler 12 Dev Adam


Türkiye sizinle gurur duyuyor.

10 Eylül 2010 Cuma

Simas Jasaitis...




Kendisini anlatmaya gerek yok. Avrupa çapında bir basketbolcu. Geçen sene Galatasaray Cafe Crown forması ile izledik kendisini. Oynadığı 1 sezon boyunca hem biz onu, hem de o bizi çok sevdi. Geçirdiğimiz zor dönemde,attığı üçlüklerle takımımıza fayda sağladı.

Dedik ya o bizi çok sevdi diye. Bunun yanında bizi unutmadığını da öğrendik. Litvanya Milli Takımı ile yarı finale kalan Simas, idmanlarda Fenerbahçe aleyhine tezahürat yapıp,Cim Bom Bom diye tempo tutuyormuş...

Bizde seni unutmayacağız Simas. Umarım Amerikan züppelerini yenip,finale çıkarsınız. Türkiye-Litvanya finali gerçekten güzel olur. Seni rakip olarak görmek, üzüntülü aynı zamanda ilginç olur bizim için.

Elano'ya Piyango



Milli maç mesaisinin sona ermesiyle birlikte,yavaş yavaş kendimizi lig maçlarına motive etmeye başlayabiliriz.

Milli maç arasından önce Eskişehir galibiyetiyle üzerindeki ölü toprağı atan,taraftarlar nezdinde beklentileri birden en üst düzeye çeken Galatasaray; bunların akabinde takıma 2 yeni isimde kazandırınca, Gaziantepspor maçı için geri sayım, haftalar öncesinden başladı. Bunların dışında,takımda haftalardır sakatlıkla mücadele eden oyuncuların iyileşmesi tüm Galatasaraylıların yüzünü güldürdü. Böylece Gaziantepspor maçı öncesi,Rijkaard'ın elinde alternatifli bir kadro oluşmuş oldu.(Özellikle hücumsal anlamda).

Misimovic'in transferi başlı başına bir olay zaten. Galatasaray'ın şu anki seviyesini %30-%40 artırıcak bir oyuncu. Komutanvari bir edayla takımı yönlendirebilecek,etrafındaki oyuncuları rahatlatabilecek,Galatasaray'ın hücumda yaşadığı sıkıntıları en aza indirgeyecek bir yıldız Misimovic.

Gerek taraftarların,gerek Rijkaard'ın,gerekse takımdaki futbolcuların bu transfere sevindikleri aşikar. Ama bu saydığım kişilerin içinde birisi var ki, o ; bu transfere herkesten fazla sevindi.
Bu isim Elano Blumer.

Elano geçen sene takıma katıldığı vakit,alışılagelmiş bir biçimde ''yeni Hagi'' damgası yedi. İlk oynadığı maçta Kayseri'ye füze yollayınca,bu söylemler daha bir gür sesle dillendirilmeye başlandı.
Birazda medyanın gazı ile bu yemi yine yedik. Elano'dan Hagivari bir oyun beklemeye başladık. Her duran topta,her top Elano'ya gelince heyecanlandık. Ondan çalımlar atıp,slalomlar yapmasını,tek başına takımı kurtarmasını bekledik. Ancak bunları yaparken,olaylara at gözlüğü ile baktık. Gerçekleri görmekten,objektif olmaktan uzaktık. Bu kadar subjektif davrandığımız bir ortamda,kendimizle çelişircesine Elano'nun Milli Takımda farklı,Galatasaray'da farklı oynadığını söyledik. Bunları söylerken gerçekleri görmemiz gerekirken,biz Elano'ya dair beklentilerimizi daha da artırma yolunu seçtik. Umarsızca Elano'dan tek başına takım olmasını istedik.

İşte bu anlamda Misimovic'in transferi,takım için olduğu kadar,Elano içinde önemli. Şunu kabul etmemiz gerekli ki; Elano tek başına takımı kurtaracak bir oyuncu değil. Elano bir takım oyuncusu. Etrafındaki oyuncular ne kadar futbolu bilir,ne kadar performanslarını yüksek tutarsa,Elano'da takıma o denli yararlı olur.


Geçen seneye dönelim.

Orta sahada top yapan oyuncu eksikliğini o kadar fazla hissettik ki ;Elano gibi hücumda etkili olan bir oyuncudan,gelip defanstan top almasını istedik. Böylece Elano'yu Elano yapan özellikleri yoksaydık. Hal böyle olunca, Elano'nun bizde yarattığı izlenim ''sıradan bir Anadolu oyuncsu''nu geçemedi.

Misimovic transferinin önemi de burada ortaya çıkıyor. Misimovic takım içinde tam bir beyin görevi üstleneceğinden;hücumda takımı yönlendirdiği kadar,defanstan orta sahaya gelen ilk toplarda yeri gelecek onunla buluşacak. Takım hücumda zorlandığı dakikalarda,ona sığınacak. Bizim Elano'dan geçen sene beklediklerimizi o gerçekleştirecek. Böylece Elano'da Brezilya Milli Takımında olduğu gibi, Galatasaray'da da çalışan bir makinenin çok önemli bir dişlisi olacak.

Rijkaard gibi bir hocanın takımında,oynatmak istediği futbolu da düşündüğümüzde, Elano ile Misimovic'in olması bir avantaj. Takımdaki diğer üst düzey oyuncuları(Arda,Kewell,Baros) da düşündüğümüzde ; bu ikilinin varlığı inanılmaz önemli. Şu ana kadar zerre yararlanamadığımız Lorik Cana'nın'da Marsilya günlerine dönmesi halinde,çok ilginç bir takım olabilir Galatasaray.

Taraftarların Gaziantepspor maçı için bu kadar heyecanlanması, yönetimin bilet fiyatlarını yüksek tutması kadar normal bir durum.

Galatasaray Dergisinin son sayıda söylediği gibi ;

''Artık hazırız. Şimdi başlıyoruz.''

8 Eylül 2010 Çarşamba

Belçika Maçının Ardından: Stratejik Galibiyet




Biz Türkler hakikaten garip insanlarız. İşimizi zora sokmayı seven,kolay galibiyetlerden hoşlanmayan,acı çekerek kazanmayı yeğleyen bir yapımız var.

İlk dakikalardan itibaren gördük ki,Hiddink oyuncularından kontrollü oynamalarını istemiş. Yalnız bizimkiler kontrollü oynamayı biraz abarttılar ve ilk yarı boyunca neredeyse rakip kalede organize atak geliştiremedik. Arda'nın bireysel çabaları sonucu bulduğumuz bir iki cılız pozisyon dışında, rakip kalede tehlike yaratma fırsatımız olmadı.

Rakip Belçika takımıda çok fazla hücumu düşünmeyince,zevksiz bir ilk yarı izledik. Ama ilk yarı bitiminde skor tabelasına baktığımızda Belçika'nın 1-0 önde olduğunu gördük. Türk futbolunun kanayan yaralarından biri olan duran top zaafiyeti, yine kendini gösterdi ve devre arasına üzgün girmemize neden oldu. Tabi bunda kaleci Onur'un yadsınamaz hatası olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Hiddink,Rijkaard gibi, belli bir seviyenin üstünde hocalarda gözlemlediğim bir şey var. Bu saydığım kalibredeki hocalar,inanılmaz derecede tutucular. Takım ne kadar sıkıntıda olursa olsun,sabretmeyi biliyorlar ve aksayan yerlere hamlelerini biraz geç yapıyorlar. (Rijkaard bu sene biraz Türkleşti,hamle zamanlamasını bayağı erkene çekti. Muhtemelen Hiddink'te Türkleşecek). Hiddink'te bu özelliğinden vazgeçmedi ve takıma hamle yapmak için ikinci yarıyı bekledi. Yapması gereken değişiklik aslında basitti. Takımı eksik oynatan iki oyuncu vardı sahada. Tuncay ve Selçuk. Hiddink değişiklik hakkını Selçuk'tan yana kullandı. Semih'i aldı yerine. Forvet mevki ile zerre alakası olmayan Tuncay'dan sonra,Semih bize ilaç gibi geldi. Tuncay'ın eskiden hırsı vardı. Teknik kapasitesi yetersiz olmasına rağmen hırsı ile bu açığını kapatabiliyordu. Ama gerek ABD kampı olsun,gerek son oynadığımız maçlar olsun, açıkça söyleyebiliriz ki;Tuncay'ın Anadolu futbolcusundan farkı kalmamış. Gücü tükenmiş,tekniği Barış Özbek'ten bile kötü hale gelmiş,hava topu alamayan,golcülüğü olmayan sıradan bir futbolcu olmuş çıkmış. Tuncay neden Stoke City'de oynayamıyor diye düşünüyordum,sağolsun oynadığı futbol ile bana bu sorunun cevabını verdi. Hatta biraz daha zorlasam,Tuncay'ı 80 de oyuna sokup 87 de çıkaran antrenörü haklı bulucam! O derece berbat işte Tuncay'ın oynadığı futbol.

Dedik ya biz Türkler garip insanlarız diye. Kontrollü,defansif anlayışa dayalı ya da dengeli oyun tarzları bize uymuyor. Eğer taraftarımızı arkamıza almışsak,bir de kazanmamız gereken bir maç oynuyorsak, bizi tutabilene aşk olsun!

Hiddink, detaylı olarak bizim kültürümüzü tanıyamadığı için;futbol çerçevesi içinde, sıradan bir hamle yaparak maçı bizim lehimize döndürdü. İlk yarıdan daha fazla ihtiyacımız olduğu bir dönemde Arda'yı kullanamayışımız, ya da Arda'nın buna müsaade etmeyişi, tek dezavantajımızdı. Velev ki golü erken bulduk ve tüm oyuncuların özgüveni yerine geldi. Bu sayede genlerimizde bulunan kazanma azmine yeniden kavuştuk. Arda'nın Fellaini'den ilk yarıda aldığı darbe,onu olumsuz etkiledi. Maça başladığı gibi maçın devamını getiremedi. Buna rağmen golü erken bulmamızın verdiği avantajla yüklendikçe yüklendik rakip kaleye. Tuncay'ın savrukluğu olmasa;daha erken skor avantajını yakalayabilirdik,ama başaramadık. Semih'in fırsatçılığı ve bitiriciliği sayesinde bulduğumuz gol,geriye düştüğümüz bir maçta,bizi öne geçirdi.

Skor üstünlüğünü yakaladıktan sonra yapmamız gereken tek bir şey vardı. Kontrollü oynamak. Bir nevi zoru başarmamız lazımdı. Bizim için kontrollü oynamak gerçekten zor çünkü. Tam rakip 10 kişi kaldı,işler yolunda gidiyor derken;yine kaleci Onur'un inanılmaz bir hatasıyla skor dengelendi.
Oyuncular bu denli demoralize olmuşken,Gökhan-Arda işbirliğiyle gelen gol;bizim bu maçı kazanmayı ne kadar istediğimizi kanıtlar nitelikteydi.

Ondan sonrası ise kolay oldu. İstediğimizi aldık. Sıradan bir galibiyet değildi bu aldığımız. Stratejik anlamda inanılmaz önemli. Almanya'dan sonraki en büyük rakibimizi bu galibiyet ile ekarte etmiş olduk. Artık tek bir rakibimiz kaldı;Almanya. Tabi o maçla ilgili konuşmak için erken. Önümüzde 3-4 haftalık bir süreç daha var. Neler olacak,neler bitecek bilemiyoruz. Hiddink'in de maçtan sonra söylediği gibi; Belçika galibiyetinin tadını çıkaralım şimdi.

7 Eylül 2010 Salı

Türkiye-Belçika




Belçika'nın da Türkiye'nin de geçen maçlarını izledim. Aslında burda derin derin analizlerde yapabilirdim ama gerek duymadım.

Neden ?

Belçika ile çok garip bir dönemde karşılaşacağız. Tüm ülkenin milli duyguları tavan yapmış durumda,birlik beraberlik had safhada.

Basketbol Milli Takımı ile yakaladığımız bu ivmeyi ; A Milli Takım Kazakistan önünde kazanarak, A Milli Voleybol takımı Yunanistan'ı yenerek, 12 Dev Adamda galibiyetlerine devam ederek,en üst düzeye çekti.

Hangi branşta olursa olsun,maç yapan bütün Milli Takımlarımızdan galibiyet beklediğimiz bu dönemde Belçika ile İstanbul'da karşılaşıyoruz.

Maç Saraçoğlunda. Yıllardır bize pek de uğurlu gelmeyen bir stad burası. Saraçoğlundaki olumsuz istatistik bile,bugün için yerle bir olabilir.

Bugün tribünlere gidecek insanlar seyirci değil,taraftar olacak. Fatih Terim Milli Takımı çalıştırırken,Galatasaraylı oluşunu ileri sürerek, Milli Takımın başarısız olmasını isteyen,bu uğurda Türkiye-Yunanistan maçında ben Yunanistanlıyım arkadaş! Diyebilecek kadar seviyesizleşen bir sürü Fenerbahçeli insan vardı ortada.

Atatürk'ün Fenerbahçeli olduğu yalanını ortaya atacak kadar gözü dönmüş,kendi GERÇEK tarihinden habersiz insanların,bu tutumuna şaşırmamak lazımdı aslında.

Artık bu insanlarında bir bahanesi yok. Başımızdaki teknik adam Hiddink. Bir dünya markası. Ne Beşiktaşlı,ne Fenerbahçeli,ne de Galatasaraylı.

Bu yüzdendir ki bugün için satışa çıkan biletlerin hemen hepsi tükenmiş. Hiçbir kulüp takımı ile ilişkilendirilemeyen Hiddink'in teknik direktör oluşu,milli duyguların tavan yapmış olması,gruptaki geleceğimiz için çok önemli bir müsabaka oluşu bu etkenlerden bazıları.

Biz bugün bu maçı kazanacaksak,ruhumuzla kazanacağız. 70 milyonun dualarıyla kazanacağız. Taktik,teknikte bir yere kadar. Tabi Türklere özgü bir durum bu...

Fatih Terim'in o unutulmaz hırsı ile ;

Allah yardımcınız olsun çocuklar!

4 Eylül 2010 Cumartesi

Hiddink Olabilmek




Dün gece Astana'da ilginç bir olay yaşanmış. Maçtan önce bunu duymuştum ama görüntüleri izleme fırsatım olmamıştı. Bugün olayın görüntülerini de gördüm.

Peki olay neydi ?

Dünkü Kazakistan-Türkiye maçını izlemek için, Kazakistan siyasilerinin en üst düzey kesiminden birisi maçı izlemeye,stada geliyor. Numaralı tribünündekiler baştan aşağı taranıyor bir terslik olmasın diye. Buraya kadar herşey normal. Anormal olan ; aynı dakikalarda stada giriş yapmak üzere olan Türkiye Milli Takımı oyuncularının da aranmak istenmesi. İşte tam da bu noktada, Başkan ve Milli Takımlar sorumlusunun yapamadığını Hiddink yapıyor,görevlilerle konuşup, oyuncuları olumsuz etkileyecek olan bu harekatı bertaraf ediyor. Tüm oyuncaların aramaya tabi tutulmadıklarından emin olabilmek için,oyuncuları tek tek kendisi arama heyetinin yanından geçiriyor.

Eğer Hiddink olaya el atmasa,Türk Milli Takımı oyuncuları belki de tarihte ilk kez görülecek bir olayla,aramaya tabi tutulacak ve psikolojik olarak olumsuz etkileneceklerdi.

Hiddink böylece bunun önüne geçmiş oldu. Kazaklarla bizzat kendi dillerinde konuşarak bunu başardı.

Büyük antrenör sadece takımı iyi yönetmekle olunmuyor. Bir sürü faktörün bir araya gelmesiyle büyük antrenör olunuyor. Hiddink'in dün takıma sahip çıkması,büyük antrenör olduğunun açık bir kanıtı. Ülke olarak Hiddink'in değerini bilmeliyiz. Çünkü Dünya'daki Hiddinklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Adnan Polat'ın Açıklamaları



Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Adnan Polat,dün gece NTVSPOR'da yüzde yüz futbol programına katıldı. Gündemdeki konular hakkında da açık ve net açıklamalarda bulundu başkan.

Adnan Polat'ın dünkü açıklamalarından sonra dahi,onu eleştirecek bir sürü insan olacağını tahmin etmiştim açıkçası.

Şunu açıkça belirtmek lazım ; Adnan Polat'ı sportif başarılar dışında,herhangi bir konuda eleştiren bir kişi görürseniz,bilin ki o kişi Adnan Polat'ı sırf egolarını tatmin etmek için eleştiriyordur.

Zaman zaman, destekledikleri takımın bir ''Spor Kulübü'' olduğunu unutan çok sayıda insan var. Amatör branşları takip etmeyebilirsin ancak oraya yapılmış yatırımlara,oradaki gelişmelere kayıtsız kalamazsın. Eğer kayıtsız kalıyorsan; başkanla ilgili değerlendirmede de bulunamazsın. Açık ve net. Çünkü Adnan Polat sadece ''futbol''dan sorumlu bir başkan değil.

Rıdvan Dilmen'in objektiflikten uzak,bir futbolcu ile sohbet ediyormuşçasına takındığı tavır beni inanılmaz rahatsız etti. Rıdvan Dilmen'in,bu zamana kadar çıkmış olduğu hemen hemen tüm Yüzde yüz futbol programlarında Fenerbahçe Sempatizanlığı yaptığını biliyoruz. Bir umut Fenerbahçeliliğini bu programa yansıtmaz diye programı izlemeye başladım. Ne kadar gariptir ki yine yanılmadığımı gördüm. Adnan Polat Galatasaray'dan bahsederken, ''bizde de böyle başkanım'' diyerek konuşmanın ortasına girmesi ve soru sorarken daldan dala atlayıp,lafı bir türlü istediği yere getirememesi, konuşmayı hafifte olsa sekteye uğratan gelişme oldu.

Adnan Polat gayet kendinden emin bir şekilde, idari konularda gerekli bilgileri verdi. Açıkçası idari konulardaki başarısından dolayı,Adnan Polat'ın tebrik etmemiz lazım,hakkı ödenmez. Daha 3-4 yıl öncesine kadar Galatasaraylı futbolcuların başrol oynadığı ''para''temalı karikatürleri,internet ortamlarında hemen her gün görüyorduk. Oyuncuların parasının ödenmediği,takım için gerekli transferlerin yapılamadığı bu yılları yaşadık ve ne kadar sıkıntılı dönemler olduğunu biliyoruz. Bizim için karanlık olan bu yıllar, Adnan Polat'ın yönetime girmesi ile birlikte yavaş yavaş yerini aydınlığa bıraktı. Adnan Polat'ta dün gece''Galatasaray tünelden çıktı'' diyerek; finansal anlamda Galatasaray'ın önünün artık açık olduğunu müjdeledi.(Zaten öyle olmasa yıllardır ortalıkta gözükmeyen akbabalar ortaya çıkmazdı).

Dün dile getirilen bir diğer önemli cümle de şu ; ''sportif başarıların sürekli hale gelebilmesi için iyi bir idari yapıya sahip olmak gerekir''. Bu cümle;aslında, Galatasaray'ın UEFA Kupasından sonraki dönemini çok iyi anlatıyor.O dönem Türkiye'de rakipsiz olan,Avrupa'da ise devleri titreten Galatasaray'ın başarılarının, neden sürekli olmadığını anlayabiliyoruz. Faruk Süren sportif anlamda inanılmaz bir başkan ama idari olarak Galatasaray'ı iyi yönetemedi ve kulüp, ileriye gitmesi gerekirken 10 yıl geriye gitti.(Türkiye tarihinin en büyük başarıları olan UEFA Kupası ile Süper Kupa Şampiyonluğu dahi paraya çevrilemedi). Galatasaray bu anlamda zor günler geçirdi. Ama bu günler geride kaldı.Galatasaray yavaş yavaş düzlüğe çıkıyor. İdari yapı düzeltilirken futbol takımı da ihmal edilmiyor. Ezeli rakip Fenerbahçe stadını yapıp gelirlerini ikiye katlarken,Galatasaray gelirlerinde düşüş yaşıyordu. Buna rağmen Fenerbahçe,sportif olarak Galatasaray'ı geçmeyi başaramadı. Fenerbahçe, tarihinin en iyi kadrolarından birini kurduğu, 2005-2006 sezonunda bile şampiyonluğu Galatasaray'a kaptırdı. Ki o şampiyonluk çok stratejik bir şampiyonluktu. Fenerbahçe'nin olası bir 4 yıl üst üste şampiyonluk şansının önüne geçiliyordu.

Adnan Polat,sportif başarıyı yakalayabilmek adına çok önemli bir ismi getirdi takımın başına,Frank Rijkaard. Geçen sene bireysel hatalar olmasa,Türkiye Liginde şampiyonluğu çok rahat alabilirdi Galatasaray. Avrupa'da ise,şu an Fenerbahçe forması giyen Caner Erkin'in amatörce davranışları nedeni ile Atletico Madrid'e elenildi. O Atletico Madrid,gitti UEFA Avrupa Ligini kazandı,yetmedi Süper Kupayı aldı. Galatasaray'daki şanssızlık, müptelası olduğu Şampiyonlar Ligine bir türlü girememesi. Oraya adımını bir atabilse Galatasaray, aslında herşey düzelecek. Beklenen sportif başarıda böylece gelmiş olacak. Adnan Polat'ın da tüm hedefleri bu doğrultuda. Dün gece zaten- açık açık olmasa da,-takımla geçen sene yeteri kadar ilgilenemediğini söyledi başkan. Bu sene takımın herşeyi ile ilgileneceğim diyerek inceden bir mesajda veriyordu.

Yazıyı bitirmeden önce,gerek medya, gerek taraftarlar tarafından inanılmaz derecede abartılan bir konuya değinmek istiyorum.

Jovanovic sorunsalına..

Prekazi iyi futbolcudur. Her ne kadar kendisini canlı şekilde izleme fırsatına nail olamasam da ; etrafımızdaki büyüklerden duyduğumuz bu. Galatasaray'ın efsane futbolcuları arasındadır,bu da doğru. Ama unutulmaması gereken bir şey var. Kimse Galatasaray'dan büyük değildir. Prekazi zaten açık açık söylüyor,Jovanovic transferinde para konularını ben konuşmam,menejeriyle konuşmalılar bu konuyu diye. Galatasaray yönetimi de Prekazi'nin önerisini dikkate alıp,bu futbolcuyu İstanbul'a çağırıyor ve menejeriyle görüşüyor. Netice itibariyle anlaşma sağlanamıyor. Bir futbolcu İstanbul'a geldi diye,anlaşma sağlanacak diye bir kural yok. Prekazi' de kendi takımının altyapısında yetiştiği için bu futbolcu,transfer gerçekleşmeyince biraz duygusal davranıp,içerliyor. Gelin görün ki bir kesim Galatasaray taraftarı, bu duruma sinirleniyor ve birden ortaya ''VEFA'' sözcüğünü atıyorlar. Tabi Hagi teknik direktör olduğu zamanlarda istifaya davet edilirken bu sözcük kullanılmıyordu. Ya da Bülent Korkmaz ilk geldiği zaman ''Büyük Kaptan ve Ekibini Sonuna Kadar Arkasındayız'' diye pankart açtıktan, 5-6 hafta sonra ''Bülent İstifa'' diye bağırırlarken,bu sözcüğün varlığından haberleri yoktu.

Bunları yapanların niyeti belli. Başkan'a bu ayıbı temizle demeden önce,kendi ayıplarını temizlemeleri gerekiyor.

Toparlarsak; Başkan'ın açıklamaları gayet yerinde ve makul açıklamalardı. Merak edilen bütün sorulara içtenlikle cevap verdi. Kendisine atılan ''şerefsizce''iftiraları da çok güzel bertaraf etti.

Seninde söylediğin gibi başkan, Galatasaray taraftarı seni tanıyor ve sana inanıyor.

3 Eylül 2010 Cuma

Kazakistan:0-3:Türkiye




Kazakistan ayarındaki takımlar ile,bu tarz turnuvalarda,ilk maçı oynamak her zaman zordur. Henüz turnuvanın başı olduğu için,bu tarz takımların içinde hep bir umut söz konusu olur. Ne koparırsam kârdır mantığı ile hareket ettiklerinden;neyleri var neyleri yoksa sahada ortaya koyarlar.

Kazakistan takımı da bugünkü maça bu mantıkla başladı. Çok katı bir savunma ile Türk hücumcuları karşıladılar ve duran toplarla gol bulmaya çalıştılar. Katı savunma yapan takımları açmanın yolu bellidir. Duran top. Eğer ki sıkışmış bir maçta,duran toplardan bir gol bulursanız,bu;rakibin daha kolay çözülmesini sağlar.

Bugün Türk Milli takımında yaratıcılık anlamında iki kilit oyuncu vardı. Birisi Emre,diğeri Arda. Emre biraz daha oyunu çift yönlü oynadığı için,hücum varyasyonları Arda'ya göre daha kısıtlı. Arda ise oyunun sadece hücum yönünü oynadığı için,Emre'ye göre, rakibin katı savunmasını açabilme anlamında daha önemli bir noktada. Oyunun ilk 20 dakikasında rakibi açmakta bir hayli zorlandık. Elemelerin ilk maçı olmasından dolayı bu da gayet normal. Golü bulabilmemiz için tek bir ihtimal vardı,biz de o ihtimali değerlendirdik ve duran toptan golü bulduk. Ardından diğer bir duran topta Hamit'in golü gelince,yarım saatte 3 puanı cebimize koyduk. Oyunun bundan sonraki bölümünde kendimizi çok fazla sıkmaya gerek yoktu,bizde öyle yaptık. Ancak ikinci yarıda daha fazla pozisyon bulmamız gerekirken bunu yapamadık. Bunun da en önemli sebebi,bugün Hiddink tarafından ileri uçta görevlendirilen Tuncay Şanlı'nın yetersiz bir performans sergilemesi. Tuncay'ı ilk kez bu kadar savruk,aynı zamanda beceriksiz gördüm. Tabi bu performansında Stoke City'de ki durumu da çok önemli bir etken. Galatasaray Başkanı Adnan Polat,Galatasaraylı yerli futbolcular hakkında çok önemli bir söz söylemişti. ''Galatasaray'dan Avrupa'ya gidecek oyuncuların gittiği takım,oynadığı ligin en iyi 5 takımından biri olmalı.'' Bu lafın ne kadar önemli ve ne kadar değerli olduğunu Tuncay Şanlı'ya bakarak görebiliriz. Stoke City gibi İngiltere'de çok da değerli ve güçlü olmayan bir takıma gitmeyi tercih eden Tuncay,bugün eski performansını mumla aratır halde. Daha başarılı bir takıma gitmeyi tercih etseydi,bugün kendisini daha fazla geliştirmiş,performansı artmış bir Tuncay görebilirdik.

Tabiki bizimde bir takım eksiklerimiz var,yok değil. Aslında eksik demek yanlış bir tanımlama olabilir. Geliştirilmesi gereken yönlerimiz var demek daha doğru.

Hücumda biraz daha efektif olmalıyız. Bu birincil önceliğimiz olmalı. Bizim gibi teknik kapasitesi yüksek ve hücum yapmayı seven oyunculara sahip takımların,topu ileride tutması lazım. Top ileride ne kadar kalırsa;bizim oyuncularımızın da kendini gösterme şansı o kadar artar.

İkincisi ise;maçı yorumlayan Ömer Üründül'ün sıkça tekrar ettiği bir durum. Duran toplarda yaşadığımız tehlike..

Tabi bu rakiple de alakalı bir durum olabilir. Rakibi ciddiye almayıp,''bunlar zaten gol bulamaz''düşüncesi oyuncuların zihinlerinde ister istemez vardır. Bu; yanlış aynı zamanda oluru da yüksek bir düşünce.

Herşeye rağmen kazanarak başlamak güzel. Yazıyı Kalli Feldkamp'ın ünlü bir sözü ile bitireyim.

''Kazanmak iyidir,alışkanlık yapar''.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Makukula Manisaspor'da


Düzeltme: Bonservis bedeli 2 milyon euroymuş.

İşte son günün en bomba transferi. Geçen yılın gol kralı Makukula Manisaspor ile 3 yıllık sözleşme imzaladı.

Trabzonspor peşinden koştu alamadı, Kayserispor defalarca girişimde bulundu yine alamadı. Kısmet Manisaspor'a imiş!

Manisaspor yeni sezona teknik direktör değişikliği yaparak başladı. Mesut Bakkal ile yollar ayrıldı yerine Hakan Kutlu getirildi. Hakan Kutlu iyi niyetli bir hoca ama başarıyı yakalayabilecek bir hoca değil. Henüz o olgunluğa ulaşamamış maalesef.

Bu sene Manisaspor'u tek forvet oynarken görüyoruz. Çoğunlukla maça tek forvet ile başlıyorlar,ilerleyen dakikalarda forveti çiftliyorlar. Sonradan oyuna giren isimde değişiklik oluyor genelde. En büyük yanlışta orada aslında. Çift forvete dönüş gerçekleşince ileri ikilide Kahe- İsaac ikilisi görev alıyor. Ama ne hikmetse bu ikili arasında bir doku uyuşmazlığı var. Şu ana kadar istenilen verim alınamadı bu ikiliden. Türkiye Ligi için bu kadar kaliteli 2 forvete sahipken, Makukula'yı almak,lükse kaçmaktan başka bir şey değil. Makukula kuşkusuz yararlı olacaktır ama sorun Manisaspor'un forvetlerinde değil. Sorun hocada maalesef. Hakan Kutlu'nun çalıştırdığı takımlar saman alevi gibi çok kısa parlamalar yapıp,sonra sönüyor. Gerek orta saha olsun,gerek forvet olsun,bu bölgede görev yapan oyuncular Türkiye Ligi için ideal oyuncular. Özellikle hücum hattı çok iyi Manisaspor'un. Solda Simpson,sağda Gökhan Emreciksin ortada S.Bükreş'ten gelen Dica,hücumda İsaac, Kahe ve Ergin. Bir de bunlara Makukula eklendi. Normal şartlarda böyle bir takımın başarısız olma şansı yok,ama iyi yönetilmediğinden Manisaspor;henüz ligde puan ile tanışamadı.
Makukula kuşkusuz başarılı olacaktır ama söylediğim gibi lüks bir transfer oldu. İlk 3 maçta sıfır puan alan Manisaspor'un işi zor yalnız. Milli maç arasından sonra oynanacak maçlar, takımın geleceği hakkında daha net şeyler söyleyebilmemiz açısından önemli. Manisaspor bu haftayı da puansız geçerse,Hakan Kutlu'nun koltuğu yavaş yavaş sallanmaya başlar.

Fatih Tekke Beşiktaş'ta




Son gün bombaları bir bir patladı. Galatasaray geçen gün Misimovic ile İnsua'yı açıkladı,dün Fenerbahçe Yobo'yu İstanbul'a getirdi..

Bugünün bombalarından bir tanesini de Beşiktaş patlattı.(Diğer bomba da Manisaspor-Makukula anlaşması). Haftalardır forvet diye yanıp tutuşan ve gündemine bilimum ismi alan Beşiktaş;hepimizin yakından tanıdığı(Özellikle Trabzonsporluların) bir isimle,Fatih Tekke ile sözleşme imzaladı.

Gerçekten sürpriz bir gelişme oldu bu. Önce Robinho söylentileri çıktı,ardından Benfica'nın 19 yaşındaki genç yeteneği ile anlaşıldı dendi,taraftar tam yabancı bir forvet oyuncusuna kendini alıştırmışken Fatih Tekke açıklandı.

Aslında mantıklı bir transfer hamlesi bu. Yabancı sınırlamasının olduğu ,yabancı kontenjanında da sıkıntı çekildiği bir noktada;alınabilecek en iyi yerli alternatiflerden biriydi Fatih Tekke. Sercan'a,Mevlüt'e falan gidip deli paralar saçılacağına, hem ihtiyacı karşılaması hem de forvet mevkine zenginlik katma açısından, Fatih Tekke'yi cüzi miktara transfer etmek daha akılcı bir hamle. Türkiye liginde Fatih Tekke Beşiktaş'ın ihtiyacını karşılayabilir. Avrupa kupalarında ise zaten yabancı sınırlaması yok,bu yüzden Bobo ilk tercih olacaktır.

İşin ilginç tarafı,Trabzonspor cayır cayıf forvet ararken,Fatih Tekke'yi neden tercih etmedi. Hem bonservisi çok uygun hem de Trabzon'un evladı. Ya başkan ile ya da Şenol Güneş ile bir derdi var Fatih Tekke'nin. Ya da en son olasılık;Şenol Güneş Fatih Tekke'yi takımına istemedi.

Trabzonspor taraftarları muhtemelen sinirlenmiştir bu transfere. Her platformda Trabzonlu olduğunu belirten ve adı Trabzonspor ile özdeşleşmiş bir ismin,ezeli rakibe transfer olması, haliyle sinir bozar. Kabul etmek zor olsa da,değişen günümüz futbolunda bu tarz olaylara çok sık rastlıyoruz. Doğal karşılamak lazım böyle olayları. Bu tip transferlerden sonra,basına açıklama yapan futbolcuların söylediği gibi ;

''Onlar profesyonel futbolcu''

Yobo Fenerbahçe'de



Her ne kadar Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman ile başarılı olamayacağını düşünsem de; eksik olduğunu hissettikleri bölgeye yaptıkları transferleri de değerlendirmek lazım.

Fenerbahçe'nin Bilica'yı nasıl transfer ettiğini hala anlamış değilim. Anadolu takımlarında yıldızı parlayan yabancı oyunculara talip olmak,son zamanlarda moda oldu. Özellikle Beşiktaş Tabata'ya 8 Milyon euro vererek,inanılmaz bir transfer yanlışı yaptı. Fenerbahçe'de Bilica'da bu modaya uydu. Anadolu takımlarında oynamak ile büyük takımlarda oynamak arasında gerçekten büyük fark var. Bir oyuncu Anadolu takımlarında iyi oynuyor diye büyük takımlarda da iyi oynayacak diye bir kaide yok,özellikle yabancı oyuncular için bu geçerli. Eğer o takımlardan bir transfer gerçekleştirme düşüncesine sahipseniz,iyice düşünmeniz gerekli bu transfer hamlesini. İşte bu ortamda iyi planlanmamış bir transfer olmuştu Bilica Fenerbahçe için. Ve geçen sene boyunca Fenerbahçe,bu yanlış hamlenin cezasını çekti ve çekmeye de devam ediyor. Fenerbahçe'nin ihtiyaç duyduğu iki mevkiden birisi stoperdi. Diğeri de bir ön libero. Bilica'nın saatli bomba oluşundan dolayı öncelik oraya verildi ve transfer hamlesi oraya yapıldı. Yobo kaliteli futbolcu. Premier Lig de oynadığı maç sayısı gayet iyi. Yaşının biraz fazla olması bir dezavantaj. Bilica'dan sonra Fenerbahçe taraftarında bambaşka bir oyuncu etkisi yapacaktır kuşkusuz lakin Fenerbahçe'de ki stoper sorunu Bilica ile bitmiyor. Buradaki en büyük sorun bence Lugano'da. 2 senedir yokları oynuyor desem Lugano için, sanırım yanılmış olmam. Geçen sene 2 ay takım aradı,hazırlık kampında pek çalışmadı ve verimsiz bir sezon geçirdi. Bu seneye de çok iyi başlamadı. Özellikle PAOK maçında yenilen goldeki hatası yadsınamaz. (Kadıköy'deki). Bu anlamda Fenerbahçe'deki savunma sorununu Bilica'ya endekslemek doğru olmaz. Lugano'da kendine çeki düzen vermez ise o mevkide yine sıkıntı yaşanabilir.

Yobo Fenerbahçelilerde Uche etkisi yapabilir. Kendisi Uche'yi andırıyor zira. Yalnız yaptığı açıklama biraz yapmacık kalmış,hedeflerim doğrultusunda Fenerbahçe'yi seçtim demiş. Fenerbahçe Şampiyonlar Liginden elenmese,ya da UEFA Avrupa Liginde yoluna devam etse,bu söylediğini anlayışla karşılarım. Ama elinde Sadece Türkiye Ligi ve Türkiye Kupası kalmış bir takım hakkında bu yorumları yapması gerçeklikten uzak bir açıklama.

Genç bir oyuncu olsa,gelişmesi için oynaması gerekse, Fenerbahçe tercihini doğru bulabilirdim. Premier Lig de yıllardır oynayan bir oyuncunun, bu tarz açıklamalar yapması,tribünlere oynamaktan farksız bence. Ama Türkiye'de bu tarz söylemler rağbet görüyorum maalesef. Bu anlamda dersine iyi çalıştığını söyleyebiliriz Yobo'nun.