11 Aralık 2011 Pazar

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Lüleburgaz Semalarında Bir Belde: Ahmetbey




20 yaşındayım. 91 yılından 99 yılına kadar yaz aylarını Çınarcık’ta geçirdim – henüz bir yaşımı doldurmadan oraya götürülmüşüm annemler tarafından- 99’dan günümüze kadar geçen zaman zarfında ise yaz aylarının tamamını Şarköy’de geçirdim. Kısaca deniz-kum-güneş üçlemesiyle geçirdim tüm hayatımı.

Ama bir şeyler oldu son 2 yılda. Deniz-kum-güneş üçlemesi beni eskisi kadar mutlu etmiyordu. Bir farklılık yapmalıydım.

Ananemler kışın İstanbul’da otururlar. Yazın ise Şarköy’e gelirlerdi. Babanemlerin dışında, onların da orada yazlıkları vardı. Fakat geçen sene bazı sebeplerden ötürü Şarköy’deki yazlığı satıp, köyde ev yaptırdılar kendilerine. Esasında kökenleri Topçuköy fakat onlar oradan biraz daha ‘’modern’’ diye adlandıracabileceğimiz Ahmetbey’de evlerini yaptırmaya karar verdiler.

Şarköy benim için bir ritüeldi. Okullar kapanır, bir gün sonra hemen Şarköy’e giderdim. Okullar açılmadan bir gün önce de geri dönerdim. Fakat bu kez öyle olmadı.

Hazırlık sınavının bitimiyle beraber soluğu Ahmetbey’de aldım. Oradaki insanların çoğu şaşırdı tabi İstanbul’dan birinin tatil için orayı tercih etmesine. İstanbul’un şaşalı yaşamından, Ahmetbey’in sakin köy yaşamı kuşkusuz sıkıcı olmalıydı.

Ama kendini nerede mutlu ve huzurlu hissediyorsan, senin için en uygun tatil yeri orasıdır. Ben huzuru orada buldum. Trakya insanını her zaman sevmişimdir. Onların sıcakkanlı halleri, misafirperver tutumu ve en önemlisi doğallıkları benim çok hoşuma gidiyor.

Tabi bunun dışında, sakinliği ve yalnız kalmayı seven biri olmam da, oradan bu denli etkilenmemin bir diğer nedeni. Bir insan herkes ile arkadaşlık yapabilir. Fakat birileriyle gerçekten ‘’arkadaş’’ olur. Diğerleriyle ise ‘’yapmacık’’ olarak. İşte bu yapmacık olmak benim tarzım değil.

NOT: Şu yapmacık arkadaşlığı açalım da, yanlış anlaşılmalar olmasın. Merhaba merhaba olduğun insanlar senin arkadaşın değildir. Adetten selam verirsin- sevsen de sevmesen de- Ya da kısa süreli vakit geçirmek zorunda kalırsın- istesen de istemesen de. Benim için budur yapmacık arkadaşlık.

Eskiden çocuktuk, yazlık arkadaşlıklar keyif verebiliyordu (bir yere kadar tabi). Ancak yavaş yavaşta olsa büyümeye başladıkça ve kendinizi tanıyıp, kişiliğiniz oturdukça; gerçek arkadaşlarınız ile yazlık arkadaşlarınız arasındaki ince çizgi sizin için sıkıcı bir hal almaya başlayabiliyor.

Bu ince çizgiden ötürü, önceliğim bu yaz Ahmetbey oldu. Eğer olurda bir gün yolunuz düşerse, inin çarşıya, önce bir köftesinden yiyin, sonra gidin dondurmacısından dondurmanızı alın, sabah kahvaltılık için poğaçanızı pastaneden temin edin, akşam muhabbetin belini kırmak için en baştaki kahvehaneye gidin. Öncelikli tercihiniz çay olsa da, limontayı tatmadan oradan ayrılmayın!

Kısaca oraya giderseniz, en az sizler kadar temiz, sizler kadar saf, sizler kadar içten insanları bulabilirsiniz.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

17 Ağustos 1999

Belirsizlikleri ve düzensizlikleri seven bir insan değilim. Uzun bir süre bu blogda futbol ağırlıklı yazılar yazdım. Herşey güzel gidiyordu aslında fakat Digitürk’ün açmış olduğu dava ve bloglara gelen yasak benim şevkimi kırdı. Bir süre yazı yazmadım, daha sonra blogu bırakıp site satın aldım.

Dedim ya, belirsizlikleri ve düzensizlikleri sevmiyorum. Bir kere soğumuştum artık ve o günden sonra da blogda yazmayı bıraktım.

Futbol ağırlıklı yazılarımı artık www.sporatolyesi.com’da yazıyorum. Blogu ise artık gezi yasızı, günlük şeklinde kullanmaya karar verdim.

Benim için önemli bir gün olan 17 Ağustos ile ilgili yazacağım yazıyla bu düşüncemi uygulamaya geçiriyorum.
*****
12 yıl öncesine kadar sıradan bir gündü 17 Ağustos. .. Ta ki saat 03.02 olana kadar. O gün Türk Milleti tarihindeki en büyük doğal afetlerden biriyle karşı karşıya kaldı. Depreme hazır olmadığı için, ciddi kayıplar verdi. Telafisi ve tarifi mümkün olmayan acılar yaşandı.

Ve bugün 17 Ağustos depreminin yıldönümü. O gün yaşadığım korku ve gördüklerim hala aklımda…

Çocuktum. Babanemler yaklaşık 22 yıl Çınarcık’ta aynı pansiyonda 3 ay kalıyordu. Çocukken yaz tatillerinde annem ve babam tarafından onların yanına gönderiliyordum. Onlarda sağolsun hiç gocunmadan bana bakıyordu.

1999’un yazında da istikametim Çınarcık’tı. Ancak o yaz, eşine az rastlanır olaylar yaşıyordum.

Kaldığımız pansiyonun hemen önünde bir park vardı, onun da önünde taşlıktan oluşan sahil. Hemen her gün orada denize girerdim. Farklılık ise denizdeydi. Daha önce görmediğim dalgalar Çınarcık sahilini vuruyor, insanları korkutuyordu. Çocuk olduğum için haliyle ben de o dalgalardan korkuyor, neden oluştuklarına dair cevaplar arıyordum. Halam başta olmak üzere kime sorsam ‘’geminin dalgası bunlar’’ diye cevap alıyordum.

Yaklaşık 3-4 gün sürdü bu dalgalar. Dalgalar ilk gelmeye başladığında ‘’elbet bir yerde son bulacak’’ diye düşünüyordum fakat bu dalgalar süreklilik halini almaya başladıkça, içimdeki sıkıntı artıyordu.

17 Ağustos’a iki gün kala denize gitmeyi bıraktım. Çünkü her gün aynı saatte dalga çıkıyor ve benim tüm huzurumu kaçırıyordu. Artık orada kalmamın bir manası yoktu. Biraz korku biraz da anne ile babamı özlememden dolayı telefon ile annemi arama ihtiyacı hissettim. Özetlemem gerekirse, telefonda kendisine İstanbul’a gelmek istediğimi, işyerinden izin alıp, beni almasını rica ettim. Kendisi de 18 Ağustos’ta geleceğini bana söyledikten sonra telefonu kapattım.

16 Ağustos sabahı Termal’e gitme kararı aldık babanem, halam ve büyükbabamla. O gün alışık olmadığım derecede bir sıcak vardı havada. Aldırmadık hiçbirimiz. Termal’e gittik ve geldik. O andan,depremin olduğu ana kadar hiçbir şey hatırlamıyorum.

Deprem olmadan yaklaşık bir dakika önce. Tuvalete gitmek için yataktan başımı kaldırdım ancak halamın tuvalete girmek üzere olduğunu görünce bekleyeyim, sonra girerim diye düşündüm. Ve tekrar kafamı yastığa koydum.

İşte ne olduysa o anda oldu. Birden yerin altından o ana kadar ne olduğunu bilmediğim bir sarsıntı geldi. Duvarlar üzerime üzerime geliyor, yine korkuyordum. Halamlar o hengame içerisinde ‘’deprem oluyor,sakin ol’’ deselerde; depremin ne olduğunu bilmediğim için söylediklerine anlam veremiyordum.

Kırk küsur saniye devam eden o facianın hemen ardından gözümü camdan dışarıya diktim. Gördüğüm, toz bulutundan ibaretti sadece.

Rahmetli büyükbabam o yaşına rağmen beni omzuna alarak dışarı çıkardı. Yaklaşık 3-4 gün boyunca pansiyonun önündeki parkta yattık. Kaldığımız pansiyonun kolonlaro çatlamıştı. Bir gün önce satın almak için baktığımız ev ise ortadan ikiye ayrılmıştı.

İstanbul’da olan, annem ve babam başta olmak üzere, diğer yakınlarımın hali ise içler acısıydı. Bizden haber alamamaları bir yana, ölen onlarca insanın haberi onlara tarifinin imkansız olduğu bir acı yaşatıyordu. Tam süreyi hatırlamıyorum fakat 1 hafta gibi bir süre sonra bir şekilde bizim hayatta olduğumuzu haber almışlar. O ana kadar bizden umudu kestikleri için, aldıkları haber ile dünyanın en mutlu insanı olmuşlar.

Haber aldıktan bir iki gün sonra annem ve dedem Yalova üzerinden bizim yanımıza geldiler. Yalova’dan geldikleri için, gördükleri manzarayı az çok tahmin etmişsinizdir. O kadar cesedi görüp, yanımıza öyle geldikleri için bizim canlı kanli halimiz onların gözyaşlarını tutmasına engel olmuştu.

Sonrasını açıkçası pek hatırlamıyorum. Tek hatırladığım Çınarcık iskelesinin tam ortasında bir çatlak olduğu ve benim Çınarcık’tan hiç ayrılamayacağımı düşünmem…

17 Ağustos günü bu sebepten ötürü benim için çok farklı geçer. O gece yine tedirgin olur, tüylerim ürperir. Ben belki bir yakınımı kaybetmedim ama onlarca insan binaların altında can verdi o gün. Bazen şükretmeyi bilmek lazım. 17 Ağustos’ta o günlerden biri.

17 Ağustos’ta vefat edenleri rahmetle anıyorum.

2 Haziran 2011 Perşembe

Finaldeyiz!

Galatasaray Cafe Crown Beko Basketbol Ligi'nde finale yükseldi.

Şimdilik yapmış olduğumuz kısa değerlendirmeyi ''buradan'' okuyabilirsiniz.

Genel bir analiz ilerleyen günlerde www.sporatolyesi.com 'da olacak.

13 Mayıs 2011 Cuma

Galatasaray Cafe Crown:94-90:Beşiktaş Cola Turka

Play-offl’lar başladığından bu yana birbirinden güzel maçlar izler olduk. Bunlardan biri de dün gece oynanan Galatasaray Cafe Crown-Beşiktaş Cola Turka maçıydı. Normal sezonda oynanan iki maçın da kazanan Galatasaray Cafe Crown seriye 1-0 önde başladı. İlk maçı da kendi evinde oynayan sarı-kırmızılı ekip,maçtan galip gelerek,seride durumu 2-0′a getirdi

DEVAMI

8 Mayıs 2011 Pazar

Beko Basketbol Ligi'nde Play-off Heyecanı

Nihayet Beko Basketbol Ligi’nde normal sezonun sonuna geldik. Artık gerçek mücadelenin sergileneceği playoff dönemine doğru adım adım gidiyoruz. Önümüzdeki hafta içi başlayacak olan bu heyecanlı yarışta da,hiç şüphesiz birbirinden güzel ve kaliteli seriler izleyeceğiz. Son haftaya şöyle bir baktığımız da,son günde bile playoff sıralamasında çeşitli değişiklikler olduğunu gözlemledik. Şimdi de o seriler üzerinde durmak istiyorum.


DEVAMI...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Şimdi Sen Gidiyorsun Ya...

Ailenizde vardır illa ki,çocukluğum şurada geçti,ilk bisikletime şu bahçede bindim,ilk televizyonu şu odada izledim,şu odada kestane pişirirdik vs. gibi söylemlerde bulunan büyükler…

Devamı

25 Mart 2011 Cuma

Yeni Başlangıç

Blogger'a veda yazımda söylemiştim. Yeni bir site satın alma planım var diye. 2-3 haftalık bir sürenin ardından işlemleri sonuçlandırdım ve bir site edindim.

Bundan böyle www.sporatolyesi.com adlı sitede yazılarımı paylaşacağım. Ancak bu kez yalnız değilim.

http://nerdenbulastimfutbola.blogspot.com/ da yazan Görkem ve bolbasket.com da yazan Hakan İnci benimle beraber olacak.

Hakan,basketbol ile ilgili yazılarını bizimle paylaşacak. Görkem ise daha farklı bir görevde olacak.

Ben daha çok futbol ile ilgili yazılarda sazı elime alacağım.

Açıkçası bu ekip beni heyecanlandırıyor. İyi işler yapacağımızı umut ediyorum.

Bu zamana kadar burada yazdığım yazılara yorum yapıp,fikrini paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

Dediğim gibi bundan sonra www.sporatolyesi.com da olacağım. Hepinizi beklerim.

Fatih Terim'i anarak,''Allah utandırmasın'' diyorum :)

4 Mart 2011 Cuma

Blogger'a Veda

Son dönemde yaşananları biliyorsunuz. Bloglara yasak geldi ve bir çok masum blogcu madur oldu.

Birçok kişi bu konu hakkında söylenmesi gereken ne varsa söyledi. Ekstra söyleyeceğim bir şey yok.

Ancak artık blog'da yazmama kararı aldım.

Kısa vadede olmasa da,uzun vadede kendime bir web sitesi satın alma düşüncem vardı. Bu olay gerçekleşince bu vakti öne çektim.

Kesin bir tarih yok tabiki. Ancak bu işlemler gerçekleştikten sonra burada yeni sitemin ismini paylaşacağım.

Bu zamana kadar yazdığım yazıları okuyup,yaptığı yorumlar ile bana destek olan herkese sonsuz teşekkürler.

Satın alacağım sitede de beraber olup,birşeyler paylaşmak ümidiyle.

Oğuzcan.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Abdi İpekçi'de Basketbol Şöleni

Futbol takımının almış olduğu başarısız sonuçlardan,oynadığı ruhsuz oyundan sıkılanlar için güzel bir fırsat var hafta sonunda.

Saat 15.00

Adım adım şampiyonluğa doğru giden Galatasaray Bayan(bu şekilde söylemek daha nazik bence) Basketbol takımı,kendi evinde Ceyhan Belediye'sini ağırlayacak.

Fenerbahçe maçının ardından ülkesine giden Tamika'da bu maç ile birlikte takıma geri dönecek.

Normal sezonun bitimine 2 karşılaşma var ve Galatasaray ligde lider. Bu yüzden bu müsabaka çok önemli.

Saat 17.00

Bu sezon yeniden yapılanmaya giden ve bu yapılanmanın henüz ilk yılında çok başarılı işler yapan Galatasaray Cafe Crown erkek basketbol takımı,Efes Pilsen ile karşılaşacak.

Hem ligdeki sıralama hem de olası bir play off eşleşmesi için muhakkak kazanılması gereken bir maç.

Bu iki maç arka arkaya oynanacak ve yüksek ihtimal ile,bu iki maç için tek bilet çıkacak.

Ayrıca Galatasaray futbol takımının aynı gün saat 7'de Karabük ile maçı var.

Bir yanda formanın hakkını veren,çok başarılı sonuçlar alan iki basketbol takımı;diğer yanda oynadığı futbol ile taraftarına bütün bir yılı zehir eden futbol takımı.

Tercih yapmak zor olmasa gerek.

Umarım önümüzdeki Cumartesi günü Abdi İpekçi'yi doldurur,takımlarımıza gereken desteği veririz.

İbb Maçının Ardından: Olmuyor




‘’Futbolda duygusallığa yer yok’’ futbol ile alaklı duymuş olduğum en güzel sözlerden biridir. ‘’İş ile arkadaşlığı karıştırmayın’’ lafına oldukça benzer.

Afilli cümleler kurupta girişi uzatma gibi bir derdim yok.

Bizim ortak gayemiz nedir? Galatasaray. Önce bunun bilincine varalım. Sevdiğimiz,efsane dediğimiz futbolcular olmuştur,olacaktır da. Onları sevmeye devam edelim fakat Galatasaray’a yararlı olamıyorlarsa da söyleyelim.

Hagi göreve geleli uzunca bir süre oldu. Devre arası oldu, istediği transferler yapıldı. Özellikle orta saha özelinde bakarsak,Mustafa Sarp,Barış ve Ayhan’a muhtaç olmaktan kurtuldu. Yekta gibi mevkisinin en önemli oyuncularından biri takıma kazandırıldı. Kısaca,Galatasaray’ın senelerdir kangreni olan orta sahada bir takım değişiklikler yapıldı.

Teşhiş doğruydu,öngörülen tedavide sağlıklıydı. Gel gelelim ki,uygulamada hata yapıldı,yapılmaya da devam ediliyor.

Galatasaray haftalardır kötü futbol oynuyor. İç sahada taraftarın muazzam desteği bambaşka konuma getiriyor maçları. Galatasaray seviye atlıyor adeta sahada ve galip geliyor. Ancak iş deplasmanlara geldiği zaman,berabere bile kalmakta zorluk çekiyor Galatasaray.

Bu, bu sene düzelmeyebilir,Hagi için gelecek seneyi bekleyin de denebilir. Ancak Hagi’nin vermiş olduğu teknik kararlarda ciddi sıkıntılar var.

Eğer ki sen hala Mustafa Sarp’tan medet umup onu ilk 11’e koyuyorsan,haftalardır dökülen Serkan Kurtuluş’u sağ bekte oynatmaya devam ediyorsan,orta saha diye aldığın Yekta’yı sağ açığa koyuyorsan,eleştirilere hazırsın demektir.

Bir teknik direktör yaptığı oyuncu değişiklikleri ile maçı takımının lehine çevirebilir. Oyuncu değişiklikleri mühimdir. Hagi kupada 3-2 kaybettiğimiz Gaziantepspor maçında maç 2-1 bizim lehimize iken yapmış olduğu değişiklikler ile maçın kaderini değiştirmişti. Hatta Hagi’nin hediyesi demiştim o maç yazısının başlığına. Eskişehirspor’u 4-2 yenerken,maç 3-0 olduktan sonra yaptığı Mustafa Sarp hamlesi ile maç birden 3-2’ye gelmişti.

Nitekim bugün çıkan kadro ve devamında gelen oyuncu değişiklikleri de maçın kaderine ciddi anlamda tesir etti.

Galatasaray zaten futbol namına bir şey ortaya koymuyor. Hagi’yi değerlendirebilmek için oyuna yapmış olduğu etkiye bakalım diyoruz,o da bizi tatmin etmiyor.


Peki biz hangi doneler ile Hagi’yi eleştirip/öveceğiz?

Kadroyu Hagi kurmadı bunda hemfikiriz. Ancak önümüzde bir Şenol Güneş örneği var. Geçen sezonun ortasında takımı devraldı,kısa sürede takım oynadığı futbol olarak seviye atladı. O takımı sene başında Şenol Güneş mi kurmuştu?

Hagi’yi eleştiren insanlara söylenen klasik laf şu ; ‘’yönetim suçlu iken neden Hagi’ye sarıyorsunuz?’’


Yahu bunu zaten herkes biliyor. Yönetimin suçsuz olduğunu inkar eden yok. Ancak Hagi’nin gelinen noktada başarılı olduğunu söylemekte bir hayli güç.

İşte burada da devreye Hagi’nin futbolcu iken Galatasaray için yaptıkları giriyor. Hagi bizim efsanemiz. En az Metin Oktay kadar seviyoruz onu. Ama antrenörlüğü hakkında değerlendirme yaparken duygusallığı bir kenara bırakıp öyle yapmalıyız eleştirilerimizi.

Mesela Lorik Cana’da aynı şekilde. Galatasaray taraftarı başarıya aç bir oyuncu istiyordu yıllardır orta sahaya. Çok isim geldi geçti ancak hiçbiri tatmin etmedi Galatasaraylıları. Sonra Lorik Cana transfer oldu takıma. Hırslı,savaşçı fakat hepsi bu. Devre arasında gelen Culio kadar bile katkı yapmadı Galatasaray’a. Ancak taraftarlar kendi kendilerine efsane yarattılar. İlk geldiği zaman Marsilya ve Sunderland’de kaptanlık yapmış olması nedeniyle ‘’acaba aradığımız oyuncuyu bulduk mu?’’ diye sorduk birbirimize. Rijkaard oynatmadığında neden oynatılmadı bile dendi. Ancak o günden beri Lorik Cana futbolunun üzerine koyamadı. Lorik Cana’yı eleştirenlere de tavır alıyor Galatasaraylı taraftarlar. Çünkü bu konuda da duygusal davranıyorlar.

Çarşamba günü Galatasaray’ın kader maçı var Gaziantepspor ile. Arena’da taraftarıyla kazanan bir Galatasaray olduğunu artık herkes biliyor. Yüksek bilet fiyatlarına rağmen taraftarı Galatasaray’ı gelip kurtarabilecek mi bakalım?

Bu sorunun cevabını herkes kadar ben de büyük bir merakla bekliyorum.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Yılmaz Vural'ın Konyaspor Macerası




Dün büyük bir hevesle Konyaspor-İstanbul BB maçını izlemek için ekran karşısına geçtim.

Zihnimde her daim defansif bir takım olarak kalan Konyaspor,çalıştırdığı takımlara hücum futbolu oynatmasıyla bilinen Yılmaz Vural ile anlaşmıştı.

Bu birliktelikten nasıl bir futbol ortaya çıkacağını fazlasıyla merak ediyordum çünkü.

Şunu söylemem gerekir ki,Yılmaz Vural’ın işi gerçekten çok ama çok zor. Konyasporlu futbolcular defansif futbol oynaya oynaya hücum yapmayı unutmuşlar.

Maç boyunca istekli olan taraftı Konyaspor fakat hücumda inanılmaz beceriksizdiler. Ataktayken başvurdukları tercihler ve kaçırdıkları goller ile adeta hücum futboluna ihanet ettiler. Bu kadar kısa süre zarfında Yılmaz Vural neleri değiştirebilir Konyaspor’da bilemiyorum.

Konyaspor’da dikkatimi çeken bir oyuncu var. Montano.

Adam inanılmaz yetenekli fakat bir o kadar da bencil.

Mesela Konyaspor rakibini 3 e 2 yakalamış,bu adam pas atmak yerine 3 kişiyi de çalımlamayı tercih eder. Öyle bir adam yani

Ben ilkokula giderken Can Mert diye bir sınıf arkadaşım vardı.

İnanılmaz yetenekliydi ancak(aynı Montano gibi) çok bencildi.

Mehmet Demirkol’u dinleme fırsatı buldum bugün. Almeida ile ilgili değerlendirme yaparken ‘’Manda öldüren’’ diye tabir edebileceğimiz şutlar çıkarabilir demişti. Bu çocukta aynı bu şekilde şutlar atabiliyordu. Dehşet bir sol ayağı vardı ancak gel gelelim fazlasıyla egoistti.

Beden derslerinde maça başlamadan önce hepimiz uyarırdık paslı oynaması konusunda. Ha, o bizi dinlemezdi ayrı.

Dün Montano’yu izleyince bir kez daha aklıma geldi bu arkadaşım. Adam bir çok pozisyonda ya pas hatası yaptı ya da bencil davranıp topu kaptırdı. Zaten zamanında pas attığında,Konyaspor’u rahatlıkla pozisyona sokabiliyor. Bunu daha önceki haftalarda tecrübe ettik.

Yılmaz Vural’ın ne kadar deli dolu bir teknik direktör olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer Montano bu zihniyetini değiştirmezse,Yılmaz Hoca’nın hışmına uğrayabilir :)

20 Şubat 2011 Pazar

Beşiktaş: 2-4 :Fenerbahçe



Gel gitleri çok fazla olan bir maçtı.

Maç öncesine dönelim.

Schuster bir karar aldı ve Sivok ile Bobo’yu kadroya almadı. Karar tartışılır tabiki fakat bence yanlış bir hamleydi bu.

Bu hamle ile beraber sezonun tamamında kadroda şans vermediği Ferrari’yi birden sahaya sürmüş oldu Schuster. Hakeza Beşiktaş için çok önemli bir isim olan Bobo’yu da kızağa çekti.

Herkesin görüşüne saygılıyım fakat Almeida geldi geleli hiçbir şey oynamamışken,Bobo’ya bu şekilde muamele göstermek adaletsizliktir.

Schuster takıntılı bir adam. Fatih Tekke’ye de taktı ve gönderdi,şimdi de Bobo’ya taktı ve onu da göndermek istiyor. Bu bariz belli.

Tüm bunlara rağmen Schuster’in çıkardığı kadro fena değildi. Kaleye Rüştü’yü koyması,Ernst ile Necip’i oynatması artı durumlardı takımı için.

Ancak maça iyi başlayan taraf Fenerbahçe oldu. Aykut Kocaman’ın çalıştırdığı takımlarda yürüttüğü kontra atak felsefesi bugünde sürdü. Simao ve Quaresma ile kanatlardan saldırmaya çalışan Beşiktaş,kendi sağ kanadında açık veriyordu. Fenerbahçe’de kontra atağı düşündüğü için,hızlı oyunculara ihtiyacı vardı.

Eğer ki kontenjan izin verse Stoch’ta kadroda şans bulabilirdi Fenerbahçe’de. Ancak Stoch kontenjana takıldı ve sağ kanat Mehmet Topuz’a emanet edildi. Zira Topuz değilde Stoch kanatta oynamış olsaydı,Fenerbahçe daha tehlikeli hale gelebilirdi.

Neredeyse ilk 25-30 dakika maça hükmeden taraf Fenerbahçe idi. Beşiktaş pozisyon dahi üretemiyordu. Quaresma ile Guti’nin bireysel çabalarına rağmen hücumda çok pasif kaldılar. Ancak 30. Dakikadan itibaren oyun dengelenmeye başladı.

Beşiktaş bu dakikadan itibaren biraz daha komple oynamaya çalıştı ve oyunu rakip yarı sahaya yığmak istedi. Golde çok kritik bir zamanda geldi. İlk yarının son dakikasında gol atmakgolü bulan takım için her zaman artı bir durumdur. Beşiktaş bu avantajla girdi soyunma odasına.

İkinci yarının başlamasıyla beraber,Beşiktaş bu avantajı fazlasıyla kullandı. Artık oyun tamamen Fenerbahçe yarı sahasında geçiyordu. Duran toptan gol bulan Fenerbahçe,bu kez bir serbest vuruş organizasyonunda kalesinde gol gördü.

Beşiktaş’ın durmaya niyeti yoktu ve saldırmaya devam ediyordu. İşte ne olduysa 60. Dakikada oldu. Almeida öyle bir gol kaçırdı ki;maç adeta yeniden başladı bu pozisyondan sonra.

Hemen akabinde gelen penaltı pozisyonu ise,maçın rüzgarını Fenerbahçe lehine çevirdi.

Ferrari adeta takımına ihanet etti bu pozisyonda yaptığı hareket ile.

Oyunu domine ederken birden kaybetme düşüncesi ile karşı karşıya kaldı Beşiktaş.

Schuster’in orta sahayı boşaltıp,Necip-Aurelio değişikliği yapması,Fenerbahçe için bulunmaz bir nimetti.

Bu dakikadan sonra orta saha üstünlüğünü ele alan Fenerbahçe maça hükmetmeye başladı. Önce Alex’in kafası geldi,ardından ayak içi vuruşu.

Beşiktaş için bayram olacak gün birden hüsrana dönüştü.

Farktan ziyade 3 puanı düşünen Aykut Kocaman hamlelerini teker teker yaptı.

Kırmızı kart görmesi gereken pozisyon es geçilen Gökhan Gönül’ü akıllı bir hamle ile kenara aldı. Sanırım yapmış olduğu en önemli hamlede buydu oyun içerisinde.

Beşiktaş’ın en tehlikeli olduğu anlar,önde olduğu dakikalardır. Çünkü böyle bir durumda Beşiktaş’a gol atabilmek için savunmanda açık vermek zorundasın. Savunmanda açık vermen demek ise;Quaresma,Guti,Simao gibi çok önemli oyunculara boş alan vermen demek. Bu da Beşiktaş’ın işine gelen bir durum.

Maçta bu hale gelmişti. Fenerbahçe gol bulmak için saldırıyordu bu yüzden de savunmasında açık veriyordu. Eğer Ferrari büyük bir sorumsuzluk örneği göstermeyip,oyunda kalabilseydi;maç Beşiktaş lehine çok farklı gelişebilirdi.

Beşiktaş zaten ligi kaybetmişti kazanması yalnızca prestij açısından önemliydi ancak bunu başaramadılar.

Tarihinin en iyi kadrosunu kurduğu bir sezonda,tarihinin en kötü günlerini geçiren Galatasaray ile puan puana geldiler. Güler misin ağlar mısın durumu oldu birnevi.

Fenerbahçe ise çok şey kazandı. Puan kaybı muhtemel olan bir maçta galip gelerek çıkışını sürdürdü. Trabzonspor’u nereye kadar takip ederler bilemiyorum. Ancak önlerinde 3 maçlık ‘’kolay galip geliriz’’ diyebilecekleri bir seri var

Kasımpaşa,Gençlerbirliği,Konyaspor. Akabinde gelen 4 karşılaşma ise onların kaderini çizecek.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Bucaspor Maçının Ardından: Yalnızca 3 Puan




Önce Bucasporla başlamak istiyorum.

Bülent Uygun’un yaptığı onca transfere karşın,sezon ortasında çekip gitmesi İzmir ekibine büyük zarar vermişti. Süper Lig’e yeni çıkmış olan ve yeni kurulan bir takım için atlatılması zor bir durumdu bu.

Sonra Samet Aybaba geldi takımın başına. İsabetli olduğunu düşündüğüm bir seçimdi bu. Gençlere şans vermeyi seven,bir hedef peşinde koşan bir teknik direktör Samet Aybaba. Çoğunlukla da futbol oynatmak istiyor takımına. Bucaspor’un başına geçtikten sonra da aynı düşüncesi devam etti Samet Hoca’nın.

Her ne kadar devre arası istediği transferleri yaptıramamış olsa da, takım olma olgusunu aşıladı Bucaspor’a. Oyun olarak istediklerini sahaya yansıtamasalarda,mücadele olarak ayakta durmaya çalışıyorlar.

Bucaspor tipindeki takımlar için eksik oyuncular çok büyük handikaptır. Bugün oynanan maç öncesi de,Bucaspor’un çok önemli oyuncuları sakat ve cezalı durumdaydı. Buna rağmen bugün sergiledikleri mücadele şapka çıkartılacak cinstendi.

Kolay teslim olmadılar ve net gol pozisyonlarına girdiler. Mendy biraz gününde olsa,Aslantepe’den büyük bir zafer ile ayrılabilirlerdi.

Hücumda beceriksizdiler ve girdikleri fırsatları değerlendiremediler. Fakat oynadıkları oyun gelecek adına ümit verdi.

Bucaspor’un sergilediği mücadele ne kadar üst düzeyde ise,Galatasaray’ın ki de o derece düşüktü.

Sivasspor ve Eskişehirspor maçlarında seyircisi ile bütünleşip,muazzam bir top oynayan Galatasaray gitmiş,yerine bambaşka bir Galatasaray gelmişti.

Mekan bu sefer oynatmadı fakat bir şekilde 3 puanı almayı başardı Galatasaray.

Burada sorulması gereken soru şu; bugün 3 puan mı çok daha önemliydi Galatasaray için,yoksa sergilediği futbol mu?

3 puan kuşkusuz önemli fakat bu seneden bir beklentisi kalmayan Galatasaray’ın oynadığı futbol ile izleyenlere umut dağıtması gerekiyordu. Fakat Galatasaray’ın kusurları bugün fazlaydı.

Tek tük olumlu diyebileceğimiz izlenimlerde edinmedik değil.

Birincisi,Culio’nun Galatasaray için, mevcut yapıdaki en önemli oyuncu olduğunu anladık. Çünkü maçın büyük bölümünde kötü bir oyun sergiledi Arjantinli oyuncu. Mücadele gücü yine üst düzeyde idi fakat hücumsal zenginlik açısından sınıfta kaldı.(Her ne kadar gol atmış olsa da). O kötü olunca,Galatasaray’da sergilenen oyun olarak vasatın altında kalıyor.

İkinci olarak,Sabri’den orta saha oyuncusu yaratmaya çalışmanın zaman kaybı olduğunu gördük. Hagi özellikle iç saha maçlarında, ilk dakikalarda Sabri’nin pres gücünden yararlanmak istiyor. Ancak Sabri sağ iç oynayan bir orta saha oyuncusu olarak çok da verimli olmuyor. Yıllardır oynadığı ve benimsediği mevki olan sağ beke geçmesi,tüm takım için en hayırlı seçenek olarak gözüküyor.

Üçüncü olarak, taraftar artık tavrını belli etti. Barış,Ayhan,Mustafa Sarp üçlüsünü takımda görmek istemiyor. Bunu teknik kadroya da ilettiler bugün Sarp oyuna girdiğinde onu ıslıklayarak.

Bu maçta gizli önemli bir ayrıntı var. Galatasaray uzun bir aradan sonra ‘BAM’ diye adlandırılan Barış,Ayhan ve Mustafa Sarp üçlüsü olmadan çıktı sahaya. Tabi bu gereklilikten mi,yoksa Hagi’nin düşüncesinden ötürü mü gerçekleşti bilemiyoruz. Ancak gerçek olan şey şu ki,Galatasaray taraftarı bu oyuncuları takımda istemiyor ve bu isteklerini de sesli biçimde dile getirmeye başladılar artık.

Sakatlık Baros’tan çok şey alıp götürmüş. Birebirlerde rakiplerine şans tanımayan golcü oyuncudan eser yok artık. Zamanla hazır olacak fakat kısa sürede bunu başarması zor gözüküyor.

Günün diğer kayıp ismi Stancu idi. Rumen golcü birkaç kez sahada varlığını belli etti,onda da tehlike yarattı. Oyun içerisinde Stancu’ya çok daha fazla sorumluluk aldırmalı Galatasaraylı futbolcular.

Yekta hamlesi önemli idi. Uzun süre sonra Yekta’yı gerçek mevkisi olan orta sahanın ortasında kullandı Hagi. Yekta’yı sağ açık oynatma sevdasından vazgeçti diye düşünürken,Kazım çıktı ve Yekta tekrar sağ açığa geçti. Bu konu önemli çünkü Galatasaray’ın orta sahada oynayacak bir Yekta’ya ihtiyacı var,sağ açıkta oynayacak olan Yekta’ya değil.

Galatasaray bugün gol dışında çok fazla pozisyon bulamadı. Maçın Aslantepe’de oynandığını ve rakibin de çok önemli eksikleri olduğunu düşünürsek,bu olumsuz bir durum Galatasaray için.

Lig için kazanmak tabiki önemli ancak gelecek senenin Galatasaray’ını düşünüyorsak,oynanan futbolda umut vermeli.

Önümüzdeki hafta oynanacak olan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı,Hagi için ciddi manada bir test maçı olacak.

Neill’ın eksikliğinde orta sahada kime görev verecek hep birlikte göreceğiz. Zira;Ayhan,Barış,Mustafa Sarp üçlüsünden birine görev vermesi halinde kendini inkar etmiş olacaktır Hagi.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Futbol Aklı




Galatasaray,Gaziantepspor’a kaybetti. Hem de top oynamadan ama rakibine de top oynatmadan.

Çok sıkıcı bir maçtı. Kupa maçından sonra yazdığım yazıda da söylemiştim Gaziantep ile oynayan takımların iyi futbol oynama şansı yok diye. Hele bir de Gaziantep 1-0 öne geçti mi,eyvah ki ne eyvah!

Servet’in yapmış olduğu büyük hataya,Hakan Balta’nın yerini kaybetmesi eklendi. Zapata’da tüm bu olanlara çanak tuttu.

Sonuç? Dakika 1. Gaziantepspor:1-0:Galatasaray

Gaziantep’in arayıpta bulamadığı. Maç boyunca toplasan kaleye 1 bilemedin 2 kere geldi Gaziantep,o kadar.

Peki Galatasaray ne yaptı? Hiçbirşey.

İlk dakikada gelen gol,Galatasaray’ı bir kez daha özgüveni ile karşı karşıya getirdi.

Takım zaten çok kırılgan. Geriye düştüğü hiçbir maçı kazanamıyor. Bir de üstüne üstlük bireysel hatalarla,maçın birinci dakikasında gol yiyince;otomatik olarak oyundan düşüyor.

Galatasaray belki maçı çevirebilirdi fakat futbol aklına sahip oyuncuları sahada olabilseydi.

Kim bu futbol aklına sahip oyuncular?

Harry Kewell, hazır bir Milan Baros ve Arda.

Harry Kewell her ne kadar oyunun tamamına ağırlığını koyamasada futbol aklı son derece yüksek olan bir futbolcu.

Asya Kupası’ndan döndü ve yorgundu. Yoğun maç temposunu kaldıramamış olacak ki,ufak bir sakatlık yaşamış. Hagi’de onu riske etmek istemedi,kararı doğruydu .

Fakat bu karar Galatasaray’ı sahip olduğu futbol aklından mahrum bırakmıştı.

Golden sonra rakibine direnç göstermeye çalıştı Galatasaray fakat Gaziantep’in neredeyse 8 kişi ile savunma yapması;Galatasaray’ın pozisyon bulmasını zorlaştırdı.

İkinci yarıya Milan Baros hamlesi ile başladı Hagi.

Milan Baros, Galatasaray’ın futbol kalitesini arttıran oyunculardan bir diğeri ancak hazır değil. O da bunun farkında. Hagi’nin yapacak bir şeyi yoktu,o da Milan Baros’u sahaya sürerek onun tecrübesinden yararlanmak istedi.

Fakat bu hamle işe yaramadı. Gaziantep ikinci yarıda daha fazla kapanmıştı. Tek başına maçı alabilecek bir oyuncu maçın kaderini değiştirebilirdi. Bu tanıma uyan tek bir futbolcu var Galatasaray’da,Arda. O da sakat.

Galatasaray Aslantepe’de bir Aslan’a dönüşüp,Aslan gibi kükrerken;deplasmanlarda süt dökmüş kediden farkı kalmıyor.

Gerek Sivas gerekse Eskişehir maçlarında oynadığımız iyi oyun hepimizi umutlandırmıştı fakat akabinde deplasmanlarda aldığımız kötü sonuçlar bizi hayal görmememiz konusunda uyardı.

Galatasaray sadece mücadele ediyor. Onun dışında yaptığı hiçbir şey yok.
Bu şekilde nereye kadar devam eder bilemiyorum. 2-3 hafta sonra kupa maçına çıkacağız. Aslantepe faktörü olmasa,kupadan da elenirdik. Allahtan maçlarımızı Aslantepe’de oynuyoruz. Stadın muazzam atmosferi takımı ateşliyor ve takımı kalitesinin kat be kat üzerinde futbol oynamaya sevk ediyor.

Haftaya Buca maçı var iç sahada. O maç için gönül rahatlığı ile kazanabileceğimizi söylüyoruz çünkü maç Aslantepe'de.

Peki ya sonra?

Zihniyet

Xavi’nin bir röportajını okudum(buradan siz de okuyabilirsiniz)

Okurken düşündüm. Geçirdiğimiz bir buçuk sene geldi aklıma. Hadi Skibbeli dönemi de katalım bunun içine.(Etti sana 3).

Xavi’ye Şampiyonlar Ligi’ndeki Arsenal eşleşmesini soruyorlar. Adamın verdiği cevap çok net. Ben mutluyum diyor. Neden? Çünkü karşısında futbol oynamayı isteyen bir takım var,oynatmamaya yönelik bir takım değil.İstediklerini daha rahat bir şekilde sahaya yansıtacak çünkü. Bir Chelsea ya da bir İnter çıksaydı çok daha tedirgin olurdum diyor. Çünkü bu takımların önceliği futbol oynamak değil.

Bizim ligimize bakalım birde. Nasıl futbol oynanıyor? Sert ve oynatmamaya yönelik.

Günümüzde ise oynamaya yönelik futbol yaygın.

Galatasaray'da modern futbola ayak uydurmak istediğinden,Skibbe ve Rijkaard'ı takımın başına getirerek doğru hamleler yaptı. Ama Galatasaray Yönetimi yaptığı bu hamlelerin arkasında duramadı.

Neden? Çünkü burası Türkiye. Burada sabır yok,skor alıyorsan varsın, alamıyorsan yoksun ve başarısızsın.

Hem Rijkaard’ın hem de Skibbe’nin başarısız olmasındaki ana sebep sabır mıydı peki?

Hayır.

Ben Skibbe’yi beğenmezdim. Çünkü bir önceki sezon takım şampiyon olmuştu fakat o sene, ligde takım çok kötü gidiyordu. Ve Skibbe’nin sonunu hazırlayan Kocaelispor maçında ben de ‘’istifa’’ demiştim. Stadda değil fakat evde izlerken söylemiştim bunu.

Skibbe gitti yerine kim geldi? Bülent Korkmaz.

İşte o zaman ne kadar büyük bir aptallık yaptığımı anladım. Eğer ki sözde değil, özde arkasında durulsaydı Skibbe’nin,işte o zaman görevden almak için bir hak bulabilirdi yönetim kendinde. Yönetim ne yaptı? Adamın yardımcılarını kovarak istifaya davet etti Skibbe'yi. İş arkadaşını kapı dışarı ederek,adamı yalnızlaştırdı.

Ben o adamın oynattığı futbola saygı duymam gerektiğini anladım. Çünkü Dünya değişiyordu ve futbol takımı olarak bir oyun karakterine sahip olmak gerekiyordu. Hem Rijkaard’ta hem de Skibbe’de Galatasaray bir oyun kimliğine sahipti. Maç kaybetse bile bir amaç uğruna kaybediyordu.

Az önce sorduğumuz soruyu bir daha soralım. Bu iki isminde başarısız olmasındaki tek sebep,sabırsız olmak mıydı?

Hayır. Bu sefer nedenlerini de açıklayalım.

Bu isimlerin eline verilen kadroya bir bakmamız lazım. Bu adamların oynatacağı futbolda kilit mevki hangisi,orta saha. Ama merkez orta saha. Sol kanat sağ kanat değil.(Oyun kurucuyu da dahil edebiliriz belki bunun içine). Galatasaray kadrosunda o dönem orta saha havuzunu hangi oyuncular oluşturuyordu peki?

Hafızamızı tazeleyelim.

Mehmet Topal,Ayhan,Barış,Mehmet Güven,Linderoth(ki hiç yararlanamadık). Bunlar Skibbeli dönemde orta sahamızı oluşturan isimler(Eksik varsa ekleyin lütfen)

Rijkaard döneminde ise, yine Ayhan,Barış,Mehmet Topal bunlara ek olarak Mustafa Sarp,Elano.

Bir durup düşünmek lazım. Sabır kavramına laf atmadan önce,biz herşeyi tam yaptık mı diye kendimize bir sormak lazım.





Rijkaard geldiğinde işler benim açımdan farklılaşmıştı. Çünkü Skibbe döneminden ağzım bir kere yanmıştı ve antrenör değiştirmek ile bir şeye varılamayacağını anlamıştım.

Sonra Rijkaard geldi. Bu sefer tamamdı sanki. Hem taraftar hem de camia hocanın arkasındaydı.

Ancak zaman ilerledikçe gördük ki,insanlar hocanın değil,hocanın isminin arkasındaymış. Geldiği gün de destek bu yüzden verilmiş.

Yoksa zihniyet aynı zihniyet yani. Rijkaard’da Skibbe’de futbol oynamak isteyen hocalar. Oynatmaktan ziyade oynatmamayı amaçlayan hocalar değil.

E sen aynı zihniyetten hocayı kovup yine aynı zihniyetten bir hocayı getiriyorsun.

Bilsem ki,bir önceki hatalarından ders aldılar,hocanın istediği transferleri yapıp onun istediği kadroyu oluşturacaklar eyvallah. Ama değil işte.

Hep göz boyama transferler. Sen geçen sene Keita’yı,Jo’yu,Elano’yu,Dos Santos’u alıyorsan;bu adamların etkisini görebilmek için orta sahaya da transfer yapman gerektiğini bileceksin. Orta sahayada adam alacaksın.

Ama yok.

Bu sene ne oldu?

Takımın başarısız olmasındaki en büyük etkene sahip orta saha havuzunda hiçbir eksilme olmadı,üstüne üstlük takımın skor yükünü çeken Keita’sı,Jo’su,Elano’su hepsi birden gönderildi.

Orta sahaya transfer? Yok.

Çok iddialıyım. Galatasaray bu sene en az 2 tane adam gibi orta saha oyuncusu transfer etseydi ve Rijkaard’ın emrine verseydi bu isimleri;Rijkaard kesinlikle ama kesinlikle başarısız olmazdı.

Yine Xavi’nin lafına geleceğim. Adam ne diyor?

‘’ Beceri öncelik olmalı. Teknik kabiliyet. Daima, daima. Tabii ki, onsuz da kazanabilirsiniz ama farkı yaratan beceridir’’

Galatasaray’ın Rijkaard ile başarıyı yakalayabilmesi için ne yapması lazımdı?

Rijkaard’ın oynatmak istediği futbola uygun,mücadeleci orta saha oyuncuları alıp, yanlarına teknik oyunucuları koymalıydı

Ama onlar ne yaptı? Hiçbirşey.

Rijkaard’ın eline verdikleri orta saha oyuncularına bakın bir hele. Hangisi becerikli?

Ayhan deseniz yaşı geçmiş eski Ayhan ile uzaktan yakından alakası yok,Barış deseniz yeteneğin ‘y’si yok,Mehmet Topal deseniz hakeza öyle,Musa Çağıran’a hiç girmiyorum bile. Tek bir adam vardı bu beceri tanımına uyan o da Elano.

Elano’da zaten tek başına bir şey yapamadı ve gitti. Belki kendini sıkmadı,oynamadı buna bir şey diyemem. Fakat istese de yanındaki bu oyuncular sebebiyle oynayamazdı.

Bu adamlar neden Avrupa’da gayet iyi performans gösteriyorlar da,Türkiye’de aynı başarıyı gösteremiyorlar?

Bunun da cevabı basit. Çünkü Türkiye’de takımların amacı top oynamak değil,top oynatmamak! Bu da bir diğer etken.

Halbuki Galatasaray her daim top oynamadan yanadır.

Öyle ya bu camia,kısır futbol oynatıyor diye Lucescu’yu kovdu.

Öyle ki bu camia hücum futbolunun en kralını Galatasaray’a oynattı diye Fatih Terim’i Lucescu’nun yerine getirdi.

Peki niye bu adamların arkasında durulmadı?

Çelişki,çelişki,çelişki…

Galatasaray’ın şimdiki teknik direktörü Hagi.

Antrenörlüğünü beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz,takımı iyi yönetiyordur ya da yönetmiyordur.

Bu adamın ilk yaptığı iş ne oldu? Orta sahayı değiştirmek.

Neden?

Çünkü Hagi’de biliyor ki başarılı olmak istiyorsa orta sahayı değiştirmek zorunda. Bunu yapan Hagi’nin total futbol oynatma gibi bir sevdası var mı Galatasaray’a,yok. Ama bırak total futbolu,kaos futbolu oynayacağım desen bile bu adamları değiştirmek zorundasın. Çünkü bu adamlar becerileri ile Galatasaray’a katkı veremez artık.

Hem Skibbe hem de Rijkaard Adnan Polat döneminin bir ürünü. Şimdi böyle bir yazının sonuna Adnan Polat istifa yazmamı bekliyor olabilirsiniz. Ama ben yazmayacağım. Çünkü Adnan gitse,Mehmet gelse değişen bir şey olmayacak.

Galatasaray’da zihniyet değişmeli,zihniyet.

Çünkü başkanları değiştirebilirsiniz fakat zihniyeti asla.

11 Şubat 2011 Cuma

Galatasaray Cafe Crown:70-77:Fenerbahçe Ülker




Kayseri'de düzenlenen Türkiye Kupası Yarı Final maçında Fenerbahçe Ülker ile karşılaştık.

Maça mükemmel bir üçlük yüzdesiyle başlayan Fenerbahçe'ye karşı,pota altını kullanarak etkili olmaya çalıştık. Fakat bu muazzam üçlük yüzdesinin karşısında çok da fazla duramadık.

2.Çeyreğin sonlarına kadar ortada giden bir maç vardı. Ancak Fenerbahçe Ülker'in sahip olduğu kadro derinliği,farkını burada ortaya koydu. Galatasaray Cafe Crown'un çok fazla alternatifi yokken,Fenerbahçe Ülker Jasikevicius ile oyunda momentumu eline geçiriyordu.

İlk yarı bittiğinde fark 9 sayı idi.

Üçüncü çeyrek ise maçı Fenerbahçe'nin kazanmasına neden olan bölümü kapsıyordu. Bu çeyrekte çok iyi savunma yapıp Galatasaray'a pota altında kolay sayı fırsatı vermeyen ekip,hücumda da yüzdeli atmaya devam etti.

Galatasaray bu çeyrekte Andric'in muazzam oyunu ile ayakta kalmaya çalıştı.

Son çeyrek için herkesin düşüncesi farkın daha da açılacağı yönündeydi. Fakat öyle olmadı.

Oktay Mahmuti'nin ekibi nasıl bir takım olduğunu herkese yeniden hatırlattı. Bu çeyrekte fark 5 sayıya kadar indi. Ancak Galatasaray Cafe Crown takımının başlattığı yeniden yapılanmanın ilk yılında olunması,tecrübesizlik gibi etkenler Galatasaray'ın öne geçmesine engel oldu.

Savunma yine muazzam yapıldı fakat hücumda gereksiz heyecandan ötürü kolay top kayıpları oldu.

Son çeyreğin 6.dakikasında iken,Fenerbahçe Ülker'e yalnızca 2 sayı imkanı tanıdı Galatasaray Cafe Crown. Bu inanılmaz bir bilgi.

Nitekim maçı Fenerbahçe Ülker kazandı ve adını finale yazdırdı. Yarın finalde Beşiktaş Cola Turka ile Fenerbahçe Ülker karşılaşacak.

Yazıyı bitirmeden Galatasaray Cafe Crown ile ilgili de bir kaç şey söylemem gerekiyor sanırım.

Bu takım desteği hakediyor. Galatasaray'ın bir bestesi varya ''yenilsen de yensen de'' diye,işte o tezahüratı en çok hakeden takım Galatasaray Cafe Crown'dır.

Maçın son anına kadar mücadeleyi bırakmıyorlar ve formanın hakkını sözde değil,özde veriyorlar.

Bu takıma inanmalı Galatasaray taraftarları ve destek olmalı. Çünkü bu takım desteği hakikaten hakediyor.

10 Şubat 2011 Perşembe

Galatasaray Cafe Crown Yarı Final'de




Spor Toto Türkiye Kupası Çeyrek Final maçında rakibimiz Olin Edirne idi.

Ligde bize çok kritik bir maçta çelme takıp liderliğimizi elimizden almıştı Olin Edirne.

Kim ne derse desin,Galatasaray Cafe Crown o günden sonra bir düşüş yaşadı. O düşüş hala da devam ediyordu bana göre. Ta ki bugün oynadığımız Olin Edirne maçına kadar.

Olin Edirne maçında Tutku'nun da devreye girmesiyle başa baş giden maçı 4.çeyrekte lehimize çevirdik. Oynanan bu dördüncü çeyrek,sezon başındaki Galatasaray Cafe Crown'dan esintiler sundu bize.

Savunmayı yine çok iyi yaptık fakat hücumda etkisiz kaldık. Tutku'nun devreye girmesi,bu kilidi açmamızda çok önemli bir etkendi. Haluk Yıldırım'da Tutku'ya katılınca;maç kendiliğinden çözüldü ve galip geldik.

Yarı Final'deki rakibimiz ise Fenerbahçe Ülker oldu.

Abdi İpekçi'deki maçta taraftarımızın da müthiş desteği ile geriden gelip(özellikle son çeyrekte) Fenerbahçe Ülker'i sürklase etmiştik.

Fenerbahçe Ülker o günden sonra daha da bir yükseliş içerisine girdi ve şu an formunun zirvesinde. Lakin Banvit maçında inanılmaz zorlandılar ve sıkıntı yaşadılar. Fazla da efor sarfettiler. Bu onları olumsuz etkilemiş olabilir.

Ligdeki maçta taraftar faktörü de düşünüldüğünde,Galatasaray Cafe Crown bir adım öndeydi. Şimdi ise şartlar eşit.

Güzel bir maç olacak.

Yarı Final'in diğer ayağında ise Beşiktaş Cola Turka-Medical Park Trabzonspor ikilisi karşılaşacak.

Basketbol tarihinde bir ilk olsa gerek. Yarı Final'de 4 büyükler var!

Futbolda dahi en son 1993 yılında 4 büyükler yarı finale birlikte kalmış.

Yarın inanılmaz bir gün olacak.

Maç saatleri ise şöyle;

Beşiktaş Cola Turka-Medical Park Trabzonspor :18.00
Galatasaray Cafe Crown-Fenerbahçe Ülker:20.30

Maçları Sports Tv yayınlıyor.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Anıl Dilaver’in Suçu Ne?



Başlığa bakıp da kimse aldanmasın. Düşünülenin aksine gayri ciddi bir yazı değil bu. Malum, insanlar‘’Fatmagül’ün Suçu Ne?’’ isimli diziden feyz alarak türlü şaklabanlıklar yapıyorlar.

Galatasaray altapısından çıkma Anıl Dilaver. Az çok takip edenler tanır onu. A2 maçlarına fırsat bulup da gittiğimde,izleme fırsatı buluyordum kendisini. Herkes Cem Sultan’dan patlama beklerken,asıl patlamayı o yaptı ve A takımda şans buldu.
Galatasaray’ın içinde bulunduğu durum malum. Hoş,şu an takım biraz toparlandı ve belli bir yola girdi. Fakat ligin ilk yarısında takımın hali içler acısıydı. Bu nedenle genç oyunculara yönelmek mantıklı bir hamleydi. Nitekim yine böyle bir ortamda Hagi genç Anıl Dilaver’i önce A takım kadrosuna aldı sonra da ilk 11’e koydu. O da oynadığı ilk lig maçı olan Konyaspor karşılaşmasında fazlasıyla iyi bir performans sergiledi. Attığı güzel golün dışında,gollük 2 de asist yaptı arkadaşlarına.

Ancak ne olduysa ondan sonra oldu. Takımın gençlerden en çok faydalanması gereken bir dönemde,bu kadar iyi bir başlangıç yapmasına rağmen Anıl Dilaver’e bir daha şans verilmedi.( Tabi şanstan kastım ilk 11.Hoş, sonradan girdiği maçlarda da çok süre almadı genç oyuncu.)

Devre arası transferleri henüz yapılmamıştı ve Galatasaray hücumda ciddi anlamda sıkıntı çekiyordu. Anıl Dilaver salt forvet değil. Kanatlarda da oynama özelliğine sahip bir oyuncu.

Konyaspor maçında attığı golü gözünüzün önüne bir getirin. Anıl Dilaver taktik gereği sol kanada geçmişti o dakikalarda. Golü de sol kanattan içeriye girerek plase bir vuruşla kaydetti. Yani demem o ki, Anıl Dilaver kanatlarda da çok rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Galatasaray ,Hannover olsun,Ajax olsun,Antalyaspor olsun bu maçlarda hücumda etkili olabilecek bir çok oyuncusundan yoksundu. Anıl Dilaver’de gayet formdayken bu maçlarda neden ilk 11 başlamadı?

Hagi’nin genç oyunculara büyük önem verdiğini biliyoruz. Emre Çolak olsun Serkan Kurtuluş olsun bu adamları 11 e koyan Hagi,Anıl Dilaver’e neden hiç şans vermiyor?
Hagi,devre arası kampında olduğumuz dönemde ilk 11 oynatabilirdi Anıl’ı. İçinde bulunduğumuz an itibariyle ise rotasyon oyuncusu olarak yararlanabilir. Yekta’yı yerinden oynatıp sağ açık olarak faydalanmaya çalışacağına,Anıl Dilaver’e kanatlarda görev verebilir.

Formda olduğu bir dönemde yararlanmalıyız Anıl Dilaver’den. Bu kadar iyi oynadığı bir dönemde kadroya giremez ise,umutsuzluğa kapılıp özgüvenini kaybedebilir genç oyuncu.

Sonunun Cafercan,Zafer Şakar,Mülayim Erdem gibi olmasını istemeyiz değil mi?

Eskişehir Maçının Ardından: İki Farklı Galatasaray




Eskişehir maçıyla birlikte,iki farklı Galatasaray’ın varlığından söz edebiliriz artık.

1.si; Hagi’nin mimarı olduğu basan,koşan,gol pozisyonuna giren,izleyenlere keyif veren bir futbol oynayan(kısacası Fatih Terim’in 96-00 yıllarındaki takımına benzeyen) bir Galatasaray.

2.si ise;yine Hagi’nin mimarı olduğu,yukarıda saydığım özelliklere taban tabana zıt olan bir Galatasaray.

Birincisi ile başlayalım.

Rijkaard’ın ardından bir enkaz aldı Hagi. Bu gerçeği kabul etmemiz lazım. Son derece demoralize olmuş,futbola dair hiçbir şey ortaya koyamayan bir takım vardı ortada. Hal böyleyken mucize yaratmasını bekleyemezdik Hagi’den.(En azından devre arasına kadar). Devre arası önemli bir sınav olacaktı Hagi için. Gica,yaptırdığı nokta transferler ile bu sınavı başarıyla atlattı. Artık önünde aşılması gereken son, ama oldukça zorlu bir engel kalmıştı.

İstediği kadroyu kısmen de olsa kurmayı başardı Rumen Hoca. Artık teknik direktörlük meziyetlerini ortaya koyması bekleniyordu ondan. 5-6 ay gibi kısa bir sürede,takımı belli bir seviyenin üzerine çekmeliydi. Bu yüzden devre arası kampında gereğinden fazla çalıştırdı oyuncularını Hagi. (ne kadar çok çalıştıklarını kendisi de defalarca dile getirecekti ilerleyen zamanlarda)

Birşeylerin değiştiğini hissedebiliyorduk fakat hala net olmayan şeyler vardı. Takım bir yerde patlama yapıp,kendi kimliğini bulacaktı. Ama ne zaman?

Bunun cevabını sonraya bırakalım.

İkinciye geçelim.

Dediğimiz gibi,bu bahsettiğimiz takım birincisi ile taban tabana zıt. Bu takım,mücadele gücü fazlasıyla düşük,kalesinde goller gören,kalite olarak daha vasat bir takım.

Bu takımın da mimarı Gheorghe Hagi. Yaptığı oyuncu değişiklikleri ile bu takımın meydana çıkmasına sebep oluyor Gica. Bu çok önemli bir dezavantaj Rumen Hoca’nın Galatasaray macerası açısından.

Bu bilgiler ışığında Eskişehir maçını okumaya çalışalım.

Galatasaray maça hakikaten muazzam başladı. Gol yollarında sorun çeken,mücadele gücü fazlasıyla düşük olan Galatasaray’ın yerini,oyunu domine eden,ileride basan,son vuruşlarda etkili olan bir Galatasaray aldı. ‘’Bu takım ne zaman patlama yapacak?’’ sorusunun cevabı da bir şekilde verilmiş oldu böylece.

Eskişehir kesinlikle küçümsenmeyecek bir takım. Son mağlubiyetini ligin ilk yarısında almış,o tarihten itibaren hep aşama kaydetmiş, Beşiktaş’ı yenip Trabzonspor ile Avni Aker’de berabere kalmış bir takımdan söz ediyoruz.

İşte bu Eskişehir’e ilk yarı boyunca pozisyon vermedi Galatasaray. İkinci yarının başıyla beraber ise rakibinin sadece kımıldamasına izin verdi.
Oyunun ilk 60 dakikasında izlediğimiz Galatasaray;1 numaralı takımı temsil ediyordu sahada. Hagi’nin beklentilerini fazlasıyla karşılayan bir takımdı bu. Öyle ki,sergilenen performans Rumen Hoca’yı dahi şaşırtacak cinstendi.

Stancu’nun Kazım ile beraber kanatlardaki işlerliği arttırması,Kewell’ın tecrübe kokan performansı ile birleşince,hücumda çok etkili oldu Sarı-Kırmızılı ekip. Tabi bu üçlünün arkasında bir cengaver gibi savaşan,Culio –Sabri-Neill üçlüsünü unutmamak lazım.

Hagi’nin çok tartışılan Neill-Cana hamlesine ise çok fazla karşı çıktığımı söyleyemem.

Lorik Cana’yı her ne kadar taraftar çok sevse de;orta saha için bir bomba niteliği taşıyor kendisi. Bu anlamda Arnavut futbolcuyu Neill ile karşılaştıracak olursak;

Neill Arnavut oyuncudan daha kontrollü ve ayağı çok daha iyi top yapıyor. Buna bir de kesiciliğini eklediğimiz vakit,çok önemli bir ön liberoya dönüşüyor.

Arnavut futbolcu daha mücadeleci fakat feci kontrolsüz. Olup olmadık yerlerde kart görmesi,topu yönlendirmede(Neill’a göre düşünürsek) daha başarısız oluşu,orta saha için Arnavut oyuncuyu bir adım geriye itiyor.

69. dakikaya kadar aynı hırs ve istek ile mücadele eden Galatasaray;bu dakikadan itibaren geriye gitmeye başlıyor. Bunun temel nedeni ise, Hagi’nin oyuna müdahele etmedeki yetersizliği.

Bu dakikada oyundan Neill çıkıyor ve giren adam ise Mustafa Sarp! Ayhan ve Barış ile beraber Galatasaray’ın akıcı futbol oynamasına engel olan 3 isimden biri.

Hagi’nin burada yapması gereken basitti. Yorulduğunu düşündüğü Neill’ı kenara alıp,Yekta’yı oyuna sürmek. Yekta o işi yapabilecek yedekteki tek adam. Bir Selçuk İnan yaratabilirdi kendine Hagi fakat yapmadı. Nitekim Galatasaray 2 gol birden yedi ve maçı tehlikeye attı.

İlk golde kaybettiği top ile Galatasaray’ın kalesinde gol görmesine neden olan Sarp;ikinci golde de yerini kaybetti ve onun yerini kaybetmesi ile beraber Serkan Kurtuluş Sarp’ın açığını kapatmak için Batuhan ile eşleşti. Neticesinde Batuhan’a faul yapmak zorunda kaldı genç sağ bek. O faul,Galatasaray’ın kalesine gol olarak döndü.

Burada da ortaya 2 numaralı takım çıkıyor. Bu takımın da mimarı görüldüğü üzere Hagi. Oyuna yaptığı yanlış müdahale,kendine ait olan tüm artıları tek bir kalemde silebiliyor.

Ne Mustafa ne de Ayhan,Galatasaray’da yedekten gelip kaliteyi artırabilecek oyuncular değil.

Hagi’nin burada bir karar vermesi gerekiyor.

Kendisinin de fazlasıyla memnun olduğu ilk 60-65 dakikadaki Galatasaray ile mi devam edecek yola;yoksa oyuna sonradan girip, herkesi mest eden Galatasaray’ı yerle bir eden oyuncularla mı?

Vereceği cevap ile Hagi Galatasaray’daki kaderini çizecek.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Doğum Günün Kutlu Olsun Gheorghe Hagi




Her ne kadar antrenör olarak zaman zaman eleştirsek de;bu renklere gönül vermiş insanlarda yerin bambaşkadır Gica.

Bugün 5 Şubat ve senin doğum günün.

Bazen düşünüyorum,keşke antrenör olarak hiç gelmeseydin Galatasaray'a? Sende Fatih Terim gibi reddetseydin Galatasaray'ı,ne kaybederdin Galatasaraylılığından?

Yalnızca 10'umuz olarak kalsaydın,sadece Milan'a,Leeds'e attığın goller ile hatırlasaydık seni..

Bu tribünlerden yine Hagi istifa sesleri yükselecek,belki ben bile seni bu satırlarda eleştireceğim defalarca.

Ama unutma,her ne olursa olsun seni çok seviyoruz biz. Sen bizim efsanemizsin.

Nice senelere Commandante!

4 Şubat 2011 Cuma

Gaziantepspor Maçının Ardından: Kalite ve Özgüven



İlk olarak Frank Rijkaard vurgu yapmıştı Galatasaray’daki kalite eksikliğine. Bu söylem,o dönemde büyük tepki çekmişti. Böyle büyük bir futbol adamı,nasıl olurda böyle bir açıklama yapardı?

Frank Rijkaard Galatasaray’ı çalıştırdığı için,insanlar bu açıklamaya duygusal olarak yaklaşmıştı. Galatasaray onların göz bebeğiydi ve bu tarz bir açıklama canlarını acıtmıştı. Fakat gerçekleri dile getiriyordu ünlü teknik adam.

Frank Rijkaard yanlış anlaşılmıştı. Elano,Keita,Dos Santos,Jo,Neill,Kewell gibi isimler varken,bu takımda nasıl olurda kalitesiz diye itham edilirdi?

İnsanlar Rijkaard’ın açıklamasını bu yüzden eleştiriyordu.

Fakat dedik ya,Rijkaard yanlış anlaşıldı. Hollandalı’nın vurgu yaptığı eksiklik yabancı oyunculardan kaynaklanmıyordu,aksine yerli oyuncuları kastetmişti.

Bu açıklamanın üzerinden neredeyse yarım sezon geçti. Rijkaard’ın bu açıklamasını eleştirenlerin bir çoğu,Hollandalı teknik adama hak vermeye başladı. Çünkü söyledikleri doğruydu.

Ufuk-Sabri-Hakan B.-Servet-İnsua/Ayhan-Barış(Sarp)-Culio/Yekta-Kazım-Emre Çolak

Robinson Zapata/Sabri-Cana-Servet-Hakan B./Neill-Culio-Yekta/Kazım-Kewell-Stancu

İlk yazılan kadro Bursaspor karşısında Galatasaray’ın ilk 11’i. İkinci kadro ise Galatasaray’ın Gaziantepspor maçına çıktığı kadro.

Kalın bir şekilde yazdığım isimler ilk maçtan farklı olarak Hagi’nin sahaya sürdüğü isimler(Yekta ile Kazım o maçta oynadılar fakat gerçek mevkilerinde değil). Hagi’ye karşı yapmış olduğumuz temel eleştiri;Galatasaray’ın kalitesini bir nebze de olsa yukarı çekecek oyuncuları yedek bırakmasına yönelikti.

Kewell ile Neill’ı çıkarırsak;Zapata,Stancu’yu ilk 11’e koyup;Kazım ile Yekta’yı da kendi mevkilerinde oynatabilirdi,yapmadı. Galatasaray’ın kalitesiz diye eleştirilen yerli oyuncularından bazılarını kurtarıcı diye Bursaspor maçında oynattı. Nitekim Galatasaray yenildi ve bizde ‘’Bursaspor maçı özelinde’’ Hagi’ye eleştirilerimizi yönelttik.

Gelelim Gaziantepspor maçına. Kupa,Galatasaray’ın varolduğu tek kulvar. Ne yapıp edip,kupayı kazanması gerekiyor. Rakibin kim olduğuna bakmaksızın teker teker turları geçmesi lazım. O yüzden ‘’Neden Gaziantepspor? ‘’diye hayıflanmaya gerek yok

Bu maçta çıkan ilk 11;mevcut kadro içerisinden çıkabilecek en iyi 11 di. Bursaspor maçında nasıl ki Hagi’yi eleştirdiysek;bu çıkardığı kadrodan ötürü de teşekkürü yollamamız lazım. Doğru olanı geç olmadan gördü çünkü.

Eleştirilebilecek tek nokta,Cana ile Neill’ın farklı mevkilerde oynaması olabilirdi fakat ben bu tercihi yadırgamıyorum. Zira Lorik Cana,ön libero olarak Hagi’nin isteklerini karşılayamıyordu. Oyuna topu sokma konusunda çok başarılı olduğunu söylemek zor aynı zamanda golcü bir orta saha oyuncusu da değil. Mücadele etme isteği falan üst düzeyde,taraftarlarda bu özelliklere sahip oyuncu görmediğinden Lorik Cana konusunda duygusal davranıyorlar.

Tüm bunların ışığında,Hagi hazırlık maçlarında Lorik Cana’yı stoper olarak oynattı ve orta sahadaki etkisiz oyununa nazaran;bu mevkide çok başarılı oldu Arnavut oyuncu. Aynı Lorik Cana Sivasspor maçında da stoperde etkili olunca;Gaziantepspor maçında stoperde oynaması kaçınılmazdı.

İlk 11 ne kadar arzulanan bir 11 ise,yedeklerde o derece yetersizdi Galatasaray’da. Taraftarı heyecanlandıran ve maçı çevirir diyebileceğimiz tek adam Milan Baros’tu. Fakat o da sakatlıktan yeni çıkmıştı ve hazır değildi. Hagi macera aramamalıydı. Ekstrem bir durum olmadığı müddetçe oyuncu değiştirmesine gerek yoktu. Zira çıkaracağı oyuncunun yerine alacağı isim,çıkan oyuncudan daha fazla yarar sağlayamazdı.

Gaziantepspor ile oynayan takımların iyi futbol oynama şansı çok fazla değil. Çok sıkıcı bir futbol oynuyor Gaziantepspor. Hücumdan ziyade savunmayi ön planda tutuyorlar. Birkaç oyuncunun ekstra çabaları ile hücumda var oluyorlar. Böyle bir ortamda Galatasaray’da bu silik oyuna ayak uydurdu. Fakat Neill ve Kewell’ın katılımı ile artan kalite,bir adım öne geçirmişti Galatasaray’ı.

Oyunun son yarım saatine kadar herşey güzeldi,ondan sonrası ise yine felaket. Zira oyuncu değişiklikleri sonucu,kenardan gelen oyuncular maça dahil olmuştu ve Galatasaray’ın kadrosu alternatifli bir kadro değildi. Kısacası ipler son 20 dakika boyunca Gaziantepspor’un elindeydi.

Aydın’ı oyuna alıp,maça şekil vermesini beklemek büyük hayalcilik. Hagi bu hatayı yaptı işte. Kewell’ı çıkarıp Aydın’ı alarak. Halbuki çıkan oyuncu doğru,giren oyuncu yanlıştı. Madem ki bir hamle düşüncesi içerisindeydi;alacağı adam Milan Baros olmalıydı. Böylece Milan Baros,Kewell’ın yerine pivot santrafor konumuna geçerdi,Stancu ise yine 2.forvet gibi oynardı.(Bu taktik yabancı gelmiyor biz Galatasaraylılara. 2005-2006 sezonunda da,Hakan Şükür pivot santrafor,Necati Ateş onun arkasında ikinci forvet gibi oynuyordu)

Bir diğer değişiklik olan Mustafa’nın, yerine girdiği Yekta kadar bile etkili olamaması,orta saha üstünlüğünü Gaziantepspor’a verdi. Bu dakikadan sonra,stoperde oynadığı 2 maçta da iyi oynayan Lorik Cana’nın,hata yapmaya başlaması Gaziantepspor’u çok tehlikeli hale getirmişti. Savunmadan birilerinin top çıkarması gerekiyordu fakat bunu Lorik Cana yapamıyordu. Bu yüzden ilk topu defalarca Servet aldı Zapata’dan. Çoğunlukla uzun oynayarak topu kaybetmemize sebep oldu. Hoş orta sahada oynayan Mustafa Sarp’a aktarsa dahi,top duvara çarpıp geri döner gibi kendisine geliyordu!

Skor olarak üstünlüğü kaybetmesi,dibe vurmuş olan olumsuz özgüveni ile yüzleşmek zorunda bıraktı Galatasaray’ı. Bu sezon boyunca özgüven kazanması çok zor takımın. Kendine güvensizlik,bu sezon bitene dek Galatasaraylı futbolcuların yakasına yapışacak.

Cenk Tosun’un sergilediği üst düzey performans;iyi biteceğini düşündüğümüz bir gecede bizleri hayal kırıklığına uğrattı.

Hagi’nin dikkat etmesi gereken tek şey oyuncu değişiklikleri. İlk 11 olarak mevcut şartlarda çıkabilecek en iyi kadro Gaziantepspor maçında çıkan kadroydu. Bu kadroyu bozmaması gerekiyor. En azından Arda takıma dönüp,Milan Baros’ta eski formunu yakalayana kadar.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Bursaspor Maçının Ardından: Hagi’nin Hediyesi




Hagi geldiği günden beri,Tugay ile beraber birşeyleri başarmak için uğraşıyor. İlk yarı boyunca sahip olduğu kadronun kalitesizliğini de göz önünde bulundurarak devre arası transfer dönemini beklemenin uygun olacağını düşündüm. Nitekim Galatasaray Yönetimi Hagi’nin istekleri doğrultusunda bir takım transferler yaptı. 2011 yılında oynanan resmi maçlarda gördük ki; Galatasaray mücadeleci bir takım olma yolunda ilerliyor,tek eksik gol yollarında. Bu eksik aleni biçimde ortadayken,doğru bir hamleyle Hagi forvet transferini yaptırdı. Buraya kadar her şey güzel. Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor.

Galatasaray’ın başarısız olmasının temel sebebi,kadro kalitesizliğiydi. Bu kalitesizliği oluşturan isimlerde belliydi. Orta saha özelinde bakalım olaya. Mustafa Sarp-Barış-Ayhan,Galatasaray’ın ihtiyaçlarını karşılayabilecek oyuncular değiller. Hagi’de doğal olarak bunun farkına vardı ve devre arasında orta sahaya 2 tane transfer yaptı. Yekta’nın kalitesini hepimiz biliyoruz,Culio ise oynadığı maçlarda kumaşını belli etti. Ancak gelin görün ki,Hagi bu isimleri hala 11 e koyuyor. Devre arası Hagi’nin istediği transferler yapılmış olmasa,eli kolu bağlı yapacak bir şeyi yok diyebilirim fakat böyle bir durum söz konusu değil. Sen iki tane yeni transfer yapmışsın ancak Galatasaray’ın Bursaspor karşısında sahaya çıkan kadrosunda orta sahada şu isimler yer alıyor; Barış-Ayhan ve daha sonra Mustafa Sarp. Orta sahaya transfer ettiğin Yekta sağ açık!

Geçen hafta Bursaspor’u Konyaspor karşısında izledim. Dişe dokunur bir futbol kesinlikle oynamadılar aksine galibiyeti kaçıran tarafta Konyaspor’du. Konyaspor’un sert bir takım oluşu bundaki temel etkendi. Sertliğiyle Bursaspor’u yıldırdılar biraz yetenekli ayakları olsa maçı kazanacaklardı.
Hagi’nin gelişinden sonra Galatasaray’ın kazandığı kimlikte bu doğrultudaydı aslında. Tanımlama yapacak olursak;sert ve mücadeleci bir takım olma yolunda ilerliyordu Galatasaray. Bu bilgiler ışığında Galatasaray’ın Bursa’da kaybetmesi ekstrem olaylara bağlıydı.

Nitekim bu ekstrem olayı gerçekleştiren isim maalesef ki Hagi oldu.
Geçen hafta Galatasaray’ı izledik. Maç boyunca mücadele etti,rakibini ezdi. Tek eksik goldü. Gol de yeni transfer Stancu’nun girmesinden hemen sonra gelmişti.
Geldiğinden beri her daim Galatasaray’ın kazanmaya alışık olduğundan,mağlubiyeti kabullenemeyeceğinden bahseden Hagi,Bursaspor maçında çıkardığı kadro ile kendini inkar etti.

Ayhan-Barış(M.Sarp)-Culio-Emre-Kazım-Yekta Galatasaray’ın Bursaspor maçındaki orta saha ve hücum hattı. Dizilişleri ise çok daha garip. Ayhan ön libero,Barış sağ iç,Culio sol iç. Emre sol açık Yekta sağ açık,Kazım forvet. Hücum hattının tamamı gerçek mevkilerinde oynamayan isimlerden kurulu. Golcülük yüzdeleri ise çok çok düşük. Oyuncularına sizden galibiyet bekliyorum diyen Hagi,bu hücum hattı ile adeta kendini inkar ediyor. Sahada oynayan oyuncuda farkında bu kadronun gol atamayacağının. Sen Stancu diye bir forvet aldırmışsın,verdiğin para ile bu adam Romanya futbol tarihinin en pahalı oyuncusu olmuş. Hazır olsun ya da olmasın(ki hazır olmasa geçen hafta oynamazdı) sen bu adamı oynatmak zorundasın. Çünkü sahip olduğun kadroda gerçek mevkisi forvet olan tek isim Stancu. Ama Hagi Stancu’yu yedek soyunduruyor.

İşin daha da vahim olanı,orta sahanın işlerliğini azaltan bazı oyuncuları,Hagi ısrarla bu maçta oynatıyor. Oysa aynı Hagi,orta saha yetersizliğinin farkında varıp,Hakan Balta’yı,İnsua’yı,Sabri’yi orada denemişti.

Bursaspor’da oyunu çevirebilecek tek adam Kenny Miller. Fakat o da maç boyunca etkisiz. Maç 0-0’a kilitlenmiş,gidişat bunu gösteriyor. Abuk sabuk bir hata lazım maçın kilidini açacak,ancak şaşırmadığımız bir şekilde bu hatayı Galatasaraylı oyuncular(hadi biraz daha açalım)Galatasaraylı kaleci yapıyor. Uzaktan gelen şutlar ve kanatlardan kesilen ortalarda zerre güven vermeyen Ufuk;yine bir kanat ortasında topu Miller’in önüne yumruklayıveriyor ve sabaha kadar oynansa berabere bitecek olan maçta rakibine avantajı altın tepside sunuyor. İkinci gol hakkında ise söyleyecek bir şey yok. Takımın azda olsa sahip olduğu direnme gücünü,’’orta sahadan’’ yediği gol ile yok ediyor Ufuk. Bundan sonrası ise,ligin ilk yarısındaki Galatasaray’dan kesitler sunuyor adeta önümüze.

Maçın kader anı Barış’ın sakatlığıydı. Hagi bu sakatlık ile, maçın başında yaptığı yanlıştan dönebilirdi. Barış’ın yerine Stancu’yu alıp,Yekta’yı ait olduğu yere orta sahaya,Kazım’ı ait olduğu yere sağ açığa,Stancu’yu da forvete alabilirdi,almadı.
Bu maçın kaybedilmesindeki yegane suçlu Hagi’dir. Özellikle devre arasından itibaren güzel işler yapan,takıma mücadele ve sertlik kazandıran Hagi;böyle bir kırılma maçında,yaptığı tercihler ile Galatasaray’ın sahadan mağlup ayrılmasına sebep oldu. Aklında galibiyet olan bir insan,ne böyle değişiklikler yapar ne de böyle takım çıkarır.

Açık söyleyeyim Hagi’nin bugün teknik direktör olarak sergilemiş olduğu performans,beni ciddi şekilde hayal kırıklığına uğrattı. Perşembe günü geleceğimiz açısından çok çok önemli bir kupa maçı oynayacağız. Umarım Hagi bugün yaptığı yanlışları tekrar etmez. Zira Türkiye Kupası’nda yapılacak bir hatanın telafisi olmayabilir...

26 Ocak 2011 Çarşamba

Beşiktaş:2-1:Trabzonspor



İki perdeli bir maç izledik aslında. İlk yarısını Beşiktaş’ın domine edip,Trabzonspor’un izlediği;ikinci yarısında ise Trabzonspor’un kendine gelip,Beşiktaş’ı oyundan düşürdüğü.

Dedik ya,iki perdeli bir maç… Hal böyle olunca her iki yarıyı da kendi içerisinde değerlendirmek gerekiyor.

İlk yarı ile başlayalım.

Yaptığı transferlerden sonra müthiş bir hava yakalayan Beşiktaş;Bucaspor’a da 5 tane atınca kaymaklı ekmek kadayıfı oldu adeta. Her ne kadar bazı şeylerin göstergesi olsa da,çokta fazla gaza gelmenin sakıncalı olacağı bir maçtı Bucaspor maçı. Asıl gösterge Trabzonspor maçı olacaktı.

İlk yarı adeta kendi çaldı kendi söyledi Beşiktaş. Bunda; Beşiktaş’ın güçlü hücum silahlarının etkili oynamasının yanı sıra,Trabzonspor’un rotasyon sonucu ortaya çıkan kadrosu da önemli rol oynadı.

Trabzonspor fazlasıyla çekingen başladı maça. Özellikle Piotr ve Pawel Brozek kardeşlerin ilk kez 11 de maça başlaması,Tayfun’un uzun süre sonra kadroya girmesi ve en önemlisi Beşiktaş’ın seyircisiyle birlikte harika bir hava yakalaması bu çekingenliğin başlıca nedenleriydi.

Forvette oynayan Brozek birşeyler yapma niyetindeydi fakat rahatça anlaşabileceği bir adam olmadı Trabzonspor takımında. Alanziho’nun ilk yarı boyunca silik bir görüntü sergilemesi,Pawel Brozek’i de fazlasıyla etkiledi. Yattara kendi çabasıyla birşeyler başarmaya çalıştı fakat başarılı olamadı.

Beşiktaş ise beklenildiği üzere fırtına gibi başladı maça. Zira Trabzonspor’u-lideri-yenip birşeyler kanıtlama çabası içerisindeydiler. Özellikle kanatlarda Simao ve Quaresma müthiş işler yaptılar. Bunlara bir de Guti’nin olağanüstü futbol bilgisi eklenince;kabus gibi çöktüler Trabzonspor’un üzerine.

İlk yarım saatte iki gol bulması, Beşiktaş’ın varolan özgüvenini fazlasıyla artırdı. İlk yarı için soyunma odasına gidilirken,herkesin aklında ‘’fark olur’’düşüncesi hakimdi.

Madalyonun Diğer Yüzü

İkinci yarı ise bambaşka bir görüntü vardı. İkinci yarının hemen başında Trabzonspor’un Alanzinho ile gol bulması ve akabinde gelişen pozisyonda Pawel Brozek’in topunun direkten dönmesi maça heyecan,Beşiktaşlılara korku getirdi.
Trabzonspor kendini bulmuştu. Her ne kadar rotasyona gitmiş olsalarda,takım olmanın verdiği avantajı fazlasıyla kullandılar. Bunlara bir de sahip oldukları yeterli kondisyon eklenince,maç Beşiktaş’ın kontrolünden çıktı ve ibre az da olsa Trabzonspor’a döndü.

Trabzonspor hücumda da artık etkiliydi. Bundaki temel neden Alanzinho’nun sazı eline almış olmasıydı. Trabzonspor’un as kadrosunda bu işi yapan Colman ve Selçuk vardı ancak onların bugün 11 de olmaması,yükü Alanzinho’nun üstlenmesine neden oldu. İlk yarı bunu başarıyla yapamasa da,ikinci yarı görevini fazlasıyla yaptı. Bu sayede Brozek’te varlığını hissettirmeye başladı. Zira artık anlaşabildiği bir adam bulabilmişti takımda. Colman ve Selçuk geldikten sonra daha fazla fayda sağlayacaktır Trabzonspor’a.

Beşiktaş ise erken gelen golle sarsıldı. İlk yarıdaki formu ikinci yarıda yakalayamadılar. Hücumdan geriye dönüşlerde sıkıntı yaşayınca da;kalelerinde pozisyon vermeye başladılar. Ayrıca defansta sıkıntı yaşadıkları da bir gerçek. Ersan insanüstü bir mücadele sergiliyor bu sayede İbrahim Toraman’ın açıkları da kapanmış oluyor. Sivok-Ersan ikilisi Beşiktaş’ın stoperindeki ideal ikili gibi gözüküyor. Ancak yabancı kısıtlaması bu ikilinin birlikte oynaması açısından sorun teşkil edebilir.

Trabzonspor bugün sertlikten uzak bir takım görünümündeydi. Açıkçası bu durum Beşiktaş’ın işine yaradı.Beşiktaş; Gerek Avrupa’da gerekse ligin ilerleyen haftalarında, çok daha sert takımlarla karşılaşacak. O maçlarda ciddi sıkıntı yaşabilir.

Trabzonspor içinse kupadan eleniş,ister istemez moralleri bozacaktır. Akılları Fenerbahçe maçındaydı bu da inkar edilemez. Pazar günü Fenerbahçe’nin çok da zorlanacağını düşünmüyordum ancak bugünkü maçtan sonra bu fikrim ufakta olsa sekteye uğradı. Maçı yine Fenerbahçe’nin kazanacağını düşünüyorum fakat işleri düşündüğüm kadar kolay olmayacaktır. Çok çok sert bir maç bizleri bekliyor olacak.

25 Ocak 2011 Salı

Sivasspor Maçının Ardından: Değişim



Galatasaray,Pazar günü oynanan maçta,uzun yıllardır hasret kaldığımız bir mücadele ile muazzam bir efor sarfetti sahada. Bunda tabiki yeni stadımızın etkisi çokcaydı.
Duygusallığı bırakıp objektif olalım. Eğer Pazar günkü Sivasspor maçı Aslantepe’de değilde,Ali Sami Yen Stad’ında oynansaydı;Galatasaray bu kadar etkili bir futbol sergileyemezdi.

Kabul etmek gerekir ki,son senelerde Ali Sami Yen’de istediği atmosferi oluşturamıyordu Galatasaray.(Özellikle Avrupa Kupası maçlarında). Ali Sami Yen, rakipler için bir cehennem olmaktan çıkıp,adeta bir cennet haline gelmeye başlamıştı.

Tüm bunların ışığında, Galatasaray’ın Ali Sami Yen’den Aslantepe’ye geçerek çağ atladığını söyleyebiliriz. Bu geçişle birlikte,bir çok alanda değişiklik yaşayacak Galatasaray Kulübü. Bunların başında da taraftar profili geliyor. Maç boyunca ‘’lay lay’’ olmayacak artık. Rakibi baskı altına alacak ıslık ve yuhlamalar Aslantepe’de duyulacak.

Maça giden şanslı taraftarlar,bu muazzam akustiğe sahip stadda rakipler üzerinde uygulanan baskının canlı şahidi oldular. Hagi önderliğinde ‘’takım’’ olma yolunda hızla ilerleyen Galatasaray;bu olgunun henüz ilk basamağında olmasına rağmen,stadın müthiş atmosferiyle rakibi karşısında bu baskıyı çok rahat bir şekilde kurdu. Maç boyu oyunu domine eden taraf olmasına rağmen,tek farklı bir galibiyet alması ve hücumda üretken olamaması,Galatasaray’ın golcü eksikliğinden kaynaklanıyordu.

Özellikle Nonda’nın takımdan ayrılışıyla beraber,forvet hattındaki tüm yük Milan Baros’un üstüne bindi. Halbuki bu sorumluluk Baros’a verilirken;onunda insan olduğu ve sakatlanabileceği unutulmuştu. Nitekim korkulanın başa gelmesiyle beraber, Galatasaray bariz bir şekilde golcü oyuncu eksikliğini hissetmeye başladı. Baros bir ara iyileşti fakat sonra yine sakatlandı. Tüm bu yaşananlar ortadayken,yeni sezona yine Baros alternatifsiz girdi. Artık orta saha transferi kadar elzemdi forvet transferi.

Hannover(3 gol atılmasına rağmen),Ajax ve Antalyaspor maçlarındaki görüntü,eksik olan mevkinin forvet olduğunu gözler önüne sermişti. Aynı Sivasspor maçında olduğu gibi bu maçlarda da kazanmayı çokça arzulamıştı Galatasaray. Fakat sergilediği mücadele,futbolun meyvesi olan gol gelmeyince anlamsız kalıyordu.

Sivasspor maçının kadrosuna baktığımızda Galatasaray’ın hücumsal anlamda sıkıntı çekeceğini rahatlıkla öngörebilirdik. Emre Çolak-Culio-Kazım üçlüsü(ki zaman zaman Barış sağ açığa geçti Culio göbeğe geldi) golcü bir hücum hattı değil. Baros’u Stancu’yu geçtim,Pino-Kewell ikilisinden biri dahi oynasa,Galatasaray bu maçları çok net skorlarla kazanırdı. Çünkü bu isimler golcü isimler,golü koklayan isimler. Hücumda farklılık yaratabiliyorlar.

Hücum oyuncuları golden bu kadar uzak iken,onları destekleyecek orta saha elemanları ne alemdeydi? Sivasspor maçında oynayan orta saha adamlarına tekrar bakalım. Yekta-Ayhan-Barış. Bu isimler içerisinde golcülük özellikleri en fazla olan adam Yekta(ki maçın başında net bir pozisyonu da harcadı). Barış ile Ayhan gole çok uzak adamlar. Hal böyle olunca Galatasaray istediği kadar mücadele etsin,gol bulamayacaktı. İş duran toplara kalıyordu. Ordan da aslında zorladı rakibini Galatasaray fakat istediğini elde edemedi.

Stancu hamlesi önemliydi. Her ne kadar hazır olmasa da,Sivasspor defansını baskı altına alabilmek ve gol yollarındaki etkisizliği bitirmek açısından,çok çok gerekliydi. Kazım ile beraber fazlaca yıprattılar defansı. Özellikle Stancu hızlı ve çevik oluşuyla dikkat çekti. Yekta’nın heyecanına,Kazım’ın doğru yerde olamayışları eklenince,maç 0-0 a kilitlendi. Derken Servet ve Barış’ın işin içinde olduğu ekstra pozisyon golü getirdi Galatasaray’a.

Galatasaray iyi yolda. Sert bir takım ve mücadele ediyor. Hücumda ufak tefek aksaklıklar var ve bunların çözümü de belli. Baros bu hafta takımla çalışmaya başlayacak,Stancu yavaş yavaş hazır oluyor,Neill ile Kewell haftaya dönüyorlar. Eskişehirspor ve Gaziantepspor maçları ile beraber Galatasaray’daki resmin tamamını görme şansımız olacak. Önümüzdeki hafta oynanacak Bursaspor maçı iyi bir test olacaktır Galatasaray açısından. Stancu’yu Hagi Bursa maçına hazırlayabilirse,Galatasaray ciddi anlamda avantaj yakalayacaktır bu maç için.

20 Ocak 2011 Perşembe

Yekta Kurtuluş Galatasaray’da




Resmi siteden duymadan,transferler hakkında blogda yazı yazmayı pek sevmem ama transferi Yekta’nın ağzından duyunca,yazmanın doğru olacağına karar verdim.

Herhalde güne Yekta transferini öğrenerek başlamak,bir Galatasaraylı için şöyle bir kaosta,çok büyük mutluluk veren bir olay olsa gerek.

Yıllardır bir yerlerimizi yırtıyoruz Galatasaray’ın kanayan yarası orta saha,buraya adam transfer edin diye;ancak ne hikmetse bu bölgeye yıllardır adam gibi transfer yapamadık. Demek ki bu transferlerin yapılması için,takımın başına Hagi gibi diktatör birinin geçmesi gerekiyormuş!

Sezona Mustafa Sarp,Barış,Ayhan,Lorik Cana orta sahası ile başladık. İlk 11 yap deseler,tek koyacağımız adam Lorik Cana iken,diğer 3 isim rotasyona dahi sokulamaz iken,Galatasaray olarak,bu üç ismi ilk 11 oynarken gördük hep. Hem Hagi’nin hem de Rijkaard’ın oyun sistemini düşündüğümüzde,bu isimlerle başarılı olmak hayalcilikti.

Devre arası 5 takviye yapılacak dendiğinde,bu isimlerin kaç tanesi orta saha olacak,büyük bir merak içerisindeydim.

Galatasaray’ın kısa vadede takviye yapması gereken mevkileri belliydi. Kaleci,santrafor ve orta saha. Hagi akıllı ve istediğini yaptırabilen bir adam. Galatasaray’ın yaptığı transferler tam da bu mevkilere oldu. Hatta orta sahaya 2 adam aldırdı Hagi. Allah Razı olsun!

Yekta hem ilk 11 oynayabilmesi hem de rotasyonda kullanılabilmesi açısından tam bir joker transferi oldu Galatasaray için. Gelecek sene,orta saha havuzu daha da genişletilmeli, o mevkide rotasyona girecek oyuncuların daha da kaliteli hale gelmesi gerekli. Sene sonunda Galatasaray’ın yapacağı ilk iş bu olmalı. Misal,Lorik Cana çıktığı vakit yerine Yekta,x,y girmeli(illa isim isterseniz x:Taner Yalçın olsun y: Murat Ceylan).Ayhan ile Mustafa Sarp değil!

Ancak Ocak ayında oluşumuz,zamanın kısıtlı olması,bu planları sene sonuna bırakmamıza sebep olan durumlar.

Culio ve Yekta transferleriyle beraber,orta saha olarak seviye atladı Galatasaray. Bu durumdan memnun olmamız lazım. Fazla değil,1 ay öncesine kadar burada Sarp-Ayhan-Barış oynuyordu. İkinci yarı ile beraber,bu adamlar ilk 11 oyuncusu olmaktan çıkıp,rotasyon oyuncusu olacak. Lucas Neill’in gelmesiyle beraber ise,yıllardır özlemini çektiği,mücadeleci bir orta sahaya sahip olmanın mutluluğunu yaşayacak Galatasaraylılar.

Eğer olurda Stancu da transfer edilirse,bir büyük eksiklik daha giderilmiş olacak. Zira takımın yaptığı mücadelenin anlam kazanabilmesi için,girilen pozisyonların da gol olması gerekiyor. Mevcut Galatasaray kadrosunda ise,maalesef bir golcü yok. Stancu’nun hem genç oluşu hem de,golcü olması;Galatasaray için yeterli özellikler. Bu konudaki gelişmeleri de bekleyip görmek lazım.

Şunu söyleyebiliriz ki,Hagi Florya’da ipleri eline almış görünüyor.

Medical Park Antalyaspor:0-0:Galatasaray



Uzun bir süre sonra futbol konuşabilmek güzel.

Galatasaray’ın bu sene kupayı alması bir zorunluluk hali aldı. Kupada varolan takımlara baktığımız vakit ,şansının bir hayli yüksek olduğunu görüyoruz Galatasaray’ın.

Antalyaspor maçı öncesi bir beraberlik yetiyordu Galatasaray’a. Olası bir mağlubiyette Antalyaspor ile averaj hesabına kalıp,sıkıntıya düşebilirdi. Kendi işini kendi bitirdi Galatasaray. Bir puanı alıp,çeyrek finale yükseldi.

Peki Galatasaray nasıl futbol oynadı?

En kritik soru bu aslında. Rijkaard sonrası dönemde,Galatasaray’ın oyun şablonunda bir değişiklik olduğunu söylemek güç. Zaman zaman,bazı maçlara özel olarak sistem değişikliği yaptı Hagi ama hepsi bu kadar.

Devre arasından sonra Galatasaray’da gözle görülen en önemli değişiklik,fizik güç. Artık çok daha sert bir takım Galatasaray. Kondisyonu daha fazla olan,daha fazla mücadele eden,zaman zaman da olsa ileride basabilen bir takım.

Özellikle Ajax ve Antalyaspor maçlarında Galatasaray’ın sonuç alamamasının temel nedeni,golcü eksikliği. Elinde Baros gibi muazzam bir golcü var fakat bu isimden yararlanamıyor Galatasaray.

Taktik analize geçip,orada bahsedelim bundan.

Galatasaray,Hagi’nin gelişiyle birlikte sistem olarak 4-3-3 ü kullanmaya devam ediyor. Özellikle son oynanan 2 maçta ve ligin ilk yarısındaki Kasımpaşa maçında,bu çok net bir biçimde görüldü.

Defansı geçip,orta sahaya gelirsek; 3 lü bir orta sahaya sahip olduğunu göreceğiz Galatasaray’ın. Defansif özellikleri fazla olan gerçek bir ön libero,bir sağ iç ve bir sol iç oyuncusuyla oynuyor Galatasaray.

Ligin ilk yarısında bu sistemin tutması hayalcilik olurdu. Zira Galatasaray’ın eldeki oyuncu kadrosu buna imkan tanımıyordu. Çünkü bu sistemin işleyebilmesi için,sol iç ve sağ iç diye adlandırdığımız mevkilerde oynayan oyuncuların,oyunun 2 yönünü de çok iyi oynaması gerekiyor(bilhassa hücum yönünü). Hagi’de bunun farkında olacak ki,öncelikli olarak Culio gibi oyunu hakikaten çift yönlü oynayabilen,mücadeleci ve sert bir oyuncuyu takıma kazandırıp,sol içe monte etti. Ön libero mevkisinde oynayabilecek,defansif özellikleri kuvvetli olan bir oyuncu takımda zaten mevcut,Lorik Cana. Arnavut oyuncunun stoper oynamasının tek nedeni,Neill’ın Avustralya Milli Takımı’nda olması. Neill’ın gelmesiyle Cana’yı ön libero’da göreceğiz. (Ha Lorik Cana stoperde oynasın,onada eyvallah derim.)

Resme baktığımız zaman,eksik olan parçanın(orta saha özelinde söylüyorum) ‘’sağ iç’’ olduğunu görüyoruz. Bugün gelen bilgiler de,o bölge için Yekta’nın transfer edildiği. Transfer resmileştikten sonra detaylı olarak konuşuruz bunu. Kısaca değinmek gerekirse,Galatasaray için elzem bir oyuncuydu Yekta.
Hücum hattı ise sıkıntılı Galatasaray’da. Kanatlara değinmeden,forvet eksikliğine değinmek lazım. Eğer ki Baros sakatlanmamış olsaydı,Galatasaray bugün çok farklı yerlerde olurdu. Bu bir gerçek. Devre arasında henüz o bölgeye transfer yapılmadığı için,Galatasaray skor üretmekte zorlanıyor. Sert bir takım olduğu için savunmayı iyi yapıyor ama golcüsü eksik olduğu için gol atamıyor. Bu yüzden de hem Ajax hem de Antalyaspor maçlarında gol bulamadı Sarı-Kırmızılı takım.

Bu bilgiler ışığında Antalyaspor maçını değerlendirmek daha doğru olacaktır. Kazım(futbol olarak bakarsak) güzel bir alternatif oldu. Sağ açık ve forvet oynayabilmesi takıma kısa vadede büyük rahatlık getiriyor. Ancak Kazım salt bir forvet olmadığı için,gol yüzdesi düşük. Golü koklayan bir isim değil,bu yüzden de 2 maçta 2 gol yapmasına rağmen,zorluk derecesi biraz yüksek olan maçlarda,gol yollarında etkili olamadı. Tüm bunlara Pino’nun sakatlığı da eklenince,Galatasaray Antalyaspor maçında hücumda etkili olamadı.

Orta saha elemanlarının da skoru üstlenecek oyuncular olmaması,Galatasaray’ı zor durumda bıraktı. Galatasaray şanslıydı,çünkü beraberlik yetiyordu. Galibiyet almak zorunda olsaydı,işi çok daha zor olurdu

Galatasaray’ın Antalya maçı kadrosuna bakarsanız,hücumda skor yükünü üstlenebilecek tek adamın Arda olduğunu görürsünüz. Arda’da sakatlıktan yeni çıktı ve formunu yeni yeni buluyor. O da etkisiz kalınca,Galatasaray hücumsal anlamda büyük bir yara alıyor.

İşte tam da burada,orta saha adamlarının devreye girmesi lazım. Ancak söylediğimiz gibi,Galatasaray’ın sahip olduğu orta saha havuzu,gol yüzdesi yüksek oyunculardan oluşmuyor. Haliyle insanlar Galatasaray’ın bir ‘’savunma takımı’’ olduğu öngörüsünde bulunuyor. Bu gerçekte doğru bir tesbit olmamakla birlikte,şeklen doğruymuş gibi gözüküyor. Ligin ikinci yarısında,bu öngörü de ters dönecektir.

Ufuk’un son iki maçtır yükselen bir formu var ancak ilk yarıda takımı adına yaptığı hatalar göz önüne alınınca,bir güvensizlik durumu söz konusu oluyor. Bu da Galatasaray’ı kaleci transferi yapmaya itiyor.

Serkan Kurtuluş maalesef alternatif olabilecek bir oyuncu. Direkt 11 de oynaması zor. Bunu görev aldığı maçlarda gösterdi. Sabri’yi oraya monte etmekte fayda var. Bunu gördüğü kırmızı karttan ötürü de söylemiyorum.

Transferlerin yapıldığı şu dönemi en az hasarla atlatmamız gerekiyordu,bu şekilde bakmak lazım Antalyaspor maçına. Galatasaray’da bir kazaya mahal vermeden geride bıraktı bu maçı.

16 Ocak 2011 Pazar

Antalya BB:70-89:Galatasaray Cafe Crown



Açılıştı,sonrasında yaşananlardı derken,Galatasaray Spor Kulübü bünyesinde,desteği en çok hakeden branşı kısa süreliğine olsa da unuttuk.

Bu hafta Galatasaray Cafe Crown Antalya BB deplasmanındaydı. Geçen hafta alınan Olin mağlubiyetinin ardından bu maç büyük önem taşıyordu. Zira fikstür en başa döneceğinden haftaya da Erdemir deplasmanı bekliyordu takımımızı.

Maça,geçen hafta olduğu gibi hücumda potayı döverek başladık. Rakip ise organize olmaktan ziyade,dış şutlarla geliyor ve istediğini de alıyordu. Açıkçası bir an ''Olin maçı gibi mi olacak'' diye düşündüm. Ancak hücumdaki bu tutukluk fazla uzun sürmedi. Haftalardır eleştirdiğimiz Taylor Rochestie'nin müthiş formuna Ermal'in her zamanki doğal formu eklenince,skor olarak ciddi bir avantaj yakaladık.

Yeni transfer Jerry Johnson'ın gelişi,Taylor'u olumlu etkilemiş olacak ki;kendisi 2.yarıda da müthiş üçlüklerini sürdürdü. Yaptığı asistler ise cabasıydı.

Olin maçında Shipp çıktıktan sonra hücumda zor anlar yaşayan Galatasaray Cafe Crown;bu kez Shipp'e ek olarak Evren'in de olmadığı bir maçta çok rahat bir galibiyet aldı. Tabi bu eksikleri hissetmemesinin altında,maçı bu denli erken koparmasının payı da büyüktü.

Geçen hafta Olin maçında hafiften sarsılan takımın,bu hafta rahat kazanması önemliydi. Yoksa bir özgüven kaybı yaşayabilirlerdi. Umarım Olin maçında yaşadığımız kazayı bir daha yaşamadan,yolumuza devam ederiz

14 Ocak 2011 Cuma

Ali Sami Yen’e Veda,Türk Telekom Arena’ya Merhaba



‘’Galatasaray Türkiye’dir’’ diye bir sloganımız var,bilenler bilir.

Gerek Türk Futbolu’nun Batı’ya açılan penceresi olması bakımından;gerekse sayısı Türkiye sınırlarını aşan milyonlarca taraftarı sebebiyle,hakikaten ‘’Türkiye’dir Galatasaray’’.

Geçtiğimiz Salı günü,yıllarca tarih yazdığı,Avrupalılar tarafından cehennem adı verilen stadına veda etti Galatasaray.

Muş’taki,Van’daki,Ankara’daki,İstanbul’daki,İzmir’deki,Viyana’daki,Brüksel’deki, kısaca Dünyanın dört bir yanındaki taraftarıyla ‘’hoşçakal’’ dedi evine Galatasaray.

Salı günü Ali Sami Yen’de şeklen yaklaşık 30.000 kişi vardı,ancak ruhen;milyonlar ‘zorlu sevda’sıyla vedalaşıyordu.

Bilet bulabilen şanslı kişiler orada yerlerini almıştı. Bizde şükürler olsun ki,yerimizi alan şanslı kişilerdendik arkadaşlarımızla.

Saat 5,30-6 gibi stada girdik,11.30 da ayrıldık. Ali Sami Yen’de yaklaşık 6 saat geçirdim ama inanın bir 6 saati daha geçirmeye razıydım,öyle bir atmosfer vardı.

Eğer ki Eski Açık ve Yeni Açık(ben yeni açıktaydım) Kapalı’ya ayak uydurabilseydi,inanılmaz bir nostalji yaşanabilirdi Ali Sami Yen’de. Geçmişte söylenmiş,hafızalarda yer edinen hemen hemen bütün tezahüratları söylemeye çalıştı Kapalı Tribün.

Hagi’yi,Hakan Şükür’ü,Popescu’yu,Arif’i yeniden ve son kez Ali Sami Yen’de görmek çok güzeldi. Hagi 1 ay idman yapsa,kilo verse tekrar takır takır topunu oynar,bunu bir kez daha bize gösterdi 

Aslında kafamda maç kısmına değinmekte vardı ama Ali Sami Yen ve Aslantepe temalı bir yazıda bunu yapmak,konu başlığına ve Ali Sami Yen’e hakaret gibi olur,o yüzden maçı es geçiyorum.

Sanırım herkes için son nokta,Ali Kırca’nın okuduğu şiirdi. Ali Kırca o şiiri okurken,gözüm Ali Sami Yen’in tribünlerine son kez teker teker baktı. O tribünlerde yaşadıklarım aklıma geldi,orada yer alan binlerce kişi gibi benimde gözlerim doldu,boğazım düğümlendi.Ali Sami Yen ve veda kelimelerini yan yana getirmek benim için o an o kadar zordu ki…

Geri sayım yapacağız dendiğinde bir tarih gözlerini yumuyordu adeta. Benim içinde çok nostaljik bir maçtı. Yeni Açık Üst tribününde başlayan Ali Sami Yen maceram,yine Yeni Açık Üst’te bitiyordu.

Geri sayımdan sonra ise,sevdiğini kaybetmenin verdiği hüzünle,hastanedeki doktorlara saldıran insanların yaşadığı ruh haline benzer bir duygu hakim olmuştu Ali Sami Yen’e.

Stat koridorlarında Acil Çıkış yazısını sökenler,duvarı eşeleyenler,son kez Sami Yen’e ayak basmak için sahaya girmek isteyenler… Ne ararsanız vardı. Dışarı adım attığımızda ise artık geri dönüş yoktu. Ali Kırca üstad’ın deyişiyle:’’Çığlıklarımızı,hasretimizi ve gözyaşlarımızı Ali Sami Yen’in çimlerine bırakıp,gitme vakti gelmişti.’’.



15 Ocak Cumartesi günü ise,yeni bir tarihin başlangıcı olacak Galatasaray için. Adeta Saltanat’tan Cumhuriyet’e geçecek Galatasaray. Yeni bir stad,yeni bir heyecan,Ali Sami Yen’in vasiyetine sadık kalmak şartıyla yeni bir gelecek…
Yarın binlerce insan Galatasaray’ın parlak olacağını düşündüğüm geleceğine ilk adımı atmak için Aslantepe’de olacak.
Yeri gelecek sevinecek,yeri gelecek üzülecek Galatasaray yeni yuvasında. Her şeyden önemlisi,Ali Sami Yen’in bıraktığı mirası taşıyacak oraya. Onun üzerine bir şeyler inşa etmeye çalışacak. Hagi gibi,Tugay gibi en az bizler kadar Galatasaraylı insanların önderliğinde yapmaya çalışacak bunu. Bize düşen görev ise,onlara hak ettiğinden daha fazla destek vererek,onların yanında olmak.
Gündüz Kılıç’ın lafıyla bitireyim yazımı.
‘’ Kısacası Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.”