24 Aralık 2012 Pazartesi

Trabzonspor: 0-0 :Galatasaray



Galatasaray için üç puandan daha fazla anlam barındıran bir maçtı Trabzon karşılaşması. Kazanmak; yapılan onca puan kaybına rağmen ciddi bir avantaj ile ligin ilk yarısını bitirme anlamına geliyordu. Olmadı. ''Kazanamıyorsan kaybetme'' penceresinden bakmak zorunda kaldığımız bir maç oldu.

Müsabakanın ilk yarısında Galatasaray ne istediğini bilen, oyuna hükmeden, rakip kaleye bilinçli şekilde atak geliştirmeye çalışan bir ekip görünümündeydi. Önemli maçlarda farklı bir konsantrasyon ile oynayarak istediğini almayı başaran bir profil çizmişti sarı kırmızılılar. Bu maçın ilk yarısında da bu görüntüye benzer bir görüntüyü bize gösterdiler.

Genelin aksine ilk yarı bittiğinde fazla karamsar değildim. Söylediğim gibi, ilk yarıda ortaya konan performanstan memnun olmakla birlikte; ikinci yarıda bunun daha da geliştirileceği kanaatindeydim. Bu durumun da, üç puan için yeterli olacağını tahmin etmiştim. Fakat yanıldım. Galibiyet için ilk yarıdaki görüntüsünü biraz daha iyileştirmesi gereken Galatasaray, daha da geriye gitmişti ve etkisiz bir peformans sergiliyordu.

İşin biraz daha teknik tarafına geçelim. Galatasaray ne zaman 4-4-2'den vazgeçip üçlü orta sahaya dönse, bu değişiklik takıma bir şekilde olumlu sirayet ediyordu. Gerek skor olarak avantajı yakalamışken olsun, gerekse de mağlupken olsun bu hamle hep var olan performansı yukarı çekmişti. Fatih Terim de bu gerçeğe güvenerek maçın ikinci yarısında üç orta sahaya döndü yeniden. Fakat bu kez görüntüde fazla bir değişiklik olmadı. Bu hamleyle beraber daha da ileri gitmesi gereken Galatasaray, hücumda farkını ortaya koyamamakla kalmadı; kalesinde de ciddi tehlikeler yaşamaya başladı.

Hoca'nın ikinci planı da şu (Trabzon maçı özelinde değil, genel olarak) : Yedekte bir forvet tutar. Bu forvet oyuncusunu, çok büyük bir aksilik olmadığı müddetçe, forvet hattından birisi ile değiştirmez, son ana kadar önemli bir skor opsiyonu olarak yanında tutar. Buna ek olarak; skor üstünlüğünü yakaladığı maçlarda tek forvete döner ve eğer beraberlik golünü kalesinde görürse yanındaki forveti sahaya sürerek yeniden forveti ikiler.

Bu maçta ilk plan tutmayınca ikinci plan devreye girdi. Elmander oyuna dahil oldu ve Burak ile Elmander oyunun geri kalan dakikalarında çift forvet olarak sahada yer aldı. Oyuna sonradan girdiğinde etkili bir performans ortaya koyan Aydın'ın da maçın içerisinde fazla girememesi Galatasaray'ın hücum anlamında beklenen patlamayı yapmasına engel oldu.

Galatasaray'ın maç boyunca kaleyi bulan şut sayısı: 0. Bu maçın belki de en önemli şifresi. Buna rağmen; Burak girdiği iki pozisyonda Galatasaray'ın aradığı golü bulabilirdi fakat başaramadı. Bunda biraz da, Burak'a gelen tepkilerin payı var. Zira, Burak iki pozisyonda da şut çekmek yerine pası tercih edebilir ve arkadaşlarına golü servis edebilirdi. O an, aklıyla değil kendince farklı duygularla hareket etti. Sanırım bu hareketi Trabzon maçı özelinde tolere etmek mümkün. Çünkü Burak, Akhisar maçında moral bulması için Sercan'a gol attırmış bir adam.

Kazanıp ciddi bir avantaj elde etme fırsatını kaçırdı Galatasaray. Yine de kaybedilmiş pek fazla bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ligin ilk yarısında bu kadar fazla puan kaybı yapmasına rağmen ilk yarıyı zirvede bitirmek oyuncular açısından da bir moral olmuştur diye tahmin ediyorum. Devre arasında takıma takviye elbet ki çok önemli bir durum ancak transferden ziyade Melo'nun, Elmander'in, Engin'in fiziksel olarak çok daha üst seviyelere gelecek olması Galatasaray adına en az transfer kadar değerli bir olay.

21 Aralık 2012 Cuma

Rakibimiz Schalke 04



Barcelona ve Bayern Münih gibi rakiplerin olduğu bir ortamda Schalke'yi çekmek bir başarıdır. Takımların şu anki form durumuna bakarak yorum yapmamak gerektiğini Atletico Madrid ile zamanında yaşamış olduğumuz eşleşmeden sonra anlamamız gerekiyor.

Galatasaray Teknik Heyeti'nin rakibi küçümsemek gibi bir hataya düşeceğine ihtimal vermiyorum. Kağıt üzerinde sahip olduğumuz avantajı sahaya yansıtabilmek için uğraşacaklardır.

Bu eşleşmede bizim en büyük artımız; Ocak ayında yaşayacağımız devre arası kampı. Çünkü takımın önemli bir fiziksel yükleme yapacağını düşünüyorum. Bunun yanı sıra azımsanmayacak derecede de taktik idmanı yapılacaktır. Takıma bu sezon katılan oyuncuların sisteme adapte olabilmesi açısından bunu önemsiyorum. Diğer bir nokta ise, Melo'nun fiziksel olarak güçlenecek olması. Ben ikinci yarıda Melo'dan, geçen sene göstermiş olduğu performansa yakın bir performans bekliyorum açıkçası. Eğer Melo, geçen seneki fizik gücüne bir şekilde kavuşursa üçlü orta sahaya döndüğümüzde yakalayabildiğimiz orta saha üstünlüğünü, yeniden, Melo - Selçuk ikilisi ile yakalayabiliriz. Buna ek olarak Elmander'in de fiziksel olarak güçlenecek olması ve halihazırdaki sakatlığından biraz daha kurtulacak olması da takım için oldukça değerli. Böylece hücumda topu tutabilme anlamında da elimiz baya güçlenir.

Rakip analizi yapmak ne kadar doğru bilemiyorum çünkü şu an için antrenörü olmayan bir Schalke'den bahsediyoruz. Yeni gelecek olan antrenörden sonra nasıl bir kimliğe bürüneceklerini göreceğiz ama rakipten ziyade, Ocak ayındaki kampı iyi geçirmemiz bizi bu eşleşmede oldukça öne atacaktır.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Galatasaray: 2-1 :Fenerbahçe



Galatasaray en son ne zaman iyi oynamadığı bir derbi maçını kazandı, doğrusu hatırlamıyorum. Geçen sezon oynanan dört maçın üçünde rakibine oyun olarak öyle bir üstünlük kurdu ki sarı kırmızılılar, senelerdir konuşulan derbilerdeki psikolojik üstünlüğü de ele geçirmiş oldu böylece. Çok iyi oynamadan kazanmasının altında yatan temel neden belki de buydu...

Her ne kadar geçen sezonun en kritik maçlarından biri olan play-off müsabakasında Galatasaray'ı Arena'da yenmiş olsa da Fenerbahçe, oyuncuları Arena'da yaratılan atmosferden ciddi anlamda etkileniyor. Maçtan önce gerek Volkan'ın gerekse de Gökhan'ın söylemlerine bakarsanız bunu çok daha iyi anlayabilirsiniz. Böyle bir avantajla sahadaydı Galatasaray.

Maç öncesi hemen herkesin beklentisi, 7 Aralık 2011'de oynanan ve 3 - 1 Galatasaray'ın kazandığı maçtaki gibi bir maç başlangıcıydı. Galatasaray'ın maça bu şekilde başladığını söylersek, yanlış olur.  Fenerbahçe topa sahip olmaya çalışan taraftı ve oyunun başları bu şekilde geçildi. Galatasaray'ın sezon başından beri çok iyi yapmadığını düşündüğüm iki noktası vardı:

1) Duran toplar geçen seneki kadar etkili kullanılmıyordu
2) Kaleye şut çekme konusunda tedirginlik vardı.

Galatasaray, dün maçı duran toptan bulduğu iki gol ile kazandı. Hücumda çok etkili olamadığınız, oyuna hükmedemediğiniz bir maçı kazanabilmeniz ve kapanan takımları açabilmeniz için en gerekli olan şey ne ise, onu yaptı yani. Eboue'ye yapılan faul sonrası topun başına Riera'nın geçmesi tabi ki tesadüf değildi. Hafta arası duran top organizasyonları üzerinde durulduğu belliydi. Golün, Bekir'in hatası ile gelmesi de benim açımdan sürpriz olmadı. Çünkü Bekir'i savunmadaki performansı ile değil, duran toplarda ileri çıkıp bulduğu gollerle değerlendiren bir Fenerbahçe vardı. Dolayısıyla da Bekir dün maça ilk 11'de başladı. Bu da Galatasaray'ın yararına oldu.

Bir diğer nokta da şut çekmeme meselesiydi. Maçtan önce Fenerbahçe'yi değerlendirirken en çekindiğim nokta buydu. Vasatı aşamadıkları bir maçta dahi uzaktan çektikleri şutlarla kilidi açabiliyorlardı. Fenerbahçe'nin Hasan Ali ile bulmuş olduğu gol de bu açıdan çok tesadüf sayılmadı benim için.

Peki, geçen sene de üç orta saha oyuncusu ile oynamasına rağmen Galatasaray'a karşı oyunda üstünlük kuramayan Fenerbahçe, ne değişti de dün Galatasaray'ın bu üstünlüğü kurmasına engel olup, topla daha çok oynayan tarafmış gibi gözüktü? Bunun de cevabı basit aslında; Melo ve Selçuk'un, ama özellikle Melo'nun, fizik olarak geçen seneki kadar hazır olmaması. Galatasaray'ın geçen seneki kadar net bir şekilde rakiplerine oyun üstünlüğü kuramamasının altında yatan neden de bu aslında. Bunlara bir de Elmander'in hazır olmayışı eklenince doğal olarak en çok etkili olduğu bölge olan orta sahada net bir şekilde hakimiyet kuramamaya başladı Galatasaray. Buna rağmen ilk yarıyı iki gol bularak üstün kapatmak oldukça önemliydi.

İkinci yarı başlarken Galatasaray'ın yapması gereken hamle belliydi. Yekta'nın oyuna bir şekilde dahil olması gerekiyordu. Bu şekilde orta saha üçlenecek ve Fenerbahçe'nin o bölgedeki hakimiyeti kırılacaktı. Nitekim Yekta'nın girmesi oyunun dengesini oldukça değiştirdi. İkinci yarı rakip kalede pek de etkili olamayan Galatasaray, Yekta'nın girişi ile beraber orta sahada hem biraz daha güçlendi hem de rakip kalede pozisyon bulmaya başladı.

Geçen sezon çift forvete geçtikten sonra ortaya çıkan hücum gücü, bu sezon üçlü orta sahaya döndükten sonra ortaya çıkıyor. Hatta, skora ihtiyaç duyduğu anlarda bile Galatasaray orta sahayı bir fazlalaştırıp istediğini alabiliyor. Normalde herkes orta sahayı bir boşaltıp, forveti bir arttırmayı tercih eder. Ancak, ''çok forvetle oynamak çok gol atacağın anlamına gelmez'' sözü de burada anlamlanıyor işte.

Her ne kadar Fenerbahçeli oyuncular maçtan önce ''altı puanlık bir maç değil bu'' dese de, Galatasaray bu maçta üç puandan çok daha fazlasını elde etti.

Ocak ayındaki kampın Galatasaray için harika bir fırsat olacağı kanaatindeyim. Özellikle Melo ve Elmander'in geçen sezonki fizik güçlerine yaklaşacak olması takımın seviye atlamasını sağlayacaktır. Bu durum da Galatasaray'ın çift forvet oynarken de, geçen sezon olduğu gibi, orta sahada üstünlük kurmasına olanak verecektir.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Üçleme



Yazıda üç farklı yere değineceğim. Önce Braga maçı üzerinden Galatasaray'ın bu sezonki Şampiyonlar Ligi grup karnesi ile alakalı izlenimlerimi yazacağım daha sonra Sivas maçı özelinde takımda görmüş olduğum bazı durumlardan bahsedeceğim. Son olarak da pazar günü oynanacak olan Galatasaray - Fenerbahçe maçı ile ilgili öngörülerde bulunacağım.

Şampiyonlar Ligi kuraları çekildikten hemen sonra ''lider çıkmak hayal değil'' başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu, hissi bir yazı değil mantık çerçevesi içerisinde yazılmış bir yazıydı.

Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi karnesini ilk üç maç, son üç maç şeklinde ayırmakta fayda var. İlk üç maçta yaşanılan temel sıkıntıyı ben şu şekilde açıklıyorum: Galatasaray, Manchester ile deplasmanda oynayacağı Şampiyonlar ligi ilk maçına gereğinden fazla önem vermişti. Öyle bir hava yaratıldı ki; Galatasaray bu maçı kaybetmesi durumunda Avrupa'ya veda edecekmiş şeklinde bir algı oluştu. Normal şartlarda zaten maça doğal olarak konsantre olacak futbolcular, bu maça aşırı bir şekilde motive oldular. Sonuç beklenildiği gibi olmayınca, hayal kırıklığı da gereğinden fazla oldu. Bu maçın yaratmış olduğu bir moral bozukluğu vardı oyuncularda ancak, sonuçtan bağımsız, oynanan oyunun getirmiş olduğu da bir özgüven oyuncular üzerinde hakimdi. Braga ile iç sahada oynanan ikinci karşılaşma da mağlubiyetle sonuçlanınca; oyuncular doğal olarak özgüvenlerini kaybetmeye başladı. En tehlikeli maç ise iç sahadaki Cluj maçıydı. Kolay lokma gibi görünen bir takım ile kazanması gereken bir maç oynadı Galatasaray. Doğal şartların dışında bir durum vardı o gün ve bu, Galatasaray'ın kazanmasına engel oldu.

Üç maç sonunda alınan bir puan, Galatasaraylı oyuncuların moralini ve özgüvenini çok aşağılara çekmişti. Cluj maçı öncesi, taktik ve teknikten ziyade, özgüven sorunu minimuma nasıl çekilir bunu düşünmeliydi teknik ekip Çünkü bu maç, son şanslarıydı. Cluj maçında alınan galibiyet ve sergilenen futbol Galatasaray'ın çok önemli bir eşiği atlamasına yardımcı oldu. Artık Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde de var olduğunu ve o seviyelerde de maç kazanabileceğini hem dışarıya mesaj olarak gönderdi hem de oyuncular bunu başarabilecek güçte olduklarını gördü.

Biraz uzun tuttum,  o yüzden direkt Braga maçına geçiş yapıyorum. Galatasaray'ın Braga'da sergileyeceği oyunun Cluj maçında sergileyeceği oyun ile benzerlikle göstereceği aşikardı. Nitekim öyle de oldu zaten. Ancak senaryo beklenildiği gibi olmadı. Hem Braga'nın Galatasaray karşısında öne geçmesi hem de Cluj'un Manchester'da skor üstünlüğünü ele alması; Galatasaraylı oyuncuları moral olarak geriye itti. Ancak son söz henüz söylenmemişti. Galatasaraylı oyuncular bu zor şartlarda da maçı kazanmasını bilerek, moral anlamında da geriye düştükleri bir maçı kazanarak ortaya karakter koymayı bildi.

Şampiyonlar Ligi'nde böyle bir gruba düşmek, doğal olarak, farklı beklentiler ile maçlara çıkılmasına sebep oldu. Hemen herkes, ikinci turu garanti görüyordu. Bu durum da, hem hoca hem de futbolcular üzerinde baskı yaratıyordu. Zaten Braga maçından hemen sonra oynanan Sivasspor maçı az çok demek istediğim şeyi açıklıyor.

Galatasaraylı oyuncular Sivasspor maçına oldukça iştahlı ve kendilerinden emin bir şekilde çıktı. Bunu maçı izlerken çok net bir şekilde görebiliyordunuz. ''Şampiyonlar Ligi'nde gruptan mutlaka çıkılmalı'' düşüncesi oyuncuları bağlayan bir zincir gibiydi. Sivasspor maçında bu yükten arınmış bir oyuncu topluluğu vardı. Bu da zaten sahaya yansıdı. Muslera ve Melo gibi iki önemli oyuncunun olmadığı bir maçta sonuca kolay ulaştı Galatasaray. Böyle zor bir deplasmanda bu kadar rahat kazanmak şüphesiz ki bu rahatlama ile doğrudan bağlantılıydı.

İşin biraz daha hikaye kısmını bir kenara bırakarak, taktik ve teknik konuların yoğunlukta olacağı Fenerbahçe maçı ile ilgili düşüncelerime geliyorum.

Galatasaray, maça zaten kontrollü oyundan ziyade hücumu düşünerek başlayacaktı ancak dün oynanan 1461 Trabzon maçında ortaya çıkan tablonun, bu maçın kaderini de doğrudan etkilediği kanaatindeyim.

Fenerbahçe'nin en zayıf bölgesi defansı. Özellikle Bekir'in son haftalarda takımın gol yükünü üstlenmiş olması, onun savunmadaki yetersizliğini oldukça gizledi. Pazar günkü maçta Bekir, geçen sezon Bilica'nın yaratmış olduğu etkiyi yaratabilir.

Geçen seneyi gözümüzün önüne getirelim. Oynanan dört maçında üçünde oyunun mutlak hakimi olan Galatasaray'dı. Şampiyonluk maçında ise, topu Fenerbahçe'ye vererek ''buyrun siz oynayın'' demiş, karşılığında da Kadıköy'de şampiyonluk kupasını kaldırmıştı Galatasaray. Bu, o maça özgü bir stratejiydi. Galatasaray'a o maçta galibiyet gerekse, oyunun hikayesi o maçtan önceki üç maça benzeyecekti çok büyük bir ihtimalle.

Trabzon maçının sonucundan dolayı Galatasaray maça saldırarak başlayacaktır. Aynı geçen sezon Arena'da oynanan ve 3-1 biten maçta olduğu gibi. O gün, yapılan şok pres karşısında afallayan bir Fenerbahçe savunması vardı. Galatasaray, o gün sadece şok pres yapmakla kalmayıp; Fenerbahçe'nin pas bağlantılarını kesme başarısını da göstermişti. İşte yine o gün olduğu gibi pazar günü de Fenerbahçe'nin pas kanallarını kesmek zorunda Galatasaray.

Fenerbahçe, savunmadan topla çıkmayı seven bir takım. Genelde kaleci Volkan, ilk topu stoperlere atıyor. Umut ve Burak'ın, ama özellikle Umut'un, yapacağı pres hem Bekir hem de Yobo'yu pas opsiyonu olmaktan çıkaracaktır. Fenerbahçe böyle durumlarda ikinci bir alternatif yaratmış durumda. O da şu; Meireles ya da Topal'dan biri kaleciye oldukça yanaşarak kendisini bir pas opsiyonu haline getiriyor. Galatasaray'ın bu ikinci opsiyonu da bir şekilde bertaraf etmesi gerekiyor. Eğer bu başarılırsa, 3-1 biten maçın senaryosuna benzer bir senaryoyu pazar günü görebililiriz. Galatasaray'ın o gün yapmış olduğu bu iki hamle (pres ve pas bağlantılarını kesip Fenerbahçe'yi uzun top oynamaya mahkum etme) takımın en önemli oyuncusu Alex'in oyundan düşmesini sağlamıştı. Eğer hem hücum pres yapıp hem de pas bağlantıları kesilebilirse, bu kez Cristian Baroni oyundan düşürülebilir ve Sow ile Kuyt ileride yalnızlıklarıyla başbaşa bırakılır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. Bu aslında önemli bir nokta. Fenerbahçe, hücumda inanılmaz derecede sıkıntılı duruma düştüğü maçlarda oyunun kilidini açma noktasında oldukça zorlanıyor. Alex'in gidişi ile beraber sekteye uğrayan duran top organizasyonları, kilitlenen maçları açma noktasında Fenerbahçe'ye avantaj sağlamıyor. Ortaya çıkan bu sıkıntıyı uzaktan çektikleri şutlarla aşmaya çalıştıklarını gördük bu sezon. Özellikle Baroni ve Meireles'in uzaktan çekmiş olduğu şutlar, hücumda yokları oynadıklar bir karşılaşmada dahi öne geçmelerine olanak sağlayabiliyor. Özellikle işin bu kısmında da Melo ile Selçuk'a büyük yük düşecek. Galatasaray eğer orta sahayı ele geçirebilirse, maçı da büyük ihtimal ile kazanacak.






1 Aralık 2012 Cumartesi

Galatasaray: 1-1 :Gaziantepspor



Lafı eveleyip gevelemenin manası yok. Futbolun basit bir kuralı var: Şut atmazsan maç kazanamazsın.

Galatasaraylı oyuncular, ki dün de bunu defalarca gördük, ceza sahasına kadar gelip yan pas, geri pas yapıyor. Takımda şut çekmeyi akıl eden bir tek Hamit var. Zaten, genelde Hamit'in çektiği şutlarda takım tehlike yaratıyor, iç sahada oynuyorsak taraftar ivme yakalıyor ve maçın içerisine giriyor. Ancak, Hamit dışındaki oyuncular şut çekmek için şut çektiklerinden, genellikle başarısız oluyor.

Galatasaray, hücumda pasif kaldığı her dakika rakibini oyunun içine biraz daha çekiyor. Her boş dönülen hücum rakibin direncini biraz daha arttırıyor. Zaman daraldıkça Galatasaray, gol bulmak için tüm hatlarıyla rakibinin üzerine gidiyor ve geride rakibe boş alan bırakıyor. Hal böyle olunca rakipler de bir şekilde golü buluyor.

Fatih Terim, hemen her maçtan sonra ''pozisyon vermeden gol yedik'' diyor. Eğer, Galatasaray rakiplerini bu denli oyunun içerisinde tutarsa, ki burada Anadolu takımları ile oynadığı maçları kastediyorum, enteresan bir şekilde gol yeme ihtimali çok yüksek olur. Nitekim gol de geliyor zaten. Ancak, bir takım her maçtan sonra pozisyon vermeden gol yiyorsa orada sıkıntı vardır. Daha doğrusu, bu şekilde yenen golleri iyi analiz etmek gerekir.

Bunun bence en önemli nedeni yukarıda bahsettiğim sebepler. Yani, rakibi sürekli oyunun içinde tutmak ve her geçen dakika dirençlerini arttırarak ''biz bu işi başarabiliriz'' psikolojisiyle hareket etmelerine olanak sağlamak.

Daha önce yazmış olduğum yazılardan birinde, oyunun kilidini açmak için gerekli olan üç şeyden bahsetmiştim. Tekrar etmek gerekirse; hızlı paslaşmak, duran topları etkili kullanmak, bire-birlerde adam eksilterek sonuca ulaşmak. Galatasaray, ne hızlı oynamayı başarabiliyor, ne adam eksilterek gol bulabiliyor ne de duran topları etkili kullanabiliyor. Bir de bunlara bugün bahsettiğim kaleye şut çekmeme olayı eklenince ortaya hücum anlamında kötü bir tablo çıkıyor. Nasıl ki savunma hücumdan başlıyorsa, hücumdaki etkisizlik de savunmayı etkiliyor.

Tek forvetli sisteme geçmek faydalı olabilir mi, bilemiyorum. Elazığ maçında 4-5-1'e dönerek, hem de skor berabereyken, maçı almış bir Galatasaray var. Hoca da basın toplantısında sistem değişikliği olabileceğinin sinyallerini vermiş. Stattan eve gelince maçın tekrarına bakma fırsatı buldum. Selçuk, maçın son dakikasında kullanmış olduğu o rezil serbest atıştan sonra kenara dönüp ''yoruldum hocam'' demiş.  Orta sahayı bir fazlalaştırmak bir manada Selçuk'un da rahatlaması anlamına gelebilir.

Galatasaray, kendinden güçsüz takımlara karşı kafasında maçı kolay lokma olarak görüyor ve konsantrasyon eksikliği çekerek puan kayıpları yapıyor. Buna Braga maçını da örnek verebiliriz. İç sahadaki ilk Şampiyonlar Ligi maçıydı ve galibiyeti garanti olarak görmüştü herkes. Ancak işlerin hiç de öyle olmadığının farkına varılmasıyla birlikte Galatasaraylı oyuncular silkelenip kendilerine geldi ve akabinde oynadıkları 3 maçta 7 puanı hanesine yazdırdı. Çok yüksek bir ihtimalle, Portekiz'deki Braga maçından sonra Galatasaraylı oyuncular buna benzer bir durumu ligde de yaşayıp,  lige ağırlığını koymaya başlayacak. Bu zamana kadar yapılan puan kayıplarının belki de tek kötü yanı; ligi koparabilecekken rakipleri lige ortak etmiş olmamız, fazlası değil.


24 Kasım 2012 Cumartesi

Elazığspor: 0-1 :Galatasaray


''Çift forvet oynarken tek forvete dönmemiz, hücumdan vazgeçtiğimiz anlamına gelmez''

Hangi maç olduğunu hatırlamıyorum ancak Fatih Terim'in bu açıklaması net bir şekilde aklımda.

Maçın kaderini değiştiren olay, Fatih Terim'in oyun sistemini 4-5-1'e çevirmesiydi. Bu, daha önceden görmeye alışkın olduğumuz bir hamle değildi. Genelde, skoru korumak ve oyunun kontrolünü ele geçirmek için tek forvete döner, herhangi bir sıkıntı oluşması durumunda da kenarda sakladığı forveti oyuna alır yine 4-4-2 taktiğiyle gol arardı Fatih Terim.

Fakat Elazığspor maçında bunu yapmadı Hoca. İlk yarıda durgun, oyuna hükmedemeyen, pozisyon bulmakta zorlanan bir Galatasaray vardı. Kanatlar etkisiz, forvet oyuncuları pres yapmaktan uzak bir görüntü içerisindeydi. İkinci yarıya Elmander - Aydın değişikliği ile başladı takım. Söylediğim gibi, alışkın olmadığımız bir durumdu bu. Sadece biz değil, rakipler de bu duruma pek alışkın değildi. Galatasaray'a karşı oynayan rakiplere nazaran, Elazığ takımı çift forvet ile sahadaydı. Galatasaray'ın orta sahayı bir fazlalaştırması oyunun kontrolünü eline almasını sağladı. Elazığ çift forvet oynadığı için, Galatasaray orta sahasını geçen toplar çok ciddi tehlikelere sebep olmuştu ilk yarıda. Bu taktiksel değişiklik ile Galatasaray, rakibinin tehlikeli olma oranını oldukça azalttı. Buna ek olarak da, çok net pozisyonlar bulmaya başladı.

Bu sistem değişikliğinin gol getirmesi Hoca'nın elini de fazlasıyla rahatlattı. İstediği şekilde oyuna hükmedebiliyordu artık Galatasaray. Fakat, bu tarz maçları ''resmen'' bitirebilmek için farkı mutlaka ikiye çıkartmanız gerekiyor. Galatasaray bunu yapamadı. Aslında, Galatasaray'ın temel problemi bu. Fatih Terim maçlardan sonra genelde ''Avrupa Kupası maçlarından sonra oynadığımız lig maçları zor geçiyor'' der. Bu sözü bu şekilde okumakta fayda var. Bazı maçlara cidden konsantre olamayabilir futbolcular, bu çok doğal. Ancak her Avrupa Kupası maçından sonra bu olmaz, oluyorsa sorunu başka yerlerde aramakta fayda var.

Galatasaray bugün de temel sorununa yenik düştü, maçı koparamadı. Bu tarz durumlarda iki şey ön plana çıkar:

1) Ya takım savunmanıza çok güvenip, amiyane tabirle, 1-0'ın üzerine yatarsınız. (Ki, Galatasaray'ın bu konuda ciddi sıkıntıları olduğunu biliyoruz.)

2) Ya da, daha kontrollü bir şekilde hücum ederek farkı arttırmayı denersiniz.

Galatasaray, Elazığ'a karşı ikinci yolu denedi ancak başaramadı. Eline çok net fırsatlar geçmesine rağmen bunu yapamadı. Bu, az daha çok ciddi sıkıntılar doğuracaktı fakat imdada Melo yetişti.

Manchester maçında golün geldiği kornerden önce yapmış olduğu kafa vuruşu ve hemen akabinde gelen hareketleriyle taraftarı gaza getirmesi, belki de maçı getirmişti. Bu kez ise daha önce çok fazla tecrübe etmediği şekilde takımına üç puanı kazandırdı Brezilyalı.

Fatih Terim, ''iyi dans ediyor diye bir futbolcuya yüksek miktarda maaş vermez Galatasaray'' demişti. Ne demek istediğini son iki maçta çok net bir şekilde anlamış olmalıyız artık. Melo'nun yeniden eski formunu yakalamış olması bu takımın geleceği açısından fazlasıyla önemliydi. Öngörüm, devre arasındaki hazırlık kampında Melo'nun eski haline döneceği şeklindeydi. Dolayısıyla, eski performansına şu an ulaşması benim için sürpriz oldu.

Sanırım, Melo ile Galatasaray taraftarı arasında öncekinden de daha güçlü bir bağ oluştu bu gece...

28 Ekim 2012 Pazar

Galatasaray: 3-0 :Kayserispor


Galatasaray'ın hafta arasında çok ağır bir zeminde Şampiyonlar Ligi maçı oynamış olması, Kayserispor maçını görünenden biraz daha zor bir maç haline getirmişti. Zemin nasıl olacaktı, oyuncuların zihinsel ve bedensel yorgunlukları sahaya nasıl yansıyacaktı? Aklımızda bir sürü soru işareti ile izlemeye koyulduğumuz maç, sorunsuz bitti.

Galatasaray'ın sezon başından beri yaşadığı problem, takım savunmasındaki sıkıntıyı bir kenara koyarsak, aslında belliydi. Belki rakip kaleye golleri üçer üçer atıyorduk lakin bir şeyler eksik gibiydi. Bunun da temel sebebi merkez orta sahada yaşadığımız sıkıntıydı. Selçuk'un sorumluluk almayıp skora direkt katkı yapmadan geçirdiği haftalara Melo'nun formsuzluğu eklenince bir müddet sıkıntı yaşadık. Dün itibariyle Yekta'nın rotasyona dahil olması ve muazzam bir performans sergilemesi, üzerimizdeki ölü toprağı atmamızda önemli rol oynadı.

Peki Yekta ne yaptı da herkesin takdirini topladı?

Öncelikle şunu söylemek lazım, Yekta haftalardır Selçuk'un yapmadığını yaptı yani sorumluluk aldı. Sadece yan pas, geri pas yaparak basit oynamayı değil, dikine ara pasları atarak adam kaçırmayı, enine uzun paslar atarak da atağın yönünü değiştirmeyi başardı. Bu da Galatasaray'ın hücuma kalkarkan inanılmaz derecede rahatlamasını sağladı. Oysa, geçen sene bunları takımda yapan isim Selçuk'tu. Bu sene Selçuk'u eleştirmemizdeki temel neden de işte bu bahsettiğimiz şeyleri yapmayıp daha basit oynamayı tercih etmesiydi. Yekta'nın bu pozitif futboluna Selçuk'un skora direkt etki eden pas ve serbest vuruşları da eklenince oyun erken koptu.

Şu şekilde de özetleyebiliriz aslında oyunu: Yekta'nın takıma getirmiş olduğu dinamizm, hem takımı rahatlattı hem de Selçuk'u kendine getirdi.

Galatasaray'da merkez orta saha düzelince çarkın diğer dişlileri de standartın üstünde verim vermeye başladı. Haftalardır dökülen Eboue bile, geçen sezon bolca gördüğümüz fakat bu sene fazlasıyla özlem duyduğumuz şekilde, hücuma katıldı, pozisyonların içerisinde aktif rol oynadı. Tüm bunlara ek olarak, Hakan Balta'nın yerine forma şansı bulan Riera'nın hücuma getirmiş olduğu akıcılık, geçen sezondan fakrlı olarak bir kişi daha fazla hücumda var olmamızı sağladı. Hakan Balta belli bir standartı olan bir oyuncuydu fakat hücuma yeteri kadar destek veremiyordu. Her ne kadar işin savunma kısmında hala büyük eksikleri olsa da, Riera'nın sol bek oynarken hücumda bindirmelere katılıp, ataklarda rol oynaması Galatasaray adına büyük bir artıydı.

Sırf bonservis fiyatına ödenen paradan ötürü haftalardır üzerine gidilen Amrabat'ın iki maçtır ortaya koyduğu performans memnuniyet verici. Her geçen hafta takıma ve takımın oyun şablonuna biraz daha alışıyor ve Galatasaray'ın hücumda fazlasıyla ihtiyaç duyduğu ''yaratıcı oyuncu eksikliği''ni gidermek için çok çabalıyor. Bu çıkışına rağmen Amrabat'ın sezon başı hazırlık kampını kaçırdığını ve taktiksel anlamda hala çok büyük eksiklikleri olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Cris'in çok başarılı oynamasına rağmen işin savunma kısmında sıkıntılar bitmiş değil. Özellikle, yapılan basit hatalar Galatasaray'ın canını dün gece de yakabilirdi. Tek tesellimiz, Cris'in etkili oyunu ve savunmadaki liderliği ele alır görüntüsüydü.

Haftalardır sırtımızda bir kambur olarak duran ''galibiyet alamama'' stresini üzerimizden atmak önemliydi. Bundan sonra kritik bir viraja gireceğiz. Üç maç üst üste deplasmanda olacağız (İbb, Cluj, Mersin). Bu virajı eğer hasarsız geçebilirsek hem lig hem de Avrupa'da önemli bir avantaj yakalamış oluruz.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray: 1-1 :Cluj


Eskiler hep anlatırdı 92 yılında oynanan Galatasaray - Bremen maçını... Biraz ilerideki İnönü'de hava günlük güneşlikken Ali Sami Yen'in karlarla kaplı oluşunu nasıl izah edebileceğimiz bize soruluyordu. Dünkü maçta yaşanan hava olayının sadece Türk Telekom Arena'ya özgü oluşunu izah edemediğimiz gibi, onu da edemezdik. Artık bizim de ileriki nesillere anlatabileceğimiz bir Bremen maçımız var. Aradaki tek fark rakibin ismi. Bu seferkinin adı; CFR Cluj...

Maçtan saatler önce yağmaya başlayan ve hiç ara vermeden devam eden yağmur, saha zeminini berbat etmeye yetip de artmıştı bile. Özellikle Clujlu oyuncuların ısındığı bölüm çamur deryasına dönmüştü. Maç öncesi bu manzaraya gözleri takılan her kim olursa olsun, tehlikenin kısmen de olsa farkına varmıştı.

Farklı bir inanmışlık vardı tribünde. Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk üç puanın geleceğine dair ciddi bir inanç söz konusuydu. Oyuncuların sahada gösterdiği reaksiyonda bununla doğru orantılıydı. Ama Galatasaray sadece rakiple mücadele etmiyordu. Bu durum da, bizim teknik - taktik analiz yapabilmemizi imkansız hale getiriyordu. O stattan üç puan ile ayrılacaksak bu zamana kadar denemediğimiz bir şeyleri denememiz lazımdı. Maç 0-0 iken bile böyle bir ortamda golü nasıl atacağımızı düşünürken bu esnada Cluj'un nadir kaleye gelişlerinden birinde golü bulması tüm moralimizi yerle bir etti. Bundan sonrası artık Galatasaray için çok daha zordu.

Maç boyunca aklımda hep Mehmet Demirkol'un söylediği o söz vardı: ''Galatasaraylılar unutmasın, tarih Milan maçının son dört dakikasında değişti.'' Bu bilinçle, umutsuzluğa pek de fazla kapılmadan, hava şartlarına isyan ederek, takımı desteklemeye devam ettim/k.

Tabi maçın kaderini büyük ölçüde etkileyen olay, rakibin bir kişi eksilmesi ve akabinde kaçan penaltıydı. Biraz dikkatli bakarsanız Melo'nun geçen sezon attığı penaltı gollerine, yere yakın şekilde topa vurarak penaltıyı kullandığını görürsünüz. Topu çok yukarılardan köşeye göndermeyi denediği belki de tek maç bu sene başında hazırlık maçında karşılaştığımız Eyüp maçıydı. Orda da penaltıyı kaçırmıştı zaten.

İkinci yarı diğer kaleye hücum edecek olmak Galatasaray adına bir avantajdı zira diğer kalenin önü, ilk yarıda atak yaptığımız kalenin önüne göre çok daha iyi durumdaydı.

İkinci yarıda bambaşka bir Galatasaray vardı sahada. Stoperler bile oyunun çok büyük bir bölümünü rakip yarı sahada geçirdi. İkinci yarının başlarında şuursuzca içeri topu doldurarak gol aradık. Ataklarımızın biraz daha biliçli olmaya başladığı an ise Amrabat'ın kanat değiştirdiği dakikaya denk geliyordu. Sağda Amrabat, solda Emre (iki ters ayaklı oyuncu) zeminin kısmen kuru olan bölgelerini kullanarak rakibi ciddi anlamda bunalttı. Onca çabanın karşılığı olarak Burak'ın golü geldi zaten. Her ne kadar teselliden öteye gitmese de...

Sabri'nin oyuna girişi Galatasaray'a dinamizm kazandırdı. Haftalardır dökülen Eboue'nin kenara alınması doğruydu. Eboue'nin tek başına oyundan çaldığı süreler 5 dakikayı bulur muhtemelen. Pek verimli olmayan fakat oldukça uzun süren taçları Galatasaray için değil, rakipler için avantaj.

Netice itibariyle, Galatasaray dün belki ikinci yarıda sergilemiş olduğu mücadele ve kazanma azmi ile Cluj'u alt etti ancak hava şartlarını geçemedi. Mustafa Denizli zamanında demiş ya hani ilk Bremen maçı sonrası; '' gökten ateş de yağsa biz bu Bremen'i 1-0 yeneriz'' diye, Galatasaray da normal şartlarda oynansa defalarca yeneceği Cluj'u, ateş değil yağmur damlalarının çok seri şekilde düşmesi sebebiyle yenemedi. Elimizde hala umutlu olmak için pek çok sebep var. Daha önce imkansızı başarmış, yaşamış insanların da umutsuz olmaya hakkı yok zaten.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Gençlerbirliği: 3-3 :Galatasaray


Bir problemi çözebilmek için önce sorunu teşhiş etmeniz gerekir. Peki, Galatasaray'daki problem nerede ve üst üste gelen puan kayıplarının sebebi ne? Bugün kendimce bu sorulara cevap arayacağım.

Galatasaray'ın hem hücumda hem de savunmada belli başlı problemleri var, bu bir gerçek. Ancak, savunmada yaşadığı sorunlar, hücumda yaşadığı sorunlardan çok çok daha fazla ve can sıkıcı.

Galatasaray'ın bu sene yaşamış olduğu en büyük problem şu: Takım halinde savunma yapamama.

Tek başına bu sorunun varlığı bile geçen seneki Galatasaray ile bu seneki Galatasaray arasındaki farkı anlamamız için yeterli.

Galatasaray, bu sezon gerçekten çok kaliteli bir kadroya sahip. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tam manasıyla bir takım kimliğine bürünmüş değiller. Dağınık bir futbol var sahada ve bu da skora ciddi şekilde yansıyor.

Galatasaray sezon başından beri hemen her maçta rakiplerine ciddi pozisyonlar verdi ve basit goller yedi. Bunların bazıları bahsettiğimiz takım savunmasıyla alakalıydı, bazıları ise bireysel hata kaynaklıydı. Galatasaray'ın takım savunmasının oturmamasında belli başlı bazı sebepler var.

Birincisi, stoper mevkisinde Hoca'nın sürekli rotasyona gitmesi.

Anlaşılan o ki, Ujfalusi'nin sakatlığı Hoca'nın bütün planlarını alt üst etmiş. Savunmada liderliği kime vereceğine bir türlü karar veremiyor ve sürekli bir arayış içerisinde. Tecrübesi nedeniyle, Ujfalusi dönene kadar, saha içi liderliği yapması için Cris'i aldı fakat ondan da istenilen verim alınamayınca yeniden Semih - Dany ikilisine döndü. Ancak bu ikili sürekli yan yana oynamadıkları için saha içinde zaman zaman koordinasyon sıkıntısı çekiyorlar ve rakibe göbekten kolay pozisyon veriyorlar. Özellikle yenilen basit çalımlar, savunmanın kolay delinmesine sebep oluyor.

İkincisi, geçen seneki omurganın zarara uğraması.

Bunu şu şekilde ifade edebiliriz. Geçen sezon Galatasaray'ın omurgasını oluşturan isimleri şöyle bir sıralayalım; Muslera - Ujfalusi - Melo - Elmander. Bu sezon Ujfalusi sakatlandı ve uzun süredir yok. Melo, formsuz. Elmander rotasyona uğradı. Haliyle, yeni bir omurga oluştu ve biz şu an bu omurganın kusursuz çalışmasını bekliyoruz. Her ne kadar yapılan transferlerden sonra Elmander'i biraz ikinci plana atmış olsak da şu gerçeği sanırım hepimiz gördük: Elmander, bu takımın en değerli oyuncularının başında geliyor. O, bir forvetten ziyade orta sahanın göbeğini üçleyen de bir oyuncuydu. Çift forvet oynadığımız için, Elmander'in orta sahaya yardıma gelmesi üçlü orta saha gibi oynamamızı sağlıyordu. Bu durum da, orta saha oyuncularımızın rahat hareket etmesine olanak tanıyordu. Bu sezon ise Elmander'in sıkça rotasyona girmesi bu durumu sekteye uğrattı.

Genelden biraz daha özele inerek bugünkü maça geleyim. Çıkan kadro, Selçuk - Emre ve Umut - Burak değişiklikleri dışında, ideale yakın bir kadroydu. Burak'ın geçen sezon göstermiş olduğu olağanüstü performans kadro kurarken hepimizin kafasının karışmasına sebep oluyor. Burak çok önemli bir golcü fakat takım oturana kadar kendisinden biraz feragat etmemiz gerekebilir. Nasıl? Şöyle, Elmander ve Umut birlikte oynadıkları vakit rakip savunmaları ciddi anlamda yıpratıyorlar. Burak gibi fizikli, aralara kaçan, fırsatçı bir oyuncunun sonradan oyuna dahil olması rakipler adına ne kadar büyük bir tehlikeyse Galatasaray adına da o kadar büyük bir şans. Bir süre Burak'ı böyle kullanmayı deneyebiliriz.

Bunun yanı sıra, Amrabat bonservis ücretinin altında ezilme tehlikesi ile karşı karşıya. Galatasaray, ilk yarı boyunca bırakın top oynamayı, mücadele dahi etmedi. Gençlerbirliği sadece mücadele ederek Galatasaray'ın karşısında durmayı başardı. İkinci yarı ise en az rakibi kadar mücadele etmesi gerektiği gerçeğini aklına getiren Galatasaray, farkını ortaya koydu. Hem ilk yarıda hem de ikinci yarıda maçı tek başına değiştirebilecek belki de tek adam vardı: Amrabat. Kötü de oynasa, Amrabat rakipler için potansiyel bir tehlike. Nitekim, Galatasaray'ın bulduğu ilk golde ortayı kesen isim de kendisiydi. Skorun kısa süre içerisinde Galatasaray lehine dönmesinde önemli bir pay sahibiydi. Çünkü oyuna dinamizm getirdi ve Galatasaray'ın temposunu yükseltti. Galatasaray'ın takım savunması oturmadığı için, 2-1'den sonra orta sahaya ekstra bir oyuncu almak pek fazla bir şey değiştirmeyecekti. Çünkü orta sahada rakipten bir kalabalık olmak oyunun kontrolünü ele alacağınız anlamına gelmez. Gerçekten savunma yönü kuvvetli bir takımsanız bu size artı sağlar.

Dağınık oynayarak bir şeyler yapmaya çalıştı Galatasaray bugüne kadar. Bu dağınıklık, Türkiye Ligi'nin kalitesizliğinden ötürü ülke sınırları içerisinde çok fazla kendini belli etmedi. Ne zamanki Avrupa Arenası'na çıkıldı, o zaman Galatasaray'ın defosu da belirdi. Fazla değil biraz akıllı hücum eden Braga, Galatasaray'ı yenmeyi başardı. Teknik heyet sıkıntının farkında, bu güzel ancak hem taraftarın, hem teknik heyetin hem de futbolcuların mental anlamda daha fazla yıpranmaması için bir galibiyet şart. Önümüzde bir Cluj sınavı var. Galatasaray'ın Avrupa'daki kaderini belirleyecek maç. Eğer, ihtiyaç duyulan galibiyet bu maçta alınabilirse psikolojik üstünlük yeniden Galatasaray'a geçer. Bu durum da sorunların daha çabuk aşılmasını sağlar.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Galatasaray: 1-1 :Eskişehir


Galatasaray'ın son iki maçında oynadığı rakipler, Orduspor ve Braga, birbirinin kopyası oyun anlayışlarına sahip ekiplerdi. Takım boyları çok kısa olan, rakibine boş alan bırakmayı sevmeyen ve kontra atak ile hücuma çıkmayı düşünce haline getirmiş...

Eskişehirspor ise bu ekiplerden çok daha farklıydı. Galatasaray'ın bugünkü puan kaybını son iki maçtaki rakip takım anlayışına bağlamak kesinlikle doğru değil.

Daha önce de söylediğim gibi, özellikle stoper mevkisinde rotasyona gitmeyi çok sağlıklı bulmuyorum. Sürekli değişen tandem oyuncuları savunma istikrarının sağlanmamasına neden olurken, takımın kolay gol yemesine sebebiyet veriyor. İşin en kötü tarafı ise Fatih Terim bunun hala farkında değil. O, işin daha çok rotasyon kısmında. Ancak fazla rotasyon da bu takıma zarar verir. Bu olay hakkında Fatih Hoca ile tamamen farklı düşüncelerdeyim.

Galatasaray, ilk golü bulana kadar çok vasat bir futbol oynadı. Yine temposuz, hücumda etkisiz kısaca sıkıcı bir futbol sergiledi. Gelen gol ile beraber Galatasaray çok daha iyi hücum yapmaya başladı. Bunda şüphesiz ki Amrabat'ın oyuna girişi etkili oldu. Yazının başında da belirttiğim gibi, Eskişehirspor Galatasaray'ın son iki maçında karşılaştığı rakiplerden daha farklı bir futbol anlayışına sahip. Takım halinde kendi yarı sahasına çekilip savunma yapabilen bir ekip değil. Dolayısıyla Amrabat gibi yaratıcı bir oyuncu ile rakip kalede çok daha tehlikeli olunması bir tesadüf olarak değerlendirilmemeli. Galatasaray'ın 1-0'dan sonra eleştirilebilecek belki de tek yanı, farkı daha da arttıramamasıydı.

Golün hemen ardından hocanın Yekta hamlesi önemliydi. Bu hamle takıma ''kontrollü oynayın'' mesajı veriyordu. Nitekim, bu hamleden sonra ortaya çok daha iyi futbol oynayan bir Galatasaray çıktı. Zaten maç boyunca kalesinde çok fazla tehlike vermedi takım. Eskişehirspor'un gol bulabilmesi için bireysel bir hataya ihtiyaç vardı. Tam da bu dakikada ortaya son haftaların formsuz ismi Selçuk çıktı. Yenilen goldeki hatalar zinciri onunla başladı. Yapılan gereksiz bir top kaybı Eskişehirspor'un golü ile sonuçlandı. Yine aynı noktaya geleceğim, takım savunmasıyla oynamak bu tarz gollerin yenmesine sebebiyet veriyor malesef. Gerek Braga maçında yediğimiz gol, gerekse de Eskişehir'in bulduğu gol kopya gollerdi. Muslera topu kurtardı, hem de defalarca kurtardı, seken topu Galatasaraylılar uzaklaştıramadı, rakip golü attı. Oysa birbirini tanıyan savunma oyuncuları bir arada oynasaydı eğer, kaleciden dönen toplar bu denli sıkıntı yaratmazdı.

Tabi şunu da unutmamak lazım, geçen sene Galatasaray'ın omurgasını oluşturan dört isim Muslera, Uujfalusi, Melo ve Elmander'di. Bugünkü karşılaşmaya baktığımızda sahada sadece Melo ve Muslera vardı. Muslera şahane oynarken, Melo dökülüyordu. Bu maçın özelinden çıkıp genele döndüğümüzde ise, omurga ile gereğinden fazla oynandığı gerçeğini görüyoruz. Umut olsun, Burak olsun bunlar önemli oyuncular fakat Elmander'in kesik yemesi için ( onun görevini yapacak adamın Umut olduğunu varsayarak söylüyorum bunu) Umut'un takım ile daha fazla haşır neşir olması gerekiyor. Bir anda takımın omurgasıyla bu denli oynanırsa haliyle bu durum sıkıntı yaratır. Elmander yaşı gereği her sene performans olarak düşüş yaşabilir, bu doğaldır. Hatta zaman zaman kesik de yemesi gerekir ama geçiş dönemini atlatmadan bunun gerçekleşmesinin takıma zarar verdiğini sanırım hepimizin kabul etmesi gerekir. Çünkü hepimiz, zaman zaman, Elmander'in artık yedeğe çekilmesi gerektiği düşüncesine sahip olduk

Türkiye Ligi'nde maçlar bir şekilde kazanılır. Bugün bile Eskişehir'in doğru düzgün pozisyonu yok ama hedef Avrupa ise bu sıkıntılar orada çok fazla baş ağrıtır. Galatasaray'ın şu an için kaybettiği bir şey yok. Sadece ligi erken koparma fırsatını elinden kaçırdı, hepsi bu. Ceptekini bitirmeden toparlanmak, Galatasaray için en büyük amaç olmalı.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray: 0-2 :Braga


Aslında biz Braga maçındaki görüntüyü cuma günü, Ordu'da görmüştük. Takım halinde rakibi kendi yarı sahasında beklemek, savunmada açık vermemek ve hızlı şekilde kontra atağa çıkmak...

Braga ile Ordu arasındaki en temel fark, Braga'nın kalite olarak Ordu'dan bir iki gömlek daha üstün olmasıydı. Cuma ile salı arasındaki en belirgin fark buydu.

Braga'nın antrenörü Galatasaray'ın Ordu maçını izledikten sonra mı bu taktiğe döndü bilinmez, fakat gerçek olan şey şu ki; Galatasaray kapalı savunmaları açma konusunda oldukça zorlanıyor.

Kapalı savunmaları açmanın üç tane yolu vardır:

1) Bire birlerde etkili oyuncunuz varsa, onun adam eksiltmeleri sayesinde rakibinizi ekarte ederek, pozisyon bulmaya çalışırsınız. (Braga maçında bunu yapabilecek adam Amrabat'tı fakat Faslı oyuncu bunu çok fazla denemedi. O da sürekli pas trafiğine katıldı ve asıl yapması gereken iş olan adam eksiltmeyi ilk planda aklına getirmedi. Oysa, birkaç kez bunu denedi ve rakip ceza alanına etkili olabilecek ortalar yaptı)

2) Duran toplarda etkili olarak rakibin direncini kırarsınız. (Galatasaray bunu da yapamadı. Hem Selçuk hem de Emre Çolak, ceza alanına kestikleri toplarla rakibi fazla tehdit edemediler. Oysa, geçen sene Galatasaray'ın en büyük silahlarından biri duran toplardı, özellikle de Selçuk'un direkt kaleye kullandığı frikikler. )

3)Hızlı pas yaparak rakibi çözmeye çalışırsınız.

İşte bu maddenin üzerinde durmak lazım. Geçen sezondan itibaren Galatasaray'da eleştirdiğim en önemli eksiklerden biri hızlı oyunun bir türlü sergilenememesiydi. Oysa Galatasaray hızlı oynamayı başarabilse, çok tehlikeli bir takım haline dönüşebilir. Hızlı oyun sonucu bulunan gol diyince, benin aklıma direkt olarak geçen seneki Ankaragücü maçı geliyor. Galatasaray o maçta Engin'in savunmadan aldığı topu hızlıca rakip sahaya taşıması sonucu kontra ataktan gol bulmuştu. Galatasaray, hızlı oynamayı alışkanlık haline getirebilirse eğer, sadece kontra ataklarda değil kendisine karşı kapanan takımlarla oynadığı maçlarda da skor bulabilir.

Galatasaray dün sürekli kapanan Braga savunmasını delmeyi denedi. Bunu da pas yoluyla yapmayı tercih etti fakat o kadar yavaş top çevrildi ki, bu Braga'nın işine geldi. Aynı şey esasında Manchester maçında da olmuştu. Uzatma dakikalarında Manchester alan savunmasına dönmüş, topu da Galatasaray'a vermişti. Galatasaray o gün belki oyunun son dört dakikasını Manchester yarı sahasında geçirdi fakat sadece yan pas geri pas yapabildi. Bu da aslında Manchester'ın işine geldi. Manchester kalesinde ciddi bir tehlike yaşamadan maçı bitirdi.

Maç öncesi Braga teknik direktörü Galatasaray'a karşı beraberlik için oynamayacağız demişti, Esasında bu yorum, maçtan önce galibiyete olan inancımın artmasına sebep olmuştu. Çünkü, bir takım Arena'da Galatasaray'a karşı açık futbol oynamayı tercih ederse sonunun hüsran olacağını düşünüyorum.

Ama Braga, antrenörünün söylediği gibi galibiyet için sahada yer almadı. Asıl amaç beraberlikti, kontradan bir gol bulabilirlerse onlar için büyük başarıydı. Nitekim bu planı da çok iyi uyguladılar. Galatasaray'ı önce durdurdular, sonra da vurdular. Bu tarz takımlara karşı skor olarak geriye düşerseniz, galip gelme şansınız çok azalır. Zaten savunma mantalitesiyle sahada yer alan takım bir de golü bulunca, açık verme şansı neredeyse sıfıra yaklaşıyor. Buna rağmen, Galatasaray çok tehlikeli olmasa da pozisyonlar bulmayı başardı rakip kalede. O pozisyonlardan birini değerlendirmeyi başarabilmiş olsa, oyunun seyri farklı bir hal alabilirdi.

Açıkçası Şampiyonlar Ligi arenasında bu denli zorlanacağımızı, itiraf etmem gerekirse, beklemiyordum. Arena'daki Manchester maçını liderlik maçı olarak hayal etmiştim, ama olmadı. Şansımız zayıflamış olsa da, bitmedi. Galatasaray'ın son sözünü henüz söylediğini düşünmüyorum. Şampiyonlar Ligi bizim için Cluj maçı ile yeniden başlayacak. Şampiyonlar Ligi'nde ilk iki maçını kaybedip gruptan çıkmayı başaran takım geçen sene olmamış, üçüncü olarak çıkmayı da bir tek Olimpiakos başarmış. Tarih yazmak her zaman zordu, hiçbir zaman kolay olmadı. Bu kez de kolay olmayacak...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Alex'in Gidişi


Ben genelde bu blogda rakip takımlar ile ilgili değerlendirmelerde bulunmam. Galatasaray ağırlıklı yazılar yazıp, kendimce analizler yaparım. Zaten rakipleri yazsam da, yazıların içeriğinden çok onlar üzerindeki düşüncelerimden ötürü hakaret, küfür vs yerim.

Özellikle 3 Temmuz'da başlayan şike soruşturmasından sonra özel hayatımda dahi rakip takımların futboluyla ilgili detaylı analizler yapmamaya başladım. Çünkü ben, Fenerbahçe'nin 2010-11 sezonunda şike yaptığını düşünüyorum ve bu bağlamda hakettiği cezayı almadığına inanıyorum. Bu ligde olmaması gereken bir takımın da maçlarına yorum yapmak, kendimi kandırmak gibi geliyor bana. Bu sebepten ötürü de rakip takımlar ile ilgili analizleri minimumda tutuyorum. Hatta çok yakın arkadaşım olan bazı Fenerbahçeliler'de benim blogumu takip etmez. Az önce de söylediğim gibi, şike davasında çok uç noktalardayız ve böyle bir ortamda çok sağlıklı futbol konuşmamız pek mümkün değil. Doğruluğuna inandığım şeyi sonuna kadar savunurum, ama futbol uğruna da arkadaş harcamam. Yani, ben Fenerbahçe'ye her türlü muhalefeti çok sert şekilde yaparım onlar da çoğu zaman Galatasaray'a sallar ama arkadaşlığımıza zarar gelmesine izin vermem.

Her neyse, böyle bir girişten sonra konuya dönelim.

Yıllardır Fenerbahçe'de birçok futbolcu forma giydi. Tabi ki bir Galatasaraylı olarak herhangi birini sevmem mümkün değil, hatta içlerinde Lugano olsun, Tuncay olsun, Volkan olsun inanılmaz boyutlarda nefret ettiğim futbolcular da var. Ama son sekiz yıl içerisinde, her ne kadar zorla Hagi ile kıyaslanmaya çalışılsa da, Alex'e büyük saygı duydum. Her ne kadar ilk geldiği senelerde attığı gollerin yanı sıra kendini yere bırakmalarına çok kıl olsam da, seneler ilerledikçe hem kendi olgunlaştı hem de futbolunu çok olgunlaştırdı. Fizik olarak gerilemeye başladıktan sonra da zekasıyla çok maç kurtardığı olmuştur. Futbol bilgisi çok yüksek, akıllı bir oyuncuydu Alex. Maç sonrası söyledikleri, sonraki haftalarda oynayacağı rakipler hakkında yaptığı analizler değerliydi nazarımda. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Alex, Fenerbahçe'de bu zamana kadar saygı duyduğum ilk ve tek oyuncu olarak kalacak.

Şike yaparak camiasına asırlarca unutulmayacak bir leke bırakanlar kulüpte dururken, Alex'in takımdan adeta yaka paça atılması tam manasıyla bir skandaldır.

Ben bir Galatasaraylı olarak bu duruma gerçekten çok üzüldüm. Alex, yaşı ne olursa olsun her zaman potansiyel bir tehlikeydi maçlarda. Fenerbahçe kısa vadede ne kadar büyük bir değer kaybettiğini anlamasa da, uzun vadede bugünkü gidişin etkilerini çok sert hissedecektir.

Ben bir Galatasaraylı ve aynı zamanda futbolsever olarak Alex'e teşekkür ediyorum. En basitinden gerçek manada bir ''adam'' olduğu için.

Yolu açık olsun...

28 Eylül 2012 Cuma

Orduspor: 2-0 :Galatasaray


Kısa süre zarfı içerisinde oynayacağımız en önemli iki maçtan birisiydi Orduspor maçı. Ligin sert takımı ve sert deplasmanlarından olması bir yana, Galatasaray'ın galibiyet serisini sürdürmesi açısından da önemli bir müsabakaydı.

Türkiye Ligi'nde Galatasaray'ın en büyük rakibi kendisi aslında. Alacağı sonuçlar ile oyuncuların konsantrasyonu arasında doğru orantı var, olmaya da devam edecek.

Orduspor, maçın başlamasıyla beraber oyun üstünlüğünü eline aldı, top Galatasaray'dayken de sürekli pres yaptı ve Galatasaraylı oyuncuların rahat top kullanmasını engelledi. Buna bir de ortada pozisyon yokken, bireysellik sonucu gelen muazzam gol eklenince Galatasaray için işler daha da zorlaştı. Zaten bu dakikadan sonra da tamamen kendi yarı sahasında oyunu kabul etti Orduspor. Hücum oyuncuları da orta saha çizgisinin oralardan ileriye kontra ataklar dışında pek çıkmadı. Hani televizyonlarda yorumcular sıkça kullanır ya ''takım boyu'' diye bir kelime, işte bugün Orduspor'un takım boyu çok kısaydı. Galatasaray'ı en uçtaki hücum oyuncuları ile en gerideki savunma oyuncuları arasına sıkıştırdılar ve belki de bu hamleleriyle maçı kazandılar.

Geçen sene de sıkça gördüğümüz üzere, Galatasaray'ın kanatlarında oynayan oyunculardan en az biri orta sahaya yardım etmek için Galatasaray oyun kurarken merkeze geliyor ve pas alışverisinde yardımda bulunuyor. Hoca da, Amrabat'ın henüz takıma uyum sağlayamadığını söylerken bunu kastediyordu muhtemelen. Bugün Amrabat'ı bu işleri yaparken gördük. Orta sahaya geldi, pas alışverişine girdi. Bunda ne kadar başarılı olup olmadığı tartışılır tabi ki ancak bu, takım sistemine yavaş yavaş da olsa uymaya başladığını gösterir. Zamanla bu uyumun üst seviyelere çıkacağı da aşikar.

Galatasaray her ne kadar ilk yarıda oyuna hükmetmeyi başaramasa da, kalesinde de çok pozisyon verdiğini söyleyemeyiz. Ancak buna rağmen savunma hattındaki oyuncuların sürekli değişmesinden rahatsız olduğumu söylemem gerekir. Bir maçta Dany, diğer maçta Cris bir diğer maçta Semih oynuyor bu da Galatasaray'ın savunmada yer alan oyuncularının bir uyum içerisinde olmasını engelliyor. Hoca, savunmada rotasyon yapmaktan ne zaman vazgeçecek bilmiyorum ama gerçekten neden böyle yaptığını çok merak ediyorum. Keşke bir gazetecinin aklına gelse de basın toplantısında sorsa. Öyle ya, gereksiz ne kadar soru varsa sorarlar ama asıl sorulması gerekenleri es geçerler. Bilerek değil, sormak akıllarına gelmediği için...

Galatasaray'ın yediği ikinci gol tam bir skandaldı bana göre. Golün günahını sadece Hakan Balta'ya yüklememek lazım zira o pozisyonda yer alan hem Cris hem Semih hem de Hakan bu golde eşit payda suçlular. Cris ağır kaldığı için, Semih çok basit bir çalım yiyerek rakibinin yüzünü kaleye döndürdüğü için, Hakan Balta da kademeye giremediği için bu golde birinci dereceden suçlular.

Birkaç maçtır futbol şansının da Galatasaray'ın yanında olmadığını görüyoruz. Bu bir bahane değil ama görmezden de gelemeyiz. Özellikle maçın ilk yarısında bir pozisyon vardı, Ordusporlu oyuncu ters bir vuruş yaptı top köşeye gidip gol olacakken İbrahim Kaş'ın suratına çarptı ve içeriye girmedi. Bu Galatasaray adına talihsizlik, Orduspor adına ise büyük bir şanstı. Tabi bir de Burak'ın kaçırdığı gol pozsiyonları var ki bu şanssızlık değil biraz beceriksizlik ve ciddiyetsizlik kaynaklıydı. Şike ve teşvik işlerine girmeden önce Ümit Karan (ki Galatasaray'da en sevmediğim oyuncuların başında gelirdi) jeneriklik goller atardı ama ortalamanın biraz altına düştüğü zaman çekilmez bir futbolcu olurdu. Çok dengesizdi. Burak'ta bana onu hatırlatıyor. Kötü oynadığı maçlarda gerçekten hiç çekilmiyor ve saç baş yolduruyor.

Hayırlı mağlubiyet diye bir kavram var, evet; fakat bazen de yanlışlarınızı görebilmeniz için kaybetmeniz gerekmez. Kaybetmek, sizin kamçılanmanız açısından önemlidir. Galatasaray'ın en önemli sorununun ''konsatre olamama'' olduğunu zaten Fatih Terim de biliyor ve bunu açıkça söylüyor. Fakat gördüğüm kadarıyla oyuncular bunu pek idrak edemiyor. Mağlubiyetin kamçılanma açısından bir faydası olabilir Galatasaray'a, o kadar. Yoksa kazanırken de eksiklerin Fatih Terim tarafından görüldüğünü tahmin ediyorum.

Salı günü ''tamam ya da devam'' niteliğinde bir maça çıkacak Galatasaray. Özellikle Cluj ve Braga'ya iç sahada puan kaptırmamak lazım. Braga, ilk maçı kendi sahasında kaybettiği için çok hırslı çıkacak Galatasaray'ın karşısına. Cluj maçına da aldanmamak lazım. Bence çok sürpriz bir galibiyetti Cluj'unki. Galatasaray, Braga'yı atlatmayı başarabilirse Cluj maçı çok daha kolay geçecektir. Galatasaray'ın Avrupa Arenası'nda farklı oynadığını yıllardır biliyorduk ancak Manchester maçında bir kez daha görme fırsatı bulduk. Braga maçında sahada çok farklı bir Galatasaray olacaktır. Başarıya aç, galibiyeti çok isteyen, istediğini de hem rakibe hem de taraftarlara belli eden... Sanırım bu isteğe taraftar desteği ve oyuncuların bireysel becerileri de eklenince, Galatasaray istediğini zor da olsa alacaktır.

20 Eylül 2012 Perşembe

Manchester United: 1-0 :Galatasaray



Galatasaraylı olmayan bazı kesimler maç öncesi bir endişe taşıdıklarından söz ediyorlardı. Neydi o?

''Galatasaray'ın kadro kalitesi Şampiyonlar Ligi seviyesi için yeterli olmayabilir''

Hani bir tanım vardır ya ''eleştirmek için eleştirmek'' diye. İşte bu, böyle bir söylemdi. Galatasaray'ın kadrosu oluşturulurken zaten Şampiyonlar Ligi seviyesi baz alındı. O seviyede faydalı olacak oyuncular takıma kazandırıldı. Sanırım bu eleştiriyi yapanlar, Galatasaray'ın o seviyede ''çatı çatır'' top oynayabileceğini de gördü dünkü maçtan sonra.

''Hoca acaba tek forvetle çıkar mı?'' diyenlerin aksine, Galatasaray çift forvet ile sahada yer alarak kendi sisteminden ödün vermedi. Hem de Manchester tek forvet ile sahadayken...

Oyunun kaderini belirleyen isim hiç şüphesiz Melo - Selçuk ikilisi oldu. Özellikle Melo'nun inanılmaz kötü oyunu Galatasaray'ı savunmadayken çok zor durumlara soktu. Orta sahada topla buluşan Manchesterlı oyuncular yaptıkları tek bir hareketle Melo'yu ekarte etmeyi başardılar. Özellikle ilk golde Melo'nun adamını kaçırması Galatasaray'a çok pahalıya mal olabilirdi fakat sadece gol ile sonuçlandı. Bu golden sonra belki Melo hatasını farkeder, düzelir diye düşündüm ancak Melo'nun düzelmeye hiç niyeti yoktu. Oyundan alınana kadar silik futbolunu devam ettirdi, faydadan çok zararı oldu. Aslında işin özeti şu; Melo üç ay tatil yapmanın bedelini hem kendi ödedi, hem de bize ödetti.

Maçın en az Melo kadar kilit olan bir diğer ismi de Selçuk'tu. Galatasaray'a geldiğinden beri sergilemiş olduğu en silik performanstı sanırım. Kaçak oynadı, çok fazla insiyatif almadı. Top ayağına geldiğinde çoğunlukla yan pas ve geri pas yaparak topu ayağından çıkardı. Bu da Galatasaray'ın savunmadan topla çıkarak oyun kurmasını kısmen de olsa engelledi.

Galatasaray'ın en güvenilir yeri merkez orta sahasıydı. Melo ve Selçuk dün adeta yokları oynadı ancak Galatasaray, buna rağmen Manchester ile başa baş mücadele etti. Geldiğinden beri amansızca eleştirilen ama yıllarını bu seviyede maç yaparak geçirmiş Hamit Altıntop'un önderliğinde Galatasaray hücumda ayağa kalktı. Hamit transferinden hepimizin beklentisi şuydu: Takım içi liderliğine soyunsun, sorumluluk alarak Galatasaray'ın hücum aksiyonlarına yön versin. Takıma katıldığı günden beri bunu çok görememiştik fakat dün gece oynanan maçta Hamit Altıntop adeta Galatasaray'a ve Galatasaraylılara ''merhaba'' dedi. Selçuk'un ve Melo'nun vasatın çok altında oynadığı bir maçta Galatasaray'ı sürükleyen isim oldu. Tüm bunların yanında yeri geldi, sol tarafa geçerek oradaki açığı da kapatmaya çalıştı.

Galatasaraylı bazı taraftarların en sevmediğim huyu, doğru mu yanlış mı diye bakmadan takım içerisindeki her şeye muhalefet etmeleri. Kadroda Dany'yi gören hemen herkes Kamerunlu oyuncuyu yerin dibine soktu. Maç sonunda iyi oynarsa da bahaneleri hazırdı: ''ben hatamı kabul etmeye hazırım abi''

Bu çok sağlıksız bir düşünce yapısı. Beğenmediğin her karar için ver, veriştir sonra haksız çıkınca ''ben rezil olmaya razıyım'' de. Bu kabul edilemez bir durum.

Dany, Semih ile beraber sahanın en iyi oyuncularından biriydi. Hızı, fizik kalitesi ve tekniğiyle çok faydalı oldu takıma. Verilen pozisyonlarda hata Semih ile Dany'nin değil, onlara hiç yardım etmeyen Felipe Melo'nundu. Çünkü Galatasaray orta sahasını rakip hiçbir zorlukla karşılaşmadan geçti ve her seferinde Dany - Semih ikilisi ile karşı karşıya kaldı. Hal böyle olunca, bu ikili zaman zaman zor anlar yaşadı.

Amrabat hem sol tarafta hem de sağ tarafta mükemmele yakın bir performans gösterdi. Tek sıkıntılı yanı, sol tarafta oynadığı dönemde git gel yapamadığı için Hakan Balta'ya yardım edememesiydi. Amiyane tabirle Galatasaray'ın sol kanadı koridor oldu. Belki de Amrabat'ın ikinci yarıda oyundan alınmasının temel sebeplerinden biri buydu. Emre Çolak'ın sola geçmesi, sol kanadı savunma yönünden biraz daha güçlendirmek amaçlıydı. Amrabat'ın oyundan alınmasının bir diğer sebebi de, kondisyonunun henüz 90 dakika oynayacak seviyede olmamasıydı. 45 dakika mükemmele yakın top oynuyor Amrabat fakat bu dakikadan sonra performansı düşüşe geçiyor çünkü yorulmaya başlıyor.

Maçın bana göre en iyi oyuncusu olan Hamit'in de kondisyon olarak henüz en üst seviyede olmadığını biliyoruz. İkinci yarıda onun da performansında biraz düşüş oldu. Hamit'in düşüşe geçmesiyle Galatasaray'ın hücumdaki aksiyonlarının azalması tabi ki tesadüf değildi.

Kaka'nın ismi geçtiğinde de söylemiştim, bu tarz bir oyuncuya Galatasaray'ın ihtiyacı var diye. Beş dakikalık uzatma verildikten sonra Manchester'ın yapmış olduğu alan savunmasını görmüşsünüzdür. O beş dakikanın yarısından fazlasını yan pas, geri pas yaparak geçirdik ve o alan savunmasını delmeye yönelik hiçbir hamle yapamadık. Oysa, birebirlerde etkili, tecrübeli bir oyuncumuz olsaydı kalan beş dakikada biraz daha ciddi ataklar geliştirebilirdik. Orada biraz Manchester United'ın tuzağına düştük.

Ve Muslera... Penaltıyı resmen o kurtardı. Nani'ye ''hadi atsana'' derkenki güveni muazzamdı. Bu seviyelerin kalecisi olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Ben söylemimde hala iddialıyım, Galatasaray bu gruptan lider çıkma şansını hala elinde tutuyor. Manchester'ın yenilmeyecek bir takım olmadığını herhalde dün tüm herkes görmüştür. Cluj'un kazanması bizim oyuncularda ufak bir stres yaratabilir zira Braga bizim maça ''ya tamam ya devam'' mottosuyla çıkacak. Orada herhangi bir kazaya uğramamamız gerekiyor. Kazanma zorunluluğu olan bir maça çıkacağız 15 gün sonra. Orada alınacak bir galibiyet, çok fazla anlam ifade edecek.

16 Eylül 2012 Pazar

Medical Park Antalyaspor: 0-4 :Galatasaray



Genelin aksine, çok zorlanacağımızı düşünmediğim bir müsabakaydı Antalyaspor maçı. Daha önce de yazmıştım, transfer döneminin bitmiş olması Galatasaray'ın en büyük avantajıydı Antalyaspor maçı özelinde. Antalya maçı, bir serinin başlangıcı olacaktı ne kadar süreceğini henüz kestiremediğim. Ama daha da önemlisi, bu karşılaşma Manchester maçı öncesi iyi bir test sınavıydı Galatasaray için.

Hamit'in sakatlığını öğrenen hemen herkes Amrabat'ın sağ kanada geçeceğini düşünmüştür kuşkusuz. Hoca, ters köşe yaptı ve Aydın'ı koydu. Amrabat'ın oynayacağını tahmin ediyordum. Her ne kadar izleyememiş olsak da Genoa maçı ve hafta arası oynanan Kartal maçında Amrabat'ın bize verdiği mesaj ilk 11'de olacağı yönündeydi çünkü.

Amrabat, Galatasaray için çok değerli ve önemli bir oyuncu. Hücumda takımın tıkandığı anda güvenle topu atabileceği, birebirlerde etkili olabilen, adam eksiltme işini çok iyi yapabilen bir yapıya sahip. Bunları aslında hepimiz biliyoruz. Faslı oyuncunun transfer edilme nedeni de buydu zaten, hücumda yaratıcı oyuncu eksikliğini gidermek. Ki, Fatih Terim de maçtan sonra yaptığı açıklamada hücumda oluşan bu sıkıntıyı Amrabat, Aydın yeri geldiğinde de Umut ve Burak ile çözmeyi amaçladıklarını söyledi. Amrabat oruç tuttuğu için fizik olarak yetersizdi. Milli maç en çok ona yaradı. Antalyaspor karşısında da fark yaratan oyunculardan biri oldu.

Elmander'in golüne kadar çok kontrollü oynayan bir Galatasaray vardı sahada. Kalesinde pozisyon görmeyen fakat rakip kalede de çok fazla etkili olamayan... Çok da etkili oynamadan, oyuncularının bireysel yetenekleri sayesinde iki gol bulduğunu söylesek Galatasaray'ın, sanırım yanılmayız. Bu pasif futbolun temel sebeplerinden biri, Galatasaray'ın kontrollü oyunu tercih etmesiydi. Bir diğeri ise, rakip takımın Selçuk İnan'ı sıkı bir markaj altına almasıydı. Esasında bu çok uzun sürmeyecekti, biliyorduk. Çünkü Selçuk çok zeki bir oyuncu ve 90 dakika boyunca Antalyasporlu oyuncunun onu markaj altında tutması kolay değildi. Sıkıntı da aslında burada başladı. Selçuk'tan sonra Melo'ya da zaman zaman yakın markaj uyguladı Antalyasporlu oyuncular. Bu da, Galatasaray'ın orta sahada top yapmasını kısmen de olsa engelledi. Oysa ki Galatasaray'da orta saha oyuncuları top alamadığı zaman, orta saha kökenli kanat oyuncuları merkeze gelip top alıyor ve Galatasaray'ın oyun kurmasını sağlıyorlardı. Bunun en güzel örneği de aslında Emre Çolak ve Engin Baytar'dı. Fakat Galatasaray'ın bugün sahaya çıkan onbirinde bunu yapabilecek kanat oyuncuları yoktu. Aydın, zaman zaman orta sahaya gelip bu görevi üstlenmeye çalışsa da çok başarılı olamadı. Yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim Yekta'nın oyuna girmesiyle bu sorun kısmen de olsa ortadan kaktı ve Galatasaray orta sahasında top yapabilecek bir oyuncu daha oldu. Buna ek olarak, Selçuk ve Melo da adam markajında kurtulunca, orta sahanın üstünlüğü tamamen Galatasaray'a geçti. Zaten, Isaac'in gördüğü haklı kırmızı kart ile beraber Antalyaspor 10 kişi kalınca, maç ilk yarıda sona ermişti. Bu dakikadan itibaren kafalarda Manchester maçı başladı.

Elmander - Burak, zaten oyunun ilerleyen dakikalarında gerçekleşmesini beklediğimiz bir değişiklikti. Elmander'in sakatlığı, bu değişikliğin süresini biraz öne çekti. Asıl dikkat çekici değişiklik, Yekta - Aydın değişikliğiydi. Yekta'yı en son, geçen sezon sakatlandığı Kayseri maçında sağ açıkta izleme fırsatı bulmuştuk. Bu sezon, hazırlık maçlarında hoca kendisine orta sahanın göbeğinde şans vermişti. Fakat bu kez bir değişiklik yapıp, Yekta'yı sağ açığa koydu. Oyunda kaldığı süre boyunca fena işler yapmadı. Fizik olarak o da hazır duruma geliyor yavaş yavaş. Ancak kafa olarak da hazır olması lazım. Henüz o eşiği aşabilmiş değil. Biraz, Aydın'ın kazanılma aşamasındaki haline benzetiyorum ruh halini. Fakat daha iyiye gidecektir.

Maçta herkesin dikkat ettiği en önemli unsur, Galatasaray'ın defans kurgusuydu. Zira, dördüncü haftaya gelene kadar yenilen basit goller can sıkmıştı. Bu maçı gol yemeden tamamlamak, duran toplarda geçen haftalara oranla nispeten daha başarılı bir performans sergilemek memnuniyet vericiydi. Cris'in yeni transfer olmasına rağmen sırıtmadan oynaması bir artıydı. Umut'un attığı golün başlangıcında Semih Kaya'nın parmağı olduğunu es geçmek olmaz tabi. Her geçen biraz daha büyüyor genç oyuncu. Bu da ilerisi için bizlerin hem umutlanmasına hem de mutlu olmasına sebebiyet veriyor.

Muslera'nın hatalı degajları göz tırmalayıcıydı. Özellikle Manchester United karşılaşması öncesi test maçı olduğunu düşündüğüm bu maçta, daha güvenli hamleler beklerdim kendisinden. Geçen sezon olduğu gibi bu sezona da çok iyi başlayamadı. Zamanla düzelecektir fakat kısa vadede çok önemli bir Manchester United maçı olduğunu düşünürsek, Muslera'nın geçen sezonki formuna kavuşması için önünde dört günlük bir süre var. Zira Galatasaray, Manchester United deplasmanından puan ile ayrılmak istiyorsa, Muslera'nın yüzde yüzünü sahada vermesi lazım.




8 Eylül 2012 Cumartesi

Hollanda: 2-0 :Türkiye

Esasında maçla ilgili herhangi bir şeyler yazmayı planlamıyordum ancak Hiddink'in ayrılmasıyla beraber boşalan teknik direktörlük koltuğu için önce Mustafa Denizli'yi, daha sonra da Abdullah Avcı'yı aday olarak düşündüğüm için bugünkü mağlubiyette kısmen de olsa sorumluluk hissettim.

Abdullah Avcı, gerek kadro seçimi gerekse de oyunu okuma yönündeki sıkıntılarıyla beni tam bir hayal kırıklığına uğrattı.

Öncelikle dün gece ile başlayalım.

Abdullah Avcı, dün gece Ntvspor canlı yayınına çıkarak soruları yanıtladı ve bence rakiple alakalı söylememesi gereken birçok şey söyledi.

Öncelikle rakibi analiz etmeleriyle ilgili bir örnek verdi ve Hollanda'nın oynadığı bir maçı izlerken; maçın 18 dakikalık bölümünü 2.5 saat analiz ettiklerini söyledi. Bu konuda kendisini samimi bulduğumu söylemeliyim. Ancak bundan sonra rakiple ilgili yapmış olduğu analizleri canlı yayında detaylıca açıklaması tam bir skandaldı.

Bir antrenör olarak tabi ki rakibi analiz edecek ve bunu yaparken de rakiple ilgili bazı tespitlerde bulunacak lakin bunu ekran önünde detaylıca açıklamak inanılmaz derecede yersiz. Bunu tecrübesizliğine ve iyi niyetine veriyorum diyelim ve diğer konuya geçelim.

Esasında kendisine Selçuk ile arasında bir sıkıntı olup olmadığına dair gelen soruya verdiği cevaptan bugün sahada Selçuk'un ve Burak'ın olmayacağını çıkarabilirdik.

Kendi oyun şablonuna saygı duyuyorum, 4-2-3-1 'i tercih ediyor olabilir ama çıkardığı 11'in savunulacak tek bir tarafı yok.

Hollanda'nın maçı Türkiye yarı sahasına yığacağı, hücumu düşüneceği, savunmayı öne çıkaracağı maç öncesi hemen herkesin bildiği bir şeydi. Burada yine Abdullah Avcı'nın sözünden alıntı yapacağım; ''kendi takımında formda olan oyuncuyu milli takımda göremeyebilirsiniz'' demişti Abdullah Hoca. Madem ki sen tek forvetli bir sistemle sahada yer alıyorsun ve rakibin savunmasını öne çıkaracağını biliyorsun; maça Umut ile değil Burak ile başlaman lazımdı. Çünkü savunma arkasına atılacak toplarda Burak'ın gol bulma ihtimali, Umut'un gol bulma ihtimalinden daha fazla. Umut her ne kadar formda bir oyuncu olsa da, Milli Takım'da yedek kalabilirdi, bunu Abdullah Avcı bir gece önce kendisi söyledi.

Gelelim olayın diğer boyutuna. Milli Takım'ın orta sahasında Emre, Topal oynadı önlerinde de Arda yer aldı.

Emre B. kendi takımında bile şans bulamayan ve maç eksiği olan bir oyuncu. Bunu en iyi bilen isim zaten Abdullah Avcı. Selçuk'un ise geçen sezon yapmış oldukları ortada. Hal böyleyken ve Hollanda'nın en büyük zaafı savunma arkasına atılacak toplarken, Selçuk'u ilk 11'de başlatmamak intihar etmektir. Bunun açıklanabilir bir tarafı yoktur.

Bir antrenör kötü bir ilk 11 sahaya çıkarabilir. (Fatih Hoca'nın bile yanlış kadro çıkarmışlığı vardır) Neticede bazı mevkilerde oyuncu seçiminde bulunurken kararsız kalabilirsiniz ve bir tercihte bulunmak durumundasınızdır. Ancak eğer iyi antrenörseniz, yaptığınız seçimin yanlış olduğunu anladığınız anda diğer opsiyona geçiş yaparsınız. Hatanızı görmekte ne kadar gecikirseniz, aldığınız eleştiri de o denli artar. Zaten iyi antrenör ile kötü antrenör arasındaki farkı oluşturan şeylerden biri de budur. Antrenörlük sadece iyi bir takım kurmak ile olmaz. Takım kurmak, o kurduğunuz takımı gerçek manada bir ''takım'' yapmak da tabi ki önemlidir. Ancak en az bunlar kadar önemli olan bir şey varsa, o da oyunu okuyabilme becerinizdir. İyi bir antrenör oyunu iyi okuyup, yapacağı hamleler ile maçın kaderini değiştirebilmelidir.

Abdullah Avcı hem kadro seçiminde hem de oyunu okuma konusunda bu akşam sınıfta kaldı. Hollanda öyle ahım şahım bir top da oynamadı. Defansları inanılmaz derecede kötüydü. Robben'in kişisel gayreti ile hücumda yaratıcılık sağladılar, Sneijder'in yardımı ile defanstan top çıkarma konusunda sıkıntı yaşamadılar ve Van Persie'nin golcülüğü ile sonuca gittiler.

Bazı oyuncular vardır, kadro kurarken ilk olarak tahtaya onların ismini yazmanız gerekir. Mesela şu an Türk kaleciler içerisinde en iyi kaleci Volkan Demirel'dir, ilk sıraya onu yazarsın. Orta sahaya da yazılması gereken ilk adam ne Emre Belözoğlu'dur ne de Nuri Şahin'dir. Oraya yazılması gereken ilk adam Selçuk İnan'dır.

Abdullah Avcı eğer başarılı olmak istiyorsa, önce Türkiye'nin omurgasını net bir şekilde belirlemek zorunda. Zira, eğer bir takımın omurgasını sağlam bir şekilde kurmazsanız, başarılı olma ihtimaliniz çok azdır.

Abdullah Avcı'nın yanlışlarını görüp görmeyeceğini, eğer görebilirse bu yanlışların üzerine eğilip eğilmeyeceğini her birlikte izleyeceğiz. Ancak oyunu okuma konusundaki bu yanlışları hiç ama hiç hayra alamet değil.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Cris Galatasaray'da


Ujfalusi'nin beklenmedik sakatlığıyla sarsılan Galatasaray'ın, transfer yapıp yapmayacağı merakla bekleniyordu.

Kadroya baktığımız zaman elde kalan stoperler; Dany - Semih ve Gökhan'dı. Koca sezonun bu üçlüyle gitmeyeceği konusunda herkes hemfikirdi sanırım. Bu üçlüye illa ki bir oyuncu daha eklenecekti. Ancak, ortaya atılan isimler Kolo Toure ve Kjaer olunca, haliyle beklenti arttı ve insanlar Cris transferine burun kıvırdı.

Bence çok akıllıca bir hamle yaptı teknik ekip. Bonservisi olmayan, yıllık ücreti düşük, içerisinde bolca tecrübe bulunan bir ismi kadroya kattılar.

Cris ilk 11'de başlayacak diye bir şey yok. Semih ile Dany de başlayabilir 11'de. Ancak sezon uzun ve stoper rotasyonuna bir isim daha katma isteği gayet mantıklı.

Galatasaray'ın önünde iki yol vardı aslında.

1) Ya yabancı bir stoper alınacaktı (ki iyi bir yabancı stoperi bu kadar kısa sürede bulmak neredeyse imkansızdı)

2) Stoper mevkine alternatif olması için takım içerisinden opsiyonlar yaratılacaktı.

Galatasaray, birinci opsiyonu tercih etti. Eğer, takım içerisinden alternatif yaratılmak istenseydi, akıllara iki oyuncu gelecekti. Biri Ceyhun Gülselam (ki Fatih Terim onu ön libero olmasına rağmen stoperde oynatırdı milli takımda), diğeri de Hakan Balta.

Dediğim gibi, Fatih Hoca tercihini yeni bir transferden yana kullandı, bize saygı duymak düşer.

Melo ve Ujfalusi geldiğinde forumlarda neler yazıldığını hatırlatır, Cris'in Galatasaray'a hayırlı olmasını temenni ederim.

Galatasaray: 3-2 :Bursaspor


Geçen hafta oynanan Beşiktaş maçının ikinci yarısında sergilenen futbol, pek iç açıcı değildi. Özellikle işin savunma kısmında yapılan basit hatalar ve değinmeden geçemeyeceğimiz duran top zaafı sonucu Galatasaray'ın kalesinde gördüğü, goller can sıkıcıydı. Fatih Terim, maç sonunda ''ciddi şekilde analiz etmemiz gereken bir maç oynadık'' demişti. Fakat Bursaspor maçındaki görüntü, yapılan analizin takıma çok fazla sirayet etmediğini gösterdi.

Açalım.

Fatih Terim olayların farkında. Zaten maç sonundaki demeçlerinden bunu anlamak pek de güç değil. Fakat Galatasaray takımı oyuncuları hala olayların farkında değil. Farkındalarsa bile, bunu sahaya yansıtamıyorlar.

Bursaspor maçının ilk yarısında öyle bir futbol vardı ki, Fatih Terim'in takımına hiç yakıştıramadım sahadaki futbolu. Hoca belli ki pas yapan bir takım yaratmak istiyor. Bunu da hücum presle harmanlayıp bol gol atmayı arzuluyor. Fakat bu isteğini takım şu anda yerine getiremiyor. Topun sizde olması, bol pas yapıp skora gitmeyi istemek güzel bir düşünce tabi fakat bunu yapabilmek için hızlı oynamak gerekiyor. Galatasaray bunu başaramıyor. Özellikle ilk yarıda Galatasaray bol pas yaptı. Fakat bunu yaparken inanılmaz yavaş davrandılar. Haliyle bu da sıkıcı bir futbol doğurdu. Geçen cuma günü Atletico - Chelsea maçını izleyenler mutlaka farketmiştir, Atletico'nun Chelsea'yi yenmesindeki asıl sebep oyunu çok hızlı oynamış olmalarıydı. Hem paslaşmayı hem de hücuma çıkmayı çok hızlı bir şekilde yaptılar ve karşılığını da güzel futbol ve akabinde gelen kupayla aldılar. Galatasaray'ın da bir an önce hızlı oynamayı başarması lazım. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde bunun eksikliği çok can acıtır.

Galatasaray'ın ilk yarıda oynadığı futbolla golü bulabilmesi için tek bir şeye ihtiyacı vardı o da duran toplar. Zaten Umut'un golü de bir duran top sonucunda geldi. Fakat ne acıdır ki, ikinci yarı başladığında Galatasaray'ın gol yemesi durumunda bunun sadece duran toptan olacağını da tüm Galatasaraylılar biliyordu.

Esasında geçen sezon, duran toplarda ön kesici olarak Melo çok başarılıydı. Dünkü maçta da birkaç pozisyonda bunu iyi yaptı Brezilyalı fakat o da tam hazır olmadığı için, duran toplarda geçen sene gösterdiği başarıyı gösteremiyor. Buna ek olarak, oyun içerisinde zamanlama hataları ve güçsüzlüğü fazlasıyla göze çarptı. Özellikle milli maç arası en çok ona iyi gelecektir.

Maçın kaderini değiştiren adam bence Amrabat oldu. Her zaman söylediğim gibi, Galatasaray'ın birebirlerde adam eksiltecek, hücuma şekil verecek bir kanat oyuncusuna ihtiyacı vardı. Amrabat da bu yüzden tercih edildi zaten. Ama istikrarsız bir görüntü sergiliyordu. Mesela Fenerbahçe ile oynanan Süper Kupa finalinde iyi işler yaptı, döndü geldi Kasımpaşa maçında silik bir performans ortaya koydu. Beşiktaş maçında ortalamayı geçemedi ancak dün gece sahada yer aldığı süre boyunca sahanın iyilerindendi. Geçen sene Galatasaray'ın kanat oyuncuları orta saha kökenli oyunculardı, birnevi devşirme kanat oyuncularıydı. Bir kanat oyuncusundan ziyade orta saha oyuncusu gibi oynayıp, o şekilde katkı veriyorlardı. Fakat Amrabat bu tanıma uymayan bir oyuncu. Kendisi has bir kanat oyuncusu, o şekilde Galatasaray'a transfer oldu. Zaten basın toplantısında da hoca açıklamış, Amrabat'ın orta saha gibi oynamasını istiyoruz diye. Bu önemli. Eğer hoca, beklediği gibi bir dönüşüme kavuşturabilirse Amrabat'ı, Galatasaray'a inanılmaz faydası dokunur.

Bursaspor, Galatasaray'ın orta sahasına yoğun baskı uyguladı. Genelde rakipler Selçuk İnan üzerinden Galatasaray'ı durdurmaya çalışıyorlar fakat Galatasaray'da pas trafiğini sağlayacak, savunmadan ilk topu alıp oyun kuracak tek oyuncu Selçuk İnan değil. Maç içerisinde dikkat ederseniz, Selçuk markaj altındayken onun görevini yapmak için Melo; o da boşta değilse, Emre Çolak geriden top alarak oyunu yönlendiriyorlar. Maçın 2-1 olduğu dakikalarda Ertuğrul Sağlam'ın devreye girmesi Galatasaray'ın galibiyet şansını çok yukarılara çekti. Öyle ki, orta sahanın en dirençli adamı olan N'Diaye'yi oyundan almak, ancak Ertuğrul Sağlam'ın yapabileceği bir yanlıştı. Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş'ta neden başarılı olamadığını ya da neden asla büyük takımlarda başarılı olamayacağını buradan bile anlayabiliriz.

Fatih Terim'in Hamit'i değil de Umut'u oyundan alması o an için akıllıcaydı.

İki açıdan;

1) Hoca, orta sahada bir adam fazla olarak Bursaspor hücuma çıkarken onu orta sahada durdurmak istedi.

2) (bence en önemli madde bu) O an için Hamit'in çıkması, tribünlerdeki homurtuların yuhalamaya dönmesine sebep olabilirdi. Bu da, Hamit gibi Galatasaray'a çok faydalı olabilecek bir oyuncunun sezonun hemen başında demoralize olmasına anlamına geliyordu ki, bu hiç istenilen bir durum olmazdı.

Galatasaraylı oyuncular ligi çok küçük görüyorlar ve bu da takımın konsantrasyon sorunu çekmesine sebep oluyor. Gördüğüm kadarıyla Fatih Terim de olayın farkında ancak uyarıları, üzülerek söylüyorum ki, yetersiz kalıyor. Medya tarafından bu denli gaza getirilen bir takımı, hayallerden gerçeğe döndürecek yegane antrenör de Fatih Terim'dir. Sanırım, bunun için de transfer döneminin bitmesini bekleyeceğiz zira hoca bu transfer mevzularına kafayı çok takıyor.

Antalyaspor maçı ciddi anlamda bir test maçı olacak. Galatasaraylı oyuncuların bir an önce kendine gelmesi lazım. Antalya maçında ortaya çıkacak görüntü, Manchester maçı öncesi daha net şeyler söylememizi sağlayacaktır.

31 Ağustos 2012 Cuma

Grup Birinciliği Hayal Değil



Kura çekimi yapılmadan önce, herhangi bir Galatasaraylıya ''gruptan ikinci de olsa çıkmayı kabul eder misin?'' diye sorsalar, bu öneri anında kabul edilirdi. Gizlemenin manası yok. Kura gerçekten de çok çok iyi Galatasaray açısından, en azından kağıt üzerinde. İkinci torbadan Braga'yı, son torbadan Cluj'u çekmek ciddi şans gerektiren bir hadiseydi. Doğal olarak Şampiyonlar Ligi'ne katılan her takım güçlü, her takım kendi çapında kuvvetli. Galatasaray her takımla, her yerde mücadele edecek güce ve geçmişe sahip, orada sıkıntı yok. Ancak iyiler içindeki kötüleri tercih etmekte de bir yanlış yok, bu da bir strateji, hem de rasyonel bir strateji.

Kağıt üzerini sahaya yansıtma başarısı gösterirse Galatasaray, gruptan rahat bir şekilde çıkar. Ancak böyle avantajlı bir kuradan sonra grup birinciliğini amaçlamak da hayal değil. Hatta gerçekçi bir hedef bile diyebiliriz. Galatasaray gerçekten çok iyi bir takım. Her ne kadar Ujfalusi'den gelen olumsuz haber moralleri bozup, planların değişmesine sebep olsa da; Fatih Terim bu sorunu bir şekilde çözecektir, çözmek zorundadır.

Manchester United ile ilk maçı oynamak, hem de orada oynamak, belki ufak da olsa bir avantaj getirebilir Galatasaray'a. Şöyle ki; oradan alınacak 1 ya da 3 puan, Galatasaray'ın gruptaki stratejisini ciddi anlamda etkileyecektir. Zira orada yenilmemek ya da galip gelmek; Galatasaray'ın varolan ''gruptan çıkma'' hedefini, ''gruptan lider çıkma'' şeklinde değiştirebilir.

Tabi grupta olmazsa olmazlardan biri de; Arena'da en kötü 7 puan alma zorunluluğu. Bunu esasında geçen seneki play off maçlarından önce de söylemiştik. Arena'da Galatasaray maçlarını kazanır ve şampiyonluğa rahat ulaşır öngörüsünde bulunmuştuk lakin Galatasaray, Arena'da galip gelme başarısında bulunamadı. Fakat bu kez, böyle bir lüksü yok sarı kırmızılıların. Açıkça söylemek gerekirse, ben bu sefer Galatasaray'ın bu şekilde başarısız bir iç saha performansı sergileyeceğini düşünmüyorum. Zira, Avrupa çok farklı bir platform ve Galatasaray taraftarı Avrupa maçlarında takımına nasıl destek olması gerektiğini çok iyi biliyor.

Velhasıl kelam, gruptan çıkmak tabiki ana hedef ancak gruptan lider çıkma şansımızı da yabana atmayalım derim ben. Fatih Hoca'nın; ''kaybetmek kolay, kazanmak olay'' sözünden yola çıkarak...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Beşiktaş: 3 - 3 :Galatasaray


En mütevazı Galatasaraylıların bile kafasının bir köşesinde ''fark olur mu?'' düşüncesiyle izlediği bir Beşiktaş - Galatasaray mücadelesi oldu İnönü'de.

Her ne kadar Fatih Terim, Galatasaray'a yakıştırılan ''rüya takım'' tabirini yalanlayıp, oyuncuların rehavete girmesini önlemeye çalışsa da; onlar da insan ve bu söylemler oyuncuları etkiliyor. Bunu Beşiktaş maçında bir kez daha gördük.

İlk yarısı neredeyse tek taraflı Galatasaray üstünlüğü ile geçen bir maç oldu ancak skor tabelası çok farklı şeyler söylüyordu. Kontrollü, çok iyi hücum yapan bir Galatasaray vardı sahada. Fakat aynı Galatasaray'ın savunma oyuncuları da bir o kadar savruk, konsantre olamamış görüntüleriyle sahadaydı.

Oysa ilk yarı boyunca sahada olan Beşiktaşlı oyuncular savruk bir biçimde koşmaktan başka hiçbir şey sergileyemediler. Geçen hafta Kasımpaşa'nın yaptığı gibi Selçuk'un başına dikilen bir adam ve sert oyun ile Galatasaray'ı bezdirme prensibini gütmüştü Samet Aybaba ve ekibi.

Amaç aslında, ''Galatasaray'ı ne şekilde olursa olsun durduralım, golü atarsak da ne ala'' gibi gözüküyordu saha dışından. İlk yarıda Beşiktaş'ın oynadığı futbola rağmen bulduğu iki gol, piyangodan büyük ikramiyeyi bulmak ile eşdeğerdi.

Galatasaray ise dersini iyi çalışmış gibiydi. Beşiktaş savunmasının arkasına atılan hemen her topta Galatasaray ciddi tehlikeler yarattı. Umut maçın henüz ilk saniyelerinde golü atabilmiş olsa, bugün çok daha farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Tabi farazi konuşmak çok doğru değil, var olanı konuşmak varken...

Benim açımdan oyuna Melo ile başlaması bir sürprizdi Fatih Terim'in. Kasımpaşa maçında da çok hazır bir görüntü vermemişti Brezilyalı oyuncu ve halihazırda muhteşem bir Emre Çolak performansı izlemiştik Kasımpaşa maçında. Geçen sene Melo'nun Galatasaray'a kattığı en önemli artılardan biri hava toplarındaki başarısıydı. Birçok maçta ceza sahasına şişirilen topları savunma önünde set kurarak savuşturmayı başarmış Melo'nun, dünkü maçta, yine bir duran topta, topu karşılamak isterken golü kendi kalesine atması hem büyük bir talihsizlikti hem de bu durum Melo'nun henüz hazır olmadığının net bir göstergesiydi.

Bu açıdan bakınca ben Melo'nun çıkıp, Amrabat'ın girişini doğru bulanlardanım. Belki yapılan bu değişiklik sonuç vermedi fakat o an için doğru bir hamleydi. Yapılması gereken üç değişiklik vardı: Burak/Elmander, Hamit/Aydın, Melo/Amrabat. Ben bu oyuncu değişikliklerinden ötürü Fatih Terim'i eleştirmem.

Amrabat savunmaya yardım konusunda bazı sıkıntılar yaşıyor. Henüz takıma uyum sağlamış gibi gözükmüyor. Oynama şansı bulduğu kısa sürede takıma çok yarar sağladığını söylemek de zaten büyük hayalcilik olur. Muhtemelen Fatih Terim de Amrabat'ı oyuna alırken topu sağa çekip orta yapması için almadı. Dikine oynayıp, adam eksilterek Galatasaraylı oyuncuların pozisyona girmesini istiyordu ancak Faslı oyuncu bunu başaramadı.

Galatasaray'ı bu maç özelinde yerin dibine sokmaya gerek yok. Bu maç, doğal olarak, ciddi derslerin çıkartılması gereken bir maç. Fatih Terim'in çokça söylediği gibi ''ayakların yere basması'' lazım. Beşiktaş karşısında kaçan galibiyetin temel sebebini ben; Galatasaraylı oyuncuların biraz erken havaya girmesine bağlıyorum. Her zaman söylediğimiz o ''konsantrasyon'' lafını bu maçta uygulayamadı oyuncular. Bu sebepten ötürü, hayırlı bir beraberlik olarak görüyorum Beşiktaş karşısındaki puan kaybını.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Galatasaray: 2-1 :Kasımpaşa


Herkes tarafından ligin ağır favorisi olarak gösterilen Galatasaray, rakiplerinin ilk haftada sırayla puan kaybetmesiyle beraber, pazartesi günü oynayacağı maça çok daha rahat ve kendinden emin çıktı.

Halihazırda kendinden korkan rakiplerine karşı, oynayacağı futbol ve alacağı galibiyet ile bir kez daha gözdağı verme şansı eline geçti Galatasaray'ın.

Maç öncesi rakibini çok fazla analiz etme şansı yoktu Galatasaray'ın. Zira yeni kurulan bir ekipti Kasımpaşa ve ne oynayacağını kestirmek o kadar da kolay değildi. Fakat, kurdukları kadroya bakılırsa ''hücumda etkili olurlar'' varsayımında bulunmak pek de zor değildi.

Milli maçta Semih'in sakatlanmasıyla beraber, Süper Kupa'dan sonra bir kez daha formayı Dany kaptı savunmada. Dany hakkında gerek hazırlık maçları olsun gerekse de Süper Kupa finalinden sonra olsun bir şeyler söyledim yazdığım yazılarda. Dany gerçekten çok farklı bir oyuncu. Hızlı, güçlü, teknik bir stoper ancak tek zaafı kendinde duyduğu aşırı güven ya da rahatlık. Bu rahatlık, çok harika oynadığı bir maçta bile başına iş açabilir Kamerunlu oyuncunun.

Selçuk, Galatasaray'a geldiğinden beri belki de en pasif kaldığı maçlardan birini oynadı. Rakip takım, adam markajı vererek Selçuk'u sindirmeye çalıştı. Kısmen de başarılı olduklarını söylemek lazım. Selçuk'un yanında oynayan Hamit'in de top kullanma konusunda sınıfta kalması, Galatasaray'ın oyun kurmasını engelledi. Tabi bu dakikalarda Dany orta sahaya kadar çıkarak oyuna yön vermeye çalıştı. Attığı uzun toplar genelde isabetliydi ancak bu, orta sahanın verimsiz görüntüsünün üzerini kapatamadı.

Bu dakikada devreye Fatih Terim girdi. Hamit'i sağa alıp, Emre Çolak'ı Selçuk'un yanına çekince oyunun rüzgarı Galatasaray lehine değişti.

Hazırlık maçlarından beri Emre Çolak'ın orta sahada daha verimli oynayacağını söyleyen biri olarak, genç oyuncunun orada gösterdiği muazzam performans beni fazlasıyla memnun etti. Emre Çolak'ın o mevkide oynamasına engel olan tek eksiğinin ''güçsüzlüğü'' olduğunu dile getiriyordum. Scott Piri yönetiminde bu eksikliğini kısmen de olsa giderince, ortaya gerçekten muazzam bir orta saha oyuncusu çıktı.
Hatta biraz daha ileri gideyim, öyle bir performans segiledi ki genç Emre, Melo'nun yaptığı onun yapamadığı tek şey, hava toplarındaki zaafiyetti. Onun dışında pek fark yoktu aralarında.

Emre'nin bu performansı hem Melo'ya formanın garanti olmadığı mesajını verdi hem de Galatasaray, orta saha rotasyonuna ciddi bir oyuncu ekledi.

Maçın geneline baktığımız zaman, klasik bir Galatasaray zaafı gördük. Orta sahada, savunmada çok etkili ancak hücuma gelince oyunun seyrini değiştirecek yaratıcı bir oyuncudan mahrum bir takım.

Emre Çolak bunu sol kanatta çok fazla yapamıyor. Aydın ise didiniyor, çabalıyor ama bir yerlerde eksiklik kalıyor. Amrabat esasında bunun için alındı fakat hem hazırlık kampının sonuna yetiştiği hem de oruç tuttuğu için henüz hazır değil. Hal böyleyken, Galatasaray'ın merkezden oyun kurmasını engellediğiniz an Galatasaray sıkıntıya düşüyor. Durum bu olunca, Galatasaray'ın elinde tek bir alternatif kalıyor; duran toplar.

Zaten Galatasaray, Kasımpaşa'ya karşı maçı koparamadıysa bu nedenden koparamadı. İlk gol de zaten duran toptan geldi, kilit öyle çözüldü.

Hani, Kaka dengeyi bozar diyen bir güruh var ya meydanda; işte onlar Kasımpaşa maçından sonra bir kez daha gözden geçirmeli bence düşüncelerini. Çünkü bu tarz bir oyuncunun varlığı Galatasaray'da çok az. Bu durum da, Galatasaray'ın hücumda sıkıntı yaşamasına sebep oluyor. Geçen sene de aynı sıkıntıyı yaşamıştı Galatasaray fakat bunu takım halinde hücum yaparak tolere etmişti Fatih Terim'in ekibi. Galatasaray'ın bu sene Şampiyonlar Ligi de oynayacağını varsayarsak, bu sıkıntı başına iş açabilir sarı kırmızılıların.

Öyle ki, bazı maçlar olur oyuna 90 dakika hükmedersin ancak o topu kaleye sokamazsan kazanamazsın. Ve, sergilenen mücadeleye de oyuncuların emeklerine de yazık olur.

Muhtemelen Fatih Hoca da bunun farkındadır ve gerekli hamleleri yapacaktır.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Galatasaray: 3-2 :Fenerbahçe




Galatasaray için çok değerli ve önemli bir maçtı. Fenerbahçe'nin stadında kupa kaldırarak kapatılan sezon, yine Fenerbahçe'yi alt edip, kupa kazanılarak açılabilirdi. Galatasaray, bu firsatı tepmedi.

Maçtan önce kafamdaki en büyük soru işareti (Fiorentina maçından sonra da yazdığım üzere) Galatasaray'ın fizik olarak henüz hazır olmayışıydı. Bunun dezavantajlarını yaşayabilir diye düşünürken, 10 kişi kalmasına rağmen rakibine karşı üstünlük kuran Galatasaray, bizleri yanılttı.

Fatih Terim, Fenerbahçe'nin Selçuk'u kilitleyeceğini düşünerek çok akıllı bir hamleye imza attı. Dany'ye daha fazla sorumluluk verdi.

Özellikle Fiorentina maçında da gördüğümüz üzere, Dany defanstan topla orta sahaya gelerek, bazı pozisyonlarda Selçuk'u da pas geçti, topu direkt Galatasaraylı hücum oyuncularıyla buluşturdu. Bunu zaman zaman uzun topla yaptı zaman zamansa yerden oynayarak. Esasında Lazio maçında Fatih Terim, Selçuk gibi topla oynama insiyatifini Emre Çolak'a vermişti. Hatta genç oyuncu defalarca orta saha merkeze gelip top almıştı fakat Fatih Terim istediği verimi alamamış olacak ki; bu görevi bu kez Dany'ye verdi.

Zaten beklendiği üzere Fenerbahçeli oyuncular Selçuk'a neredeyse iki kişiyle basarak, rahat top kullanmasını engellemeye çalıştılar. (Buna rağmen Selçuk'un maçta iki asist yapmış olması da ayrı bir yazı konusu tabi). Kısmen de olsa Seçuk'un rahat top yapmasını engellediler fakat bu kez Dany devreye girdi ve topla beraber orta sahaya kadar çıktı. Dany kesici özelliklerinin yanı sıra teknik bir oyuncu da olduğu için bu, Galatasaray adına avantaj oldu.

Selçuk ile Melo ikilisi yan yana oynadığında, Selçuk markaj altına girince devreye Melo giriyordu ve Galatasaray oyun kurma konusunda sıkıntı yaşamıyordu. Ancak Melo takıma geç katıldığı için, yokluğu Galatasaray adına büyük soru işaretiydi. Fatih Terim de bu soru işaretini, Dany hamlesiyle yok etti.

Bir diğer konu da, hepimizin tahmin ettiği üzere, Elmander - Umut ikilisinin rakip savunma üzerinde uygulayacakları presti.

Bekir zaten gereğinden fazla abartılan bir stoper, yanına bir de çok ağır ve hata yapmaya müsait Egemen eklenince; Fatih Terim bu fırsatı kaçırmadı ve 90 dakika durmadan pres yapabilen Elmander - Umur ikilisini rakibin üzerine saldı. Hatta, bu pres öyle etkili oldu ki; maçın başında Galatasaray Umut ile inanılmaz bir gol fırsatından da yararlanamadı.

Fenerbahçe'de ayakta kalabilen tek bir isim vardı o da Kuyt. Onun dışında tehlike arz edecek bir durum yoktu rakip ataklarda. Ancak Galatasaray girdiği çok kolay fırsatları amansızca kaçırınca, rakibin de haliyle direnci arttı ve klasik bir Fenerbahçe golü ile devreye girerken beraberlik geldi.

Bu gol ister istemez Fenerbahçe'nin ikinci yarıya moralli başlamasını sağlayacaktı. Zira kötü oynadıkları ve çok daha farklı kaybedecekleri bir ilk yarıyı beraberlikle kapatmışlardı. Buna bir de Engin'in akıl almaz sorumsuzluğu eklenince ibre birden Fenerbahçe'ye döndü.

Ancak Fenerbahçe futbol anlamında o kadar aciz bir durumdaydı ki; 10 kişi kalmış Galatasaray'a karşı oyuna hükmedemediler bile. Tam bu esnada hocanın Amrabat hamlesi geldi ve Galatasaray oyunu dengeye getirdi.

Fizik olarak yetersiz diye düşündüğümüz Galatasaray, iki tane resmi maç oynamış Fenerbahçe karşısında inanılmaz direnç gösterdi. Bu, sezon öncesi inanılmaz bir durumdu ve rakiplere de bir mesajdı.

Amrabat'ın oyuna girdikten sonra yaptıkları Galatasaray açısından çok önemliydi. Zira geçen seneden beri söylediğimiz gibi, Galatasaray hücumda yaratıcı oyuncu bakımından sıkıntı yaşıyor ve Amrabat da bu yüzden alındı. Onun takıma çabuk alışması ve bu denli etkili olması, Galatasaray'ı bir değil iki seviye yukarı çeker.

Selçuk ise orta sahadaki sorumluluğun tamamını üstlendiği bir maçta bile yaptıklarıyla büyüledi ve bir kez daha ne kadar değerli ve önemli bir oyuncu olduğunu gösterdi.

Melo da takıma katıldıktan sonra, Selçuk'un performansı bir kat daha yukarı çıkacaktır. Hamit'in de hazır hale gelmesi ve Amrabat'ın farkını hissetirmesi ile beraber Selçuk, hem daha çok rahatlayacak hem de daha çok katkı sağlayacaktır.

Beni asıl heyecanlandıran konu ise, Dany - Melo - Selçuk'nun aynı anda oynadığı takımın pas trafiğinin nasıl şekilleneceği.

Bahsettiğim üzere, Dany teknik özellikleri üst düzeyde olan bir oyuncu. Defanstan top çıkarma konusunda çok usta. Buna ek olarak, Galatasaray oyunu önde oynayan bir ekip ve savunması orta sahaya kadar çıkıyor. Rakiplerin Selçuk ile Melo'yu kitlemeye çalıştığı anlarda, atacağı paslar ile Galatasaray'ı ciddi şekilde rahatlatacaktır Kamerunlu oyuncu. Hatta ve hatta, Galatasaray oyunu rakip yarı sahaya yığdığında, atacağı ara paslar ile Galatasaraylı oyuncuların gol pozisyonuna girmesini bile sağlayabilir.

Bu yazdığımız burada dursun. Zamanı gelince tekrar hatırlar, bu konudan bahsederiz.

Galatasaray ise hep söylediğimiz gibi çok iyi yolda. Fenerbahçe maçı ise sezon içerisinde yaşanacakların bir fragmanı adeta. Çok daha güçlü, çok daha başarılı ve çok daha iyi oynayan bir Galatasaray göreceğiz sezon içerisinde. Bunun mesajını almak çok zor olmasa gerek.